Röportaj: Sanjiv BHATTACHARYA Fotoğraflar: Carin BACKOFF Moda Editörü: Catherine HAYWARD Derleme: Erkin ÇAM Esquire'la son görüşmesinden bu yana geçen üç yılda Robert Pattinson, kariyerinin başlangıcındaki 'ergen kahramanı' histerisinin ötesine geçerek kendisini dışavurumcu bir aktör olarak yeniden tanımlamaya adadı. Zorlu bir soygun gerilimi olan 'Good Time' adlı yeni filminde soğukkanlı bir suçlu olarak eski rollerinin kefaretini ödüyor ve neredeyse doğaüstü bir şeyi başarıyor: New York'ta tanınmadan dolaşıyor! Geçtiğimiz yıl çektiği son filmi olan 'Good Time' sırasında Robert Pattinson, güne koşuyla başlıyordu ve her koşuya çıktığında tanınıyordu. Önceleri 'Twilight' filmindeki mutsuz vampir Edward Cullen rolüyle tanınan 31 yaşındaki aktör için hayat böyle bir şeydi. Beş yıl ve beş film sonrasında kendi neslindeki hiçbir aktöre nasip olmayan düzeyde büyük ve tutkulu biçimde takip edilir oldu ve kendi şöhretinin esiri haline geldi. Kapısında bekleyen paparazziler nedeniyle Los Angeles Griffith Park'taki evini satmak zorunda kaldı. Her yerde takip ediliyor ve bu durumdan kurtulmak için çeşitli Jason Bourne numaraları yapıyordu: arkadaşları ve asistanları ile restoran tuvaletlerinde kıyafet değiştiriyor, bazen önden beş tane boş otomobil göndermek zorunda kalıyordu. Başarısız olduğunda ise; mesela bir tweet ile yeri belli edildiğinde, paparazzi orduları ve hayran kitleleri çılgınlar gibi ve bağıra çağıra, aynı Dothraki atlıları gibi ufukta belirip ona doğru koşuyordu. Ama bu koşular sonrasında olağandışı bir şey oldu. 'Good Time' filmindeki karakteri Yunan asıllı Amerikalı Queens gangsteri Connie Nikas'ın kostümlerine büründü ve bakışlar sona erdi. Sokaklarda tacize uğramadan yürüyebiliyordu. Yeni filminde açık ara en iyi performansını sergiledi ve bu eklektik, adrenalin dolu filmle günümüzün en esaslı aktörlerinden biri oluverdi. Ama filmin sağladığı bu anonimlik hediyesi de aynı derecede değerli. Good Time bir yandan Pattinson'un adını ışıklarla yıldızların adları arasına yazarken bir yandan da arka planda kaybolabilmesine olanak sağladı. Bu filmi çekmek, ona hayatını geri verdi. Mahkûma hücrenin anahtarları verildi, çünkü Pattinson artık Nikas olarak ortalıkta gezebiliyor. Özgür oldu. 'İnanılmazdı. Görünmezlik pelerini,' diyor. 'Nasıl yapılabilir diye hep merak ediyordum, yüzünde ufak bir değişiklik yapmak… Böyle bir şey varmış. Artık biliyorum. Sakalının rengini koyultuyorsun, sivilce-yara izi yapıştırıyorsun ve insanlar artık yüzüne bakıyor ve onlarda en ufak bir pırıltı görmüyorsun. Bu muhteşem. Ayrıca küpeler de var, sahte elmas küpeler de çok işe yarıyor.' Bugün de biraz Connie Nikas'a benziyor aslında. Batı Hollywood'da, üyelere özel bir kulüpteyiz; kapüşonlu bir montun üzerine spor bir ceket giymiş, yazın en sıcak günlerinde olmamızı umursamıyor. Bir nevi hipster olmuş. 'Bugün artık hipster olmayan kaldı mı? Bence artık normal kültür bu,' diyor. 'Neyse, bunu eBay'de buldum, biliyor musun… Okul döneminden kalmış olsa ne havalı olurdu, keşke 'Yüzyıllardır bendeydi bu. Şimdi de aynen 12 yaşımda giyindiğim gibi giyiniyorum.' diyebilseydim.' Mutlu görünüyor, enerjik, geveze. Elleri sürekli hareket ediyor, ceketi hışırdayıp duruyor, bir kürdanı çiğniyor ve başını arkaya yaslayıp kahkahalar atıyor. Bahiste parayı kendisine yatırmış ve kazanmış biri gibi görünüyor, aslında durum tam da bu. Buraya da bunu söylemek için geldi: Hayatta neyi istiyorsanız onun peşinden koşun, risk alın, neticede insanların ne düşündüğü kimin umurunda ki? Bu sizin hayatınız, onların değil. Pattinson ile Esquire için son görüştüğümde, üç yıl önce, bahis oynamıştı ama sonucu henüz bilmiyordu. Öğlen yemeği için evime gelmişti, barbekü yapmıştık, biralar vardı – ünlülerin asla yapmadığı şeyler – ve 'The Rover'dan bahsetmiştik; yani yönetmen David Michôd (Animal Kingdom) ile çektiği filmden. 