"Anı yaşamaya çalışıyorum"
Bugün aramızdan ayrılan Harun Kolçak, Esquire Türkiye Kasım 2016 sayısına hem kendisiyle ilgili bilinmeyenleri, hem de hastalık sürecini anlatmıştı...
Röportaj: Özge DİNÇ
Fotoğraf: Arda GÜLDOĞAN
Yaşadığım çok zorlu bir süreçti, yoğun bakımdaki bir buçuk ayımı hatırlamıyorum bile. Bu süreçte sağlığın ve kendimin gerçekten çok önemli olduğunu öğrendim. Çünkü benden bir tane var; senden de bir tane var. Daha hoşgörülü, daha huzur arayan, elindekilerin değerini daha iyi bilen bir adama dönüştüm. İçimde çok güçlü bir inanç var.
İnsan dünyayı kendisinin zannediyor. Oysa doğanın bir parçasıyız biz.
Müzikle çok iç içe bir çocukmuşum. Bana "Git, Zeki Müren'in plağını koy!" derlermiş, gidip onca plak içinden onu bulup koyarmışım pikaba.
Ben üniversite okumadım. "Müzisyen olacağım," dedim. "Bundan daha yüksek bir şey yok içimde." Babam sanatçı tarafından dolayı bunu kabul etti, rahmetli annemse kıyameti kopardı. Okumamı istiyordu; ama ben "Üniversiteyi bitir, evlen…" gibi normlara uyan bir adam değilim.
Yorumcu olarak 25 yılım. Öncesinde bas gitaristtim. Ferdi Özbeğen, Zülfü Livaneli, Erkin Koray ve Gönül Yazar'ın albümlerinde çalmıştım.
Solist olmayı kafama Sezen Aksu soktu. Çok etkileniyordu sesimden, hatta ben söylerken tüyleri diken diken olurdu. Sonra "Sana albüm yapalım," dediler. "Niye ki?" dedim, çok yadırgadım.
'Gir Kanıma' patladığı zaman insanlar üzerime koşuyordu, ben de mağazalara falan kaçıyordum. Hayattan meşhur olmak, çok para sahibi olmak gibi beklentileri olan biri değilim çünkü.
Elimden geldiğince istediğim hayatı sürdüm. Ortalarda gezinmeyi sevdiğim için ona uygun bir hayat kurdum. Çünkü tepelere çıktığınız zaman çok yıldırım çekiyorsunuz. Orada tek kişiye yer var.
Ünün güzel yanları da var. Geçenlerde bankaya gittim, "Yanımda kimliğim yok," dedim, "Olsun o zaman bir şarkı söyleyin," dediler.
Hayat bana ne getiriyorsa kabullenmeye çalışan bir adamım. Muhakkak yaşananların bir nedeni vardır diye düşünürüm. Ben buradan ne çıkartacağım, ne öğreneceğim diye bakarım.
Sevilmek çok güzel bir şey. Yaşadığım süreçte ne kadar sevildiğimi gördüm. Bu kadar beklemiyordum. Çok etkilendim, çok duygulandım.
Şarkılar, yaşananlardan çıktı. Sadece benim yaşadıklarımdan değil, bana anlatılan şeylerden de. Mesela 'Dualarım Yoluna'yı asker bir çocukla nişanlısının bana anlatılan telefon konuşmasından sonra yazdım.
Müzik; yaşamak, nefes almak, amaç. Uykuya dalmadan önce hâlâ kafasında melodiler dönen bir adamım. Benim için yalnızca müzik var.
Geçmiş, o kişileri bir daha göremeyecek olmak beni biraz acıtıyor. Bağlanmaktan ürken bir yapım var. Eskiden kayıtsız şartsız bağlanan biriydim ve sonra bu bana çok acı veriyordu. O yüzden evimde anneciğimin resmi dışında resim bulundurmam; vefat eden birinin telefonunu hemen silerim. Görmek istemiyorum çünkü, acı veriyor bana, katlanamıyorum.
