Yazı Özge DİNÇ 1, GÜN Otelde Şef Nattanan Deeruang'ın elinden çıkan Tay yemeklerini yediğimizde aklımdan geçen şu oluyor: Tay mutfağı, yapraklar, bitkiler, rahatlatıcı sebze suları ve muz ağacından pipetlerle çok doğa dostu bir mutfak. Hatta iddiayı artırayım: İnançları ve kültürleri dolayısıyla kendimizi ancak Uzak Doğu ve Güney Doğu Asya'da doğanın bir parçası gibi hissedebiliyoruz. Aynı gün adadaki en iyi manzarayı görebileceğimiz Lad Ko'ya gidiyor, Sabienglae Restaurant'ta Tay yemekleri yiyor (Burada biri, tropikal iklimde hemen yanmış beni siyahi sanıp nereli olduğumu soruyor.), akşam da balıkçı köyündeki sokak pazarına gidiyoruz. Bu, sokak yemekleri, takı, el yapımı ürünlerle dolu pazarın ucu bucağı yok; arkadaşıma almak için zümrüt taşından (Tayland'da çok meşhurdur.) bir Buda figürü beğeniyorum; ancak başka var mı diye ilerilere bakayım derken bir daha dönemiyorum. Tabii pazarlığı unutmayarak (Dünyada pazarlık yapabildiğim tek yer bu ülke.) bir meyve sepeti ve kolye alıyorum. Bo Put Caddesi'nde ayak masajı niyetiyle dolanırken Hard Rock Koh Samui'nin ihtişamlı binasını görüyorum — bak buraya da gelebilirim. 2. GÜN Bugün daha otantik bir gün: Wat Khunaram'da meditasyon yaparken vefat etmiş Budist Keşiş Dang Piyasilo'nun hiç çürümemiş bedenini görüyoruz. Meditasyon Tayland'da en sık konuştuğumuz konulardan biri olacak. Doğal yapısı kadın ve erkek cinsel organı şeklinde olan 'büyükanne-büyükbaba' kayaları Hin Ta-Hin Yai ise sonraki uğrak yerimiz. Birbirine âşık bir çiftin fırtınadan dolayı denizde hayatını kaybetmesinden sonra kayaların bu şekli aldığına inanılıyor. Burada, daha önce yiyip aklımdan çıkaramadığım hindistancevizli dondurmadan yiyorum. Hindistancevizi kabuğunda servis edilen, suyu süzülüp meyvesi kabuğun içinde bırakılar bu taze dondurma, üzerine serpilen kaju fıstığıyla efsanevi. Hepsi bu iklimin ürünü: Zaten Tayland'da hindistancevizine her yerde, her formla (bazen mobilya, bazen kaşık, bazen müzik aleti olarak) rastlayabilirsiniz. 12 metre uzunluğundaki altın Buda heykelini (Wat Phra Yai) gördükten sonra (Rüzgârda sallanan çana bakarken hissettiğim sakinliği unutamıyorum: İşte meditasyon.) akşam yemeği için içine bir gemi konulmuş, denizle ilgili yenebilecek ne varsa menüde yer veren bir restorana gidiyoruz. Hiç şişman bir Tay görmedim, 60 yaşındaki bir Tay genelde 40 gibi görünüyor, rehbere bunu sağlamak için ne yiyorlar diye soruyorum, o da kendi rutinini anlatıyor: Sabah yeşil çay, öğlen yemek, akşam da meyve. 3. GÜN Gece, Koh Phangan'ın dünyaca ünlü –öyle olduğu belli, tüm dünyadan çok sayıda insan sokaklara akıyor– dolunay partisine katılıyoruz. Hat Rin kumsalını boylu boyunca insanın doldurduğu parti sabaha kadar devam ediyor. Bir yanda uyku alanları, ateş gösterileri, kovalarda içki servis eden, üzerinde 'Free Hug' (Bedava Sarıl!) yazan, kafasına muzdan peruk yapan içki satıcıları; ejderha, barış sembolü gibi figürleri vücudunuza boyayan dövmecilerle (Utraviyole ışıkta tüm kumsal parlıyor.) partinin bitmediği bir yer burası, sanki sonsuza dek devam