Görkemli sarayları, Ligurya'nın bereketini sofralara taşıyan mutfağı ve konuksever halkıyla tipik bir İtalyan olan Cenova, karmaşık ruhuyla kendine has bir dokuya sahip. Yazı: Türkan DOĞAN Güzel kıyı bölgesi Ligurya'nın başkenti Cenova, tarihi limanı, rengârenk evleri ve sırtını yasladığı dağların heybetli görüntüsüyle İtalya'nın en etkileyici köşelerinden biri. Cenova, yüzyıllardan beri denizcilikle anılan İtalya'nın en büyük, Akdeniz'in ise ikinci büyük liman kenti. Cenova'nın denizle mazisi ise Roma İmparatorluğu'nun bölgedeki hakimiyetinden bile eski. Deniz ticareti, her liman kentinde olduğu gibi Cenova'yı da müreffeh bir merkez haline getirmiş. Keşifler Çağı'nda altın dönemini yaşayan kent, Ligurya'nın refahının da kaynağı olmuş. Kent, 12. ve 13. yüzyıllarda Akdeniz'in en parlak merkezlerinden biriymiş. Tarihte Cenevizlilerin vatanı olan Cenova, ünlü denizcilerin, kâşifl erin de anavatanı. Dünya haritasını değiştiren ünlü kâşif Kristof Kolomb da buralı. Ferrari Meydanı yakınlarındaki ihtişamlı San Lorenzo Katedrali, 14. yüzyıldan beri Cenova yaşamının tanığı. 1098 yılında inşasına başlanan Roma katedrali, farklı dönemlerdeki eklemeler ve düzenlemelerle bugünkü halini almış. Tavanı ve duvarlarındaki işlemeleri göz alıcı olan katedral, ince hatlarıyla oldukça zarif. Bu etkileyici katedral, 1941 yılında bir İngiliz denizaltısı tarafından yanlışlıkla atılan bir füzeden ötürü hasar görmüş. Cenevizliler olarak bildiğimiz Cenovalılar ile bizim hikâyemiz ise oldukça eski. Cenovalılar, bir zamanlar burada, İstanbul'daydı. Galata Kulesi'nin de içerisinde olduğu Galata (Pera), Cenovalıların yaşadığı ve izlerini bıraktığı bir semt. Bu yüzden Galata'da Cenova'yı; Cenova'da ise Galata'yı görürseniz şaşırmayın. Ve kısa bir not: Cenova'nın geçmişteki antik limanı Galata'nın izlerini 2004 yılında kurulan Galata Denizcilik Müzesi'nde görebilirsiniz. Dar sokakları, pastel tonlardaki rengârenk evleri, konuksever halkı ve görkemli saraylarıyla Cenova, etkileyici bir panoramaya sahip. Sırtını heybetli dağlara yaslayan kentin karmaşık ruhuyla kendine has bir dokusu var. Kentteki aceleci ruh, alışılageldik sayfi ye hayatı dışında İtalya'nın bambaşka bir yüzünün de olabileceğini hissettiriyor. Cenova, tarihi limanı kadar gösterişli saraylarıyla da akıllarda yer eden bir kent. Garibaldi, Spinola, Pallavicino ve Doria gibi güngörmüş aileler, geriye görkemli saraylar ve kentin çehresini değiştiren yapılar bırakmış. Bu sarayların birçoğu hâlâ müze olarak konuklarını büyülüyor. Bu göz alıcı Rönesans yapıları, Cenova'nın altın çağının da simgesi. Tereddüt etmeden bu güzel avluların kapısından bambaşka bir dünyaya adım atın. 13. yüzyılın ortalarında inşa edilen ve bugün müze olarak hizmet veren Palazzo Ducale de bu yapılardan biri. İhtişamlı 17. yüzyıl yapışı Palazzo Rosso'nun duvarları ise Veronese, Anthony van Dyck, Dürer ve Strozzi gibi ünlü ressamların eserleriyle süslü. Kentin bir diğer gösterişli sarayı ise ünlü 16. yüzyıl yapısı Palazzo Spinola. Her bir köşesi sanat eserleriyle