Araf "ne oralı ne buralı" sergisi
Seramik ve Cam sanatçısı Nevin Yici, D'art Galeri'de 4 Haziran'a kadar açık olan ilk kişisel sergisi "ARAF"ı anlattı.
İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana yaşanan ve milyonlarca insanı yurdundan koparıp savuran göç dalgası, sadece politik değil ayrıca toplumsal bir meseleye de dönüşürken bu sırada başta Avrupa ülkeleri olmak üzere bütün ülkeler uluslararası ilişkilerini ve sınır politikalarını yeniden masaya yatırmak zorunda kaldı. Yeni dünya düzeninde yeniden yer almaya çalışan milyonlarca insan iç savaşın yıkıcılığından ve ölümden kaçarken bu yolda tekrar ölümle tanıştılar. Kendisi de Bulgaristan göçmeni olan seramik sanatçısı Nevin Yici ile göç üzerine hazırladığı ve D'art Galeri'de 4 Haziran'a kadar açık olan ilk kişisel sergisi "ARAF"ı anlattı.
- Göç ile ilgili bir sergi açma fikri ne zaman doğdu?
Kendiliğinden gelişti hatta ben konuya sonradan dahil oldum diyebilirim. Oturup hesap kitap yapmadım sadece ortaya koymak istediğim bir mesele vardı, kendi dilimde anlatmaya çalıştım.
- Seramiğin yanısıra farklı malzemeler de görüyoruz bu sergide...
Evet. Cam başta olmak üzere inşaat demiri, ahşap, mermer hatta epoksi gibi farklı malzemeleri seramik ile birlikte kullandım. Hepsi anlatmak istediğim bu göç yolculuğunda bana yardımcı oldu. Seramik dışındaki diğer malzemeler süreç içinde kendiliğinden var oldular. Zaten cam ile seramiği bir arada kullanmayı seviyordum ama konunun içine girdikçe ve mültecilerin perspektifinden baktıkça işin içine farklı malzemeler de kendiliğinden dahil olmaya başladı. Uzun bir süre özellikle Suriyeli mültecilerle sohbetlerim oldu, her konuştuğumda aslında demir gibi sağlam ama cam gibi de kırılgan olduklarını fark ettim. Kendilerini korumak için duygularını saklamaya çalışırlarken aslında ne kadar şeffaf olduklarını gördüm. Kullandığım her malzeme bana farklı duyguları temsil etti. Seramik ise benim için kabulleniş ve teslimiyetti.
- Sergiyi gezdiğimizde gül motifini andıran dilenci figürleri görüyoruz...
Sokakta dilenen pek çok yaş grubundan mülteciyle konuştum ve bir süre sonra üstlerindeki giysiler dikkatimi çekmeye başladı. Eski, giyilmiş ve çoğu yırtık olduğu için gözden çıkarılmış giysilerdi. Aslında iki beden büyük gelen ve eskidiği, yırtıldığı, söküldüğü için sağı solu kıvrılmaya başlamış tişörtler, montlar vardı. Eski, sökük, yırtık elbiselerin uçları biliyorsunuz kıvrılır. Porselenin kenarlarını kıvırıp içine dilenci figürü yerleştirmemin çıkış noktası işte o kıvrılmış eski giysiler oldu. Bu durumu bir yaşam mücadelesinin sonucu olarak taçlandırmak için onları gül gibi kompoze etmek istedim, hepsi bu.
- Sergiye hazırlanırken hangi seramik tekniğini kullandınız?
Çalışmalarımı Sagar ve Raku pişirim tekniği ile yaptım, şeffaf sır dışında hiç sır kullanmadım. Çünkü işlediğim konuyu en iyi bu tekniklerle ifade edebileceğimi düşündüm.
- Kendinize örnek aldığınız seramik sanatçısı var mı?
Olmaz mı! Füreya Koral hayranıyım. Hayatını okudukça aşık olduğum kadındır. Onlar gibi olabilmek için 40 fırın ekmek yemenin bile yeterli olacağını düşünmüyorum. Bundan önceki sergiyle ilgili bazı haberlerde abartılı bulduğum ve benim duayen olarak gördüğüm isimlerin röportajın önsözünde yer almasından büyük üzüntü duydum. Seramik camiasının tartışmasız duayenleri ile aynı yazıda yer almak bile abartılı bir durum. Umarım hak ettiğim noktada onların yanına bir gün ismim eklenir, bu sanırım her seramik sanatçısının rüyasıdır zaten.
- Peki sizin hayatınızda yapı taşı olan var mı?
Mimar Sinan Üniversitesi, Seramik ve Cam Bölümü'ndeki bütün hocalarım benim yapı taşlarımdır. Onlara olan borcumu çok çalışarak ödeyebileceğimi sanmıyorum. Özellikle kayıt tarihini kaçırdığım halde son dakikada okula girmeme sebep olan, seramik ve cam konusunda önümde birçok pencere açan sevgili hocam Lerzan Özer, şu dakika sizinle konuşabiliyor olmamın en önemli sebebidir. - Tekrar sergiye dönersek, adının "ARAF" olması hakkında ne söyleyebilirsiniz? Kendimce yaptığım küçük röportajlar sırasında mülteci bir gencin söyledikleri benim için çok etkileyici oldu. "Biz artık ne oralıyız ne de buralıyız, tıpkı arafta gibiyiz" dedi. Adeta cennet ve cehennem arasındaki ince hatta sıkışıp kalanlar gibi tarif etti kendisini ve bütün mültecileri. Bu yolculuk da onların Araf'ı. Umuda yolculuk ederken umutsuzluk denizinde yüzerken buluyorlar kendilerini ve hatta hayatlarını yitiriyorlar. - Bazı eserlerinizde sanki denizin içinden bakarak denizin üstündeki bir kayığın altını görüyoruz, insanda biraz yalnızlık duygusu uyandırıyor. Evet tam olarak yalnızlık duygusu ve çaresizlik var orada ama daha da önemlisi ölüm var. Denizde sınırı aşmaya çalışırken can veren bir insan için belki de ölmeden önce, boğulup denizin içinde dibe çökerken ve yukarı çıkıp yaşamaya takati kalmamışken, bütün hayatının son görüntüsü onu umuda taşıyan bir kayığın altı oluveriyor.
- Ülkemizde ciddi bir mülteci nüfusu var ve bu gitgide daha büyük bir sorun haline gelmeye başladı. Bu noktada halkın tepkileri de değişebiliyor. Siz bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunu bir sorun olarak görmemeyi öğrenebilirsek ve aslında sorundan ziyade bir durumun içinde olduğumuz bilincine varabilirsek her şey daha kolay olacak. Bu bizim değil onların kendi içlerinde yaşadıkları bir sorun. Biz onlara bu yolculuklarında ve hayatlarını tekrar inşa ederken sadece destek olabiliriz. Kimse durduk yere hayatını yokmuş gibi bir kenara atıp yollara düşmez. "Off ne güzel oturuyorduk, nereden çıktı şimdi bunlar" diye düşünürsek evet asıl bu büyük bir sorun.
- Ülkemizde insanların sanata bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
İnsanların sanata bakışı sanatın insanlara bakışı ile çok ilintili bence. Sanatın insanlara açtığı pencereler ne kadar çoğalırsa bu pencerelerden bakmaya başlayan insanlar da çoğalacak diye düşünüyorum.
Kaynak: ucankus.com