ediyor; aslında kumsalda dans ediliyor işin aslına baktığınızda, ama enerjisi hiç düşmüyor. Herkes dans ediyor, ben de furyaya katılıp koluma barış sembolü çizdiriyorum. Bir şeyler içelim diye oturduğumuz yerde tüm ülkelerin bayrakları asılı; karşıda bir Avrupalı tüm sırtına Winnie the Pooh çizdiriyor. Çizen kişi yetenekli, diye yorum yapıyoruz. Burası Küba'ya benziyor, diyorum, söylediğim şey komik tabii; kastettiğimse tabii ki renkli, canlı ve eski olması. Bütün ada; kafeleri, görünüşü ve butiklerinde satılan kıyafetleriyle bir hippi mahallesi gibi. Bu haline bayılıyorum. 4. GÜN Esprili bir rehberimiz var, Chaloklum Çin Tapınağı'nı anlatırken bağ kurmak için 'Galatasaray' deyiveriyor. Siyah giyinmiş Çinliler bir toplantı için gelmişken biz de savaş davullarına bakıyoruz. Çok güzel bir tapınak burası: Çin mimarisi ve yemyeşil doğa. İçeride bir çubuk çekiyorum: Geleceği görmek için, gözünüz kapalı salladığınız kutudan rasgele düşen çubuğun numarasına karşılık gelen açıklamayı okuyorsunuz. Benimki 42 numara: 'Kariyerin bir süre sancılı geçecek, ama düzelecek.' yazıyor. Phangan Home Made Ice Cream'de güzel yerel yemekler ve ardından da ananas, muz, hindistancevizi, mangolu el yapımı dondurmaları yiyoruz; gerçekten sırf bunun için gidilir. Bir köşede bir Hollandalı sakince Mac- Book'una bakıyor. Her şey sakin. Ardından balıkçı köyüne ve Koh Mah bölgesine gidiyoruz. Burada Mae Haad adındaki çok ince bir kara bağlantısı olan sahili izlemek için Three Sixty Bar'ın terasına çıkıyoruz. Aşağıda güzel bir manzara var. 5. GÜN Bangkok'ta önce Mövenpick Hotel Sukhumvit 15'e yerleşiyoruz. Ardından da çıkıp Hua Takhe Community'yi ziyaret ediyoruz. Tayland'ın yerel dünyasını tanıtmaya odaklanan HiveSters'in uzman rehberliğiyle geldiğimiz bu köy, bu zamana gördüğüm en etkileyici yer olabilir. Çünkü bir 'hayal köy'. Kendilerine 'uzaklarda' bir ada arayan Servet-i Fünûn'cular burada mutlu olabilirdi. Lat Krabang bölgesinde yer alan Hua Takhe, yerel bir sanat köyü gibi: İçeride ressamlar, marangozlar, balıkçılık malzemeleri satanlar, terziler, berberler, fotoğrafçılar, muz kızartıp satan satıcılar, kahve dükkânları ve her huzurlu yerin eşlikçisi kediler yer alıyor. Graffiti de, geleneksel Tay sanatlarından lai rod nam da yapılıyor. Bir şefi olan (Şef, bize eşlik ediyor.) köyün sakinleri ahşap evciklerde yaşıyor. Lavanta çiçekli mor pilavımı yerken rehber, bunu hangi yemek eşliğinde yemem gerektiğini gösteriyor. Bir köşede film çekiliyor, bir köşede yakınlardaki sanat okulundan çıkan çocuklar resim çiziyor, biz de kurutulmuş muz yaprağından uçurtma yapmayı öğreniyoruz. Uçurtma Amca (Uncle Kite), Buda kolyeleri ve bol pantolonuyla karizmatik bir adam; uçurtmalarımızı yapıp kanal üzerindeki köprüye çıkıyor ve uçurtmalarımızı uçuruyoruz. Topluluğun adı Hua Takhe, adını kanalda bulunan dev timsahın başından alıyor. Bu yüzyıllık yer, Tay geleneğinde bulunan ve bugün az sayıda görülen kanal boyunca sıralanan ahşap evlerin bir örneği. Burada yaşayabilirim. Geleneksel ve tarifleri neredeyse unutulmuş Tay