çevrili olan bu görkemli saray, duvarlarındaki paha biçilmez tablolar kadar göz alıcı. Antik şehir kapıları Porta dei Vacca ile Porta Soprano arasındaki; Via Cairoli, Via Garibaldi ve Via XXV Aprile caddeleri üzerinde kurulan Eski Şehir ise 'caruggi' adlı dar mı dar sokakları, çatal kaşık seslerinin dışarı sızdığı iç içe geçen apartmanlarıyla Cenova'nın karmaşık ruhunu hissedebileceğiniz noktalardan. Bu rutubetli, karanlık ve dar sokaklar, Cenova'nın eski ruhunun simgesi. Ünlü barlar, kafeler ve butikler hep bu noktada. Kentin eskiyle yeni kısımlarını birleştiren Ferrari Meydanı ise günün her saati oldukça canlı. Cenova'nın UNESCO koruması altındaki kültürel mirasını şehri süsleyen yapılar kadar Galata Museo del Mare ve Museo Navale di Pegli gibi müzeler de oluşturmuş. Bu müzelerde Cenova'nın usta denizcilerin kenti olduğunu kolaylıkla anlayabiliyorsunuz. Vaktiniz varsa bugün artık müze olarak kullanılan Kristof Kolomb'un Porta Soprana'da bulunan evi 'Casa di Cristoforo Colombo'yu ziyaret edebilirsiniz. Cenova, zamanının çok ötesinde yapılarıyla da dikkat çeken bir kent. 1500'lü yıllarda dönemin ileri gelen ailelerinin başlattığı yenileşme hareketi Centro Storico bölgesinde yeni bir kentin kurulmasını sağlamış. Orta Çağ'ın gökdeleni denilebilecek bu beş on katlı yapılar, döneminin bir çeşit soylulaştırma hareketi. Daha çok orta sınıfın yerleştiği bu yeni alanlar kente yeni bir çehre kazandırırken üst sınıf, saraylarda ve villalarda yaşamaya devam etmiş. Denizciliğe dair hemen her şeyi barındıran Cenova, Akdeniz'in en önemli kruvaziyer limanlarından da biri. Gemiler buradan Akdeniz'e doğru yola çıkıyor. Bu güzel limandaki Orta Çağ yapısı olan deniz feneri 'La Lanterna' ise 40 metrelik bir kayalığın üzerinde yükseliyor. Akdeniz'i aydınlatan bu güzel deniz fenerinin gözlem kulesine çıkın ve Cenova'da güneşi batırmanın tadını çıkarın. Cenova, aynı zamanda Avrupa'nın en büyük ikinci akvaryumu olan Acquario'ya da ev sahipliği yapıyor. 15 bin deniz canlısının yaşadığı akvaryum, özellikle çocuklu gezginler için önemli bir turistik rota. İhtişamlı yapıları, tarihi limanı ve İtalyan tatlı hayatının kalbi olan yeme içme duraklarıyla Cenova, özellikle deniz tutkunlarını mutlu edecek kentlerden biri. Yolunuzu Cenova'ya düşürdüğünüzde Akdeniz'in bütün zenginliğinin vaktiyle bu topraklarda olduğunu keşfedeceksiniz. ÜÇ FARKLI ROTA İLE BÜYÜLEYİCİ LİGURYA Başkent Cenova'yı gönlünüzce gezdiyseniz sırada İtalyan riviera hayatının merkezi olan Ligurya'nın gözbebeği olan bölgeler var. Bir zamanlar bir balıkçı kasabasıyken kaderi 'I Found My Love in Portofino' şarkısıyla değişen; dünya sosyetesinin gözbebeği Portofino; uçurumlara asılmış gibi duran kasabalarıyla Cinque Terre ve kartpostalları andıran ikonik manzaralarıyla Camogli... Hepsi Ligurya'nın bereketli topraklarının üzerinde. Portofino: Cenova'dan günübirlik tekne turlarıyla ziyaret edebileceğiniz Portofino, yıllar içinde ününe ün katsa da sıkı koruma önlemleri sayesinde güzel ve huzurlu kalmayı başarıyor. Kasabada