Şahsi Sözleriyle Şenay Lambaoğlu
Türk cazının en güçlü seslerinden Şenay Lambaoğlu, Esquire Türkiye’ye konuk oluyor.
- Kültür Sanat
- Perşembe 14:23 | 11 Ocak 2024
Röportaj Ece Büyükçolpan
"Müzik bir kesime ait olmamakla birlikte özgürdür ve özgür kalmalıdır."
Size caz müziği sevdiren hangi eser oldu? Nasıl başladınız?
Ben caz müziğini çocukluk yıllarında izlediğim çizgi filmlerle sevdim. Müzikleri besteci Walter Scott Bredley tarafından hazırlanan Tom&Jerry, hala izlemekten keyif aldıklarım arasındadır mesela. Oradaki big band aranjmanları ister istemez hafızanıza kazınıyor. Daha sonra ise kulağıma aşina olan bu müzikleri radyoda duymaya başladım. TRT2 caz kuşağında Ella Fitzgerald, Sarah Vaughan, Milles Davis, Duke Elington gibi star isimlerle tanıştım. O yıllarda internet yok, müzik platformları da. Radyo o yüzden çok kıymetli. Hala iyi bir radyo dinleyicisi olduğunu söyleyebilirim.
Tony Bennett'den dinlediğim How Do You Keep The Music Playing efsane bir parçadır. Caz standartları o yıllarda gerek armoni zenginliği gerekse melodik yapıları bakımından beni çok etkilemiştir. Müzikal kariyerimin yaklaşık 15-20 yılını da bu yönde yoğunlaştırdım.
Caz müziğinin en çok hangi dönemi / hangi sesi size hitap ediyor?
Her döneminin ayrı bir lezzeti var. Ve öncüleri tarafından üretilmiş çok değerli eserlerle anılmaktalar. Benim en sevdiğim dönem ise cazın başka müzik janrlarıyla buluştuğu zamanlara denk geliyor. Müzik bir anda nefes almaya başlıyor, derinleşiyor ve özgürleşiyor. Zor dönemlerde Afrika kökenli Amerikalıların müziğe sığınarak geliştirdiği caz müzik, yeni dünyanın en özgür müzikal ifade biçimi kabul ediliyor. Bugün onlarca alttüre sahip bir müzik türü olan caz, dünyanın her köşesinde farklı sosyal sınıflardan ve kültürlerden insanın dinlediği ve icra ettiği bir müzik olarak tanımlanmakta. Blues'dan soul'a, rap'ten hip hop'a birçok müzik türüyle akraba olan caz, doğaçlamanın özgürlüğünü ve kural tanımazlığını ruhunda taşıyor. İşte bu çok heyecan verici.
En sevdiğiniz üç caz albümü hangisi?
1978 yılında Türkiye'nin ilk caz plağı olarak yayınlanan Jazz Semai; Erol Pekcan, Kudret Öztoprak ve Tuna Ötenel tarafından kaydedilmiş. Yeri o yüzden ayrıdır bende.
1999 yılında yayınlanan Aydın Esen Timescape ve 1974 yılı çıkışlı Flora Purim'in Stories to Tell albümleri ise başucumdadır.
Türkiye'de icra edilen caz müziğin yeteri kadar değer gördüğünü düşünüyor musunuz?
Gerçekçi olmak gerekirse toplumun büyük bir çoğunluğu böyle bir türden bile haberdar değilken, mesela İstanbul gibi bir kentte hangi konserin ya da etkinliğin izlenmesinin seçileceğine kararsız ya da isteksizken, umut bağladığımız caz sever bir kesim de var. Fırsat yaratılırsa bu müzik türü her zaman değer görüyor aslında. Fakat "hak etme", "değerini bulma" aşamaları ise öncelikle o şeyin ne olduğunun bilinmesinden sonra başlayabilir diye düşünüyorum.
Caz müziğin elit kesimin tercih ettiği bir tür olarak algılanmasından dolayı geniş kitlelere ulaşmasında ciddi bir engel olduğu görüşündeyim. Müzik bir kesime ait olmamakla birlikte özgürdür ve özgür kalmalıdır.
Bir Broadway müzikalinde rol alacak olsanız, parladığınız şarkı ne olurdu?
Aklıma ilk gelen, 1972 ABD yapımı dramatik müzikal film Cabaret. 1966 yılında Broadway'de sahnelenen aynı adlı Bob Fosse müzikalinin serbest bir uyarlamasıdır aynı zamanda. Liza Minnelli'nin seslendirdiği Life is a Cabaret diye başlayan şarkıyı çok severim; kendime de yakıştırıyorum. Geçmiş yıllarda bana şans getirmişliği de vardır.
Yeni albümünüz Sözleri Şahsi, hayatınızın hangi döneminde size eşlik ediyor?
Bazen olur ya, durup, "ben ne yapıyorum?" diye sorarız kendimize. Tüm o koşturmanın, trafiğin içinde durmak sadece durmak isteriz. Bu şarkı da tam öyle bir anda çıktı. Hayatı anlamlandırdığımız kadar varız. Yaşamımıza kattığımız anlamlar azaldıkça da varlığımızı sorgulamaya başlarız. Bilgi yani anlam o yüzden çok güçlü, bilmemekse kimi zaman özgürlük. Tüm bu sorgular, sorular sarmalı içinde bu şarkı aslında şahsıma, anlamını arayan tüm şahıslara ve en çok da kadınlara ve kız çocuklarına.