yemeklerini çağdaş bir dokunuşla sunan Saneh Jaan'da set menü olarak dört başlangıç, yedi ana yemek ve beş tatlı çeşidi geliyor. Rafine yemeklerle güzel bir akşam geçiriyoruz. Tay mutfağı; tatlı ve acının birleşiminden, bitkilerin de aromasından geçiyor: Hem tat hem koku çok önemli. Deniz ürünleri, tavuk ve pirinç yemeklerde en çok görülen malzemeler; elbette kişniş, limon çimi yemekler içinde net seçtiğimiz tatlar. Daha önce anlattığım fit rehberin yaptığının tersini yapıyorum ben de hep burada: Sabah guava, rambutan, 'meyvelerin kraliçesi' mangosteen, guava gibi tropikal meyveler yiyorum, öğlen ve akşam ise hiç durmadan, ne varsa… 6. GÜN Bangkok'ta Büyük Saray'ın içerisinde yer alan Queen Sirikit Tekstil Müzesi'ne ilk kez gittim. Müzede Pierre Balmain'in kraliçe için tasarladığı giysiler sergileniyordu. Elvis Presley ile fotoğrafında kraliçenin üzerinde bu giysilerden biri görülüyor. Akşam Nai Lert Park'ta Women Journey Reception adında; Turizm Bakanı'nın da bulunduğu resepsiyona katılıyoruz. Kraliçe Sirikit'in doğum günü ağustosta olduğu için ay boyunca kadınlar için etkinlikler düzenleniyor, bu akşam da Uzak Doğu ağırlıklı olmak üzere birçok ülkenin güzellik kraliçeleri salonda. Hiç bu kadar güzellik kraliçesini bir arada görmemiştim. 7. GÜN Ardından da müzeyi: İçeride Hindistan, Tayland ve Bali'nin çiçek süsleme sanatlarından örnekler görülüyor. Büyük bir emek; Tayland'ın da iddialı olduğu bir alan. Düğünlerde, festivallerde, karşılama törenlerinde en güzel örnekleri görülüyor. Çabucak solan bir şey için bu kadar çaba göstermek çok naif, çok etkileyici. 'Çünkü,' diyor, Sakul Intakul, 'Çiçek gibi her zaman güzel olan başka bir şey bulamazsınız.' Ben de o esnada müzede Vietnam usulü lotus çiçeği çayı içmekteyim. Geçen kez Büyük Saray'ı gezerken girip görememiştim, büyük kayıpmış: Kraliçe Sirikit'in Tekstil Müzesi, Pierre Balmain'in tasarımlarıyla göz alıcı. Kendini Grace Kelly gibi hissetmek için her şey var burada. 'Hayatımın en mutlu anıymış bilmiyordum.' Bugünkü kederle dolu günlerimden geriye baktığımda Tayland günlerinin en mutlu anlarımı oluşturduğunu görüyorum. Koh Samui, Koh Phangan ve Bangkok'tan geçtiğimiz günlerde Tayland kültürünü geçen senelere oranla daha fazla anladığımı hissediyorum; herkese anlatıyorum, yerlisi gibiyim, öyle ki döndükten bir hafta sonra canım oranın yerel tatlısı 'mango eşliğinde yapışkan pirinç' çekiyor. Döndükten sonra etrafımdakiler 'Çok canlı görünüyorsun,' yorumunu yapıyor. Ben de karşılık olarak benzediğim Tay kızları gibi ellerimi birleştirip 'Kapkunka' diyorum. Bu seyahatten özellikle üç kare kalmış aklımda: Bangkok'taki Sanatçılar Köyü'nde okuldan çıkmış çocukların Hirorazu Kore-Eda filmlerinden çıkmış bir kare içinde, suya bakarak resim çizmeleri; Kraliçe'nin Tekstil Müzesi'nde kendimi Balmain kadını gibi hissetmem ve Koh Phangan'da ufak ve loş bir Budist dükkâna çıplak ayakla girip hindistancevizi kabuğundan, elle boyanmış ve otantik bir çalgı olan kalimbo almamız. Tellerine dokunduğunuzda sanki kapıdan Uzak Doğu giriyor Esquire Türkiye