İnsan olmayı hâlâ öğreniyorum. Surette değil, manada insan olmayı...
Sibel, ailem gibi gördüğüm biridir. Kardeş olarak görürüm, anne olarak görürüm; kan bağımız yok, ama 'ruhsal ailem' diyorum ona. Sibel'le çocukluk arkadaşıyız. Uzun yıllar, yollar bir şekilde ayrıldı, sonra yine birleşti. Şu anda ben nekahat evresini yaşıyorum ve bana o bakıyor.
Yine beste yapıyorum. O besteler ne olacak, merak ediyorum.
Ben askerde adam oldum. Askere gittiğimde şaşkın tavuk gibi dolanıyordum ortalıkta, çünkü anne bağımlısı bir adamdım. "Yemek yiyelim," dediler, annemin haşladığı tavuk çıktı, hüngür hüngür ağlamaya başladım.
Hayatımın dönüm noktaları: Onno'nun orkestraya katılmamı teklif etmesi, annemin vefatı, hastalanmam ve bu süreç. Bunlar çok büyük virajlar. Ama bunlardan anlam çıkarmak önemli. Yani "Allah'ım neydi günahım?" diye yakınmak yerine şarkının ikinci mısrasını söylemeli: "Ben nerde yanlış yaptım?"
Katlanamadığım 'enerji vampiri' insanlar var. Hep dertlerini anlatır. Ben hastaneye yatmasaydım bu süreci hiçbiriniz duymayacaktınız. Çünkü insanları rahatsız etmeyi sevmiyorum.
Dert dinlerim, sonra kişiyi kendi haline bırakmak gerektiğini düşünürüm; acısını yaşamalı. Çünkü acılarla büyüyoruz, bizi acılar adam ediyor.
En mutlu olduğum an, babamın bana ilk gitarımı aldığı andı.
Bir elimdeki dövmede 'baba', diğerinde 'anne' yazıyor. Bileğimde de Göktürk alfabesiyle 'Harun Kolçak' yazıyor. Bir ara kökenlerimizle çok ilgilenmiştim, olayı Mu kıtasına kadar götürdüm. Dövmeyi de o zaman yaptırdım. Tedavi sürecim bitince yeni bir dövme daha yaptıracağım.
'Çeyrek Asır' albümünün bu kadar iyi karşılanmasını beklemiyordum. Bir albümün Türkiye'de bir ay 1 numarada kalması çok sevindirici.
Dünyanın kendisi kanser oldu. Kanserli doğan çocuklar var. Ben artık sağlıklı beslenilebileceğine inanmıyorum.
Paul McCartney'nin çok güzel bir sözü var: "Yüzü olan şeyleri yiyemiyorum," diyor. Bir sözü daha var: "Mezbahaların duvarları camdan olsa hiçbiriniz et yiyemezsiniz." Bu iki cümle düşüncemi özetliyor.
Hayalimdeki dünya çok ütopik; çünkü barış dolu bir dünya düşünüyorum. İnsanların birbirlerini olduğu gibi kabul ettikleri, yargılamadıkları, öldürmedikleri, doğayı katletmedikleri, hayvanları gerçekten sevdikleri bir dünya düşünüyorum, ama böyle bir dünya, en azından burada, yok.
Anı yaşamaya çalışıyorum. "Carpe diem." diyorlar ya, çok zor. Mesela kediler anı yaşıyor. O yüzden kedileri çok kıskanıyorum.
Evde canım sıkılıyor. Ama dinlenmek zorundayım. Bulaşık yıkıyorum, bir şeylerle uğraşıyorum. Kimin lafıydı; "Boş zihin, şeytanın odasıdır."
En son Haziran'da Aşkın Nur Yengi'yle Bursa'da konser verdik. Zaten sonra tatsız süreç başladı. Konser vermeyi, alkışı, sahnede yürümeyi, mikrofonu uzattığım zaman insanların şarkıyı söylemesini çok özledim.