Karanlık yönleriyle Robert Pattinson
Hâlâ gencim, bu karşıma çıkan bir şans diyordum…"
O da araştırmaya başladı. Mercedes- Benz'in Sprinter'ı derli topluydu; arka tarafta bir duşu ve tuvaleti de vardı. Ama hayır.
"Sprinter fazla havalı. İlgi çekiyor. Ben de transit vanları modifiye etmek için farklı şirketlerle konuştum ama karmaşık bir iş bu," diyor. "İçeriye tuvalet ve duş yaptırdın mı aracı sigortalamıyorlar falan filan."
Yine de bu fikri tamamen silip atmış değil. Belki bir gün. Şimdilik Nebraska yerine yolun beş dakika aşağısına taşınmış, tepelerde münzevi bir köşkte oturuyor. Ama bu sefer Spartalılar gibi tek başına gitmemiş: 'Twigs' ile birlikte; FKA Twigs olarak da bilinen Britanyalı şarkıcı ve küçük köpekleri Solo ile birlikte yaşıyorlar. Üç yıl birlikte yaşadıktan sonra nişanlanmalarına rağmen onun hakkında konuşmuyor. Bunun için onu suçlayamıyorum; Twi'nin sadık hayranları Twigs'i zaten ırkçı bir taciz fırtınasına maruz bırakmışlar. Kısmen de bu yüzden yılın yarısını Londra'da, doğuda, Hackney Downs yakınlarında geçiriyorlar (Hipsterlik Düzeyi: Yüksek).
Pattinson, memleketinde artık pek az tacize uğruyor. "Bisikletimle etrafta geziyorum," diyor, "Neredeyse bir hayalet gibiyim."
2014'te Safdie Kardeşler'in filmi 'Heaven Knows What'tan bir resmi gördüğünde aklı fikri #vanlife'taymış. Resim, pembe/mavi ışıkta oyuncu Arielle Holmes'a yapılmış bir yakın çekimmiş, sanki uyuşturucunun etkisindeymiş gibi gözleri çukur ve kaymış gibiymiş; Josh Safdie Manhattan metrosunda ona yaklaşıp onunla ilgili bir film çekmeyi önerdiği güne kadar evsiz bir keş olan Holmes, filmde kendini canlandırmış. Resmin gerçekçiliği bariz biçimde ortadaymış. Pattinson, o anda oltaya takılmış: "Bu insanlarla çalışmam lazım." demiş.
"Resim o kadar güzeldi, o kadar inanılmaz bir his veriyordu ki, üstelik adamlar ABD'liydi. Normalde böylesi bir görüntü söz konusuysa yönetmen Çek falan çıkar," diyor. "Temsilcilerim bile onları duymamıştı, o zaman anladım ki bir şeyleri herkesten önce fark etmiştim." Bu, Pattinson'un en sevdiği şey – bir şeyler keşfetmek.
Daha filmi bile izlemeden Safdie'lere iltifatlarla dolu bir e-posta göndermiş, daha önce denenmiş bir taktik. "Temelde şunu diyordum, 'Bakın, numara yapmıyorum. Ben nadiren bir şeyleri beğenirim ama yaptığınız şeyi beğendim, sizin iyi olduğunuzu düşünüyorum ve… biliyorum!' Sonra da onları sürekli telefonla aradım."
Bu numarayı daha önce James Gray'a ve (şu anda sonraki filmi 'High Life'ı çeken) Fransız yönetmen Claire Denis'e de yapmış. Bu strateji işe yarıyor. "Yaklaşık dört yıl önce fark ettim ki, birlikte çalışmaya başlamanın en iyi yolu bu. Temsilcilerime bile söylemiyorum."
Josh Safdie, başlarda tereddüt etmiş. O sıralarda New York'ta elmas satışı yapılan bir mahalle ile ilgili bir film üzerinde çalışıyormuş ve Pattinson o film için uygun değilmiş. Ama iyi anlaşmışlar ve yüz yüze geldiklerinde Josh bir şey fark etmiş: "Sanki yaralı bir savaş gazisi hissi veriyordu bana, sanki hayatında ciddi bir travma yaşamış gibiydi ve sürekli dolanmak istiyordu, görülmek istemiyordu. Bunun kaçan bir adam için mükemmel olduğunu düşündüm." Böylece Safdie'ler Pattinson için bir proje yaratıp filmi onun üzerine inşa ettiler.
"Josh ve Benny'nin özelliği," diyor Pattinson, "Enerjileri ve güçleri. Büyüleyiciler. Filmleri de aynı öyle, sanki otomobilde çok fazla benzin var gibi! O enerjiyi, o süper gücü ben de istedim. Daha önceleri yaptığım birçok şey tepkiseldi, yani bir durumun içine zorla sokulmak istiyordum. Onların stili de bu: Raydan çıkmış tren gibi. Onların tarzı panik. Ben de kısmen öyle biriyim. O zaman şöyle dedim kendi kendime, 'Sürekli zorla onları, olabildiğince atılgan ol.'"
Hikâyenin merkezinde, zihinsel engelli erkek kardeşi Nick'in – Benny Safdie bu rolü mükemmel biçimde oynamış – bir hastaneye yatırılması düşüncesine dayanamayan, sosyopat bir sokak suçlusu olan Connie var. Bu yüzden Connie kardeşinin bir banka soygununa götürüyor (bir dizi berbat kararın ilki bu) ve kaos gitgide büyüyor. Sizi yakalarınızdan tutup sarsan ve 100 dakika boyunca bırakmayan bir film.
Pattinson şimdiye kadar hiç yapmadığı bir şeyi yapıp yazım sürecine dahil olmuş. O sırada 'The Lost City of Z' filminin çekimleri için Kolombiya ormanlarındaymış ve başlı başına mükemmel bir deneyim yaşıyormuş; sakallarının içinde bulduğu larvalara ve sinek tarafından ısırılan ekip çalışanlarına dair harika hikâyeleri var. Ama günün sonunda Safdie'lerden Connie Nikas, suçlular, filmlerinin geçtiği evren gibi konular hakkında bir sürü e-posta yolluyormuş, gelen kutusuna (belli ki Amazonlarda da Wi-Fi var.).
Büyük özen göstererek Connie'ye bir geçmiş yaratmışlar ve Robert bu süreçte yönetmen biraderlere ilham veren kitapları okumuş; Norman Mailer'dan The Executioner's Song ve Jack Henry Abbott'tan In the Belly of the Beast. Gönderdikleri belgeselleri izlemiş; özellikle aklında kalanlar John Alpert'ten 'One Year in a Life of Crime' (1989) ve 1990'larda çok popüler olan ve polislerin her türden sokak suçlusunu kovalayıp tutukladığı TV belgesel dizisi 'Cops'ın bölümleri. Josh'a göre "ABD'nin en iyi TV programı". O bölümlerde Connie Nikas karakterini oluşturmakta faydalı olabilecek bir sürü diyalog ve davranış bulmuşlar. Pattinson, Queens'e taşınmaya karar verdiğinde zaten işin yarısını halletmişler.