konaklanabilecek yalnızca üç otel var, bu durum ise Portofino'yu günübirlik bir rota haline getirmiş. Limana demirlenen koca yatlar ise kasabanın balıkçı köyünden lüks bir tatil beldesine dönüşmesini sağlamış. Siz de Portofino'da aşkı bulur musunuz, bilemeyiz; ancak sıcacık bir güneş, güzel bir sahil, lüks butikler ve şık restoranlarla karşılaşacağınız kesin. Portofino'da St. Martin Kilisesi ve tepedeki kale Castello Brown'ı ziyaret etmeyi unutmayın. Cinque Terre: Cenova'yı bahane edin ve Portofino'nun lüksünün size yaşatamayacağı huzuru Cinque Terre'de yaşayın. Güzel sahiller, yürüyüş rotaları, kendine has lezzetler ve Cinque Terre üzümüyle yapılan ünlü şaraplarla kendinizi bambaşka bir âlemde hissedin. Cinque Terre, bir zamanlar balıkçı köylerinden oluşurken bugün turist kalabalıklarına rağmen hâlâ çok güzel. Uzun sahil şeridiyle Monterosso; sarp kayalıklarıyla Vernazza, bir uçurumda asılı kalmış Manarola, kartpostalı andıran görüntüsüyle Riomaggiore ve çarpıcı manzaralarıyla Corniglia... Cinque Terre'nin dik yamaçları arasındaki ünlü parkurlarda uzun yürüyüşler yapmayı unutmayın. Comogli: Kendine has bir İtalyan olan Camogli'nin ismi 'balığa giden kocalarını kıyıda bekleyen kadınlar' anlamında kullanılan 'cassa della mogli'den geliyormuş. Bu hoş kıyı kasabası sadeliği ve lokal lezzetleriyle zaman zaman gösterişli Portofino'dan bile çekici. NEREDE, NE YEMELİ? Alp Dağları ile deniz arasında yer alan Ligurya, kuzeyde ve dağlık bir bölgede yer alması nedeniyle kendine has bir mutfağa sahip. Bölgede otlak alanların az olması hayvancılığın yapılamamasına, yani et yerine deniz ürünlerinin ve sebzenin merkezinde olduğu bir mutfağın gelişmesine neden olmuş. Taze deniz ürünleri ile dağların eteğine serilen tarlalarda yetişen sebze ve meyveler, Ligurya mutfağının temelini oluşturmuş. Fesleğen, nohut, çamfıstığı, sarmısak ve deniz ürünleri, bu güzel kıyı mutfağının demirbaşları. Sözünü ettiğimiz, fesleğenle yaratılan harika sos pestonun, nohut unuyla yapılan 'farinata'nın ve soğanlı ya da domatesli hamur işi 'focaccia'nun çıktığı dillere destan Ligurya mutfağı. Bölgede yemeden dönmemeniz gereken birkaç Ligurya klasiği var ki tadını unutmanız da zaten pek olası değil. Midye, kalamar ve diğer deniz ürünlerini her daim taze yiyebileceğiniz Ligurya'da, fasulye ve patatesle hazırlanan geleneksel makarna 'trofie a la Genovese'i denemeden dönmeyin. 'Ciuppin' isimli karışık deniz ürünlü çorba ise tarihte denizcilerin geliştirdiği geleneksel bir lezzet. Ombre Rosse: Bir Orta Çağ yapısında yer alan mekân, loş ortamı ve romantik dokusuyla akşam yemekleri için ideal. İç tasarımı ve kütüphanesiyle dikkat çeken mekânın bahçesi de oldukça hoş. Cenova'nın geleneksel lezzetlerini tadabileceğiniz Ombre Rosse, deniz ürünleri ve pesto soslu yemekleriyle ünlü. Trattoria dell'Acciughetta: Ligurya mutfağının zenginliğini sunan restoranın öğlen ve akşam yemeği mönüsü her gün değişiyor. Mekân, ançüezli çorba, frittata ve 'trofie a la Genovese'i tatmak için ideal. Rezervasyon yapmak şart.