'Twilight'tan uzaklaşan ve 'Good Time'a, yani istediği hayata doğru giden rotadaki ilk ciddi adımıydı. Kendisiyle bir anlaşma yapmıştı, artık sadece daha önce yaptığı işlere benzemeyen rolleri kabul edecekti, böylece hem bir aktör hem de bir insan olarak ufkunu genişletecek ve hiçbir ödün vermeden sadece sevdiği filmcilerle çalışacaktı. Böylece 'Twilight' sonrasında özgeçmişinde sadece bir dizi auteur (kendi bakış açısını ve tarzını yansıtabilen) yönetmen ve çok para kazandırmasa da her zaman ilgi uyandıran bir dizi film var. 'The Rover'dan sonra ikinci filmi David Cronenberg'in 2014 tarihli 'Maps to the Stars' oldu; sonra da arkadaşı Brady Corbet'in 'The Childhood of A Leader'i ile filmcilerin filmcisi James Gray ile 'The Lost City of Z'yi çekti. Elbette Safdie Kardeşler Josh ve Benny'nin 'Good Time'ını da unutmamak gerek. O sıralarda, 2014'te, rap menajeri Suge Knight ile komşuydu ve Mulholland Drive'da kapalı bir sitede oturuyordu ve hâlâ 'Twilight' hayranlarından saklanıyordu. 'Ah, asistanımı özlüyorum,' diyor. 'Şimdi Phoenix'te emlakçılık yapıyor. Artık bana dayanamıyordu. 'Bütün gün video oyunu oynuyorsun!' diyordu.' Pattinson, o sıralarda zamanının çoğunu tek bir oda içinde, film izleyip kitap okuyarak geçiriyordu. Bugün de pek farklı değil. 'O eve ait en tatlı hatıram, sanırım 'Game of Thrones'un ilk üç sezonunu dört günde seyretmekti.' Gülüyor. 'En tatlı hatıramın bu olması ne kadar sıkıcı!' Kaçmayı hayal ediyordu. Instagram'da kamp vanları içinde özgür ruhlu bir yaşam süren, bir hamaktan, şiir kitaplarından ve plaza ofislerinde çalışan insanları sinir etmek için selfie çekmelerini sağlayan cep telefonlarından başka malı mülkü olmayan, genç ve çekici sörfçü tiplerin yeni hippi dünyasını öven #Vanlife hareketinin paylaşımlarını takıntılı biçimde takip ediyordu. 'Neredeyse ben de yapacaktım,' diyor Pattinson. 'Kesinlikle bir van içinde yaşayacaktım, hem de herhangi bir van değil – görünmez bir van! Bu özel bir niş alan, karavanda yaşamak gibi değil. Görünmez vanlar normal transit vanlara benziyor, caddenin kenarına park edebiliyorsun, sıhhi tesisatçı tabelası asıyorsun dışına, seni kimse fark etmiyor.' Van hayatı anonimlik, özgürlük ve hareketlilik vadediyordu; yani özlediği ve istediği şeyleri. 'Gecenin bir yarısı olduğunuz yeri bırakıp mesela Nebraska'ya doğru yol almaya başlayabilirsiniz,' diyor. 'Ayrıca güneş enerjisi sayesinde elektrik şebekesine bağımlı olmaktan da kurtuluyorsunuz. Bunu çok sevmiştim. Hâlâ gencim, bu karşıma çıkan bir şans diyordum…' O da araştırmaya başladı. Mercedes- Benz'in Sprinter'ı derli topluydu; arka tarafta bir duşu ve tuvaleti de vardı. Ama hayır. 'Sprinter fazla havalı. İlgi çekiyor. Ben de transit vanları modifiye etmek için farklı şirketlerle konuştum ama karmaşık bir iş bu,' diyor. 'İçeriye tuvalet ve duş yaptırdın mı aracı sigortalamıyorlar falan filan.' Yine de bu fikri tamamen silip atmış değil. Belki bir gün. Şimdilik Nebraska yerine yolun beş dakika aşağısına taşınmış, tepelerde münzevi bir köşkte oturuyor. Ama bu sefer Spartalılar gibi tek başına gitmemiş: 'Twigs' ile birlikte; FKA Twigs olarak da bilinen Britanyalı şarkıcı ve küçük köpekleri Solo ile birlikte yaşıyorlar. Üç yıl birlikte yaşadıktan sonra nişanlanmalarına rağmen onun hakkında konuşmuyor. Bunun için onu suçlayamıyorum; Twi'nin sadık hayranları Twigs'i zaten ırkçı bir taciz fırtınasına maruz bırakmışlar. Kısmen de bu yüzden yılın yarısını Londra'da, doğuda, Hackney Downs yakınlarında geçiriyorlar (Hipsterlik Düzeyi: Yüksek). Pattinson, memleketinde artık pek az tacize uğruyor. 'Bisikletimle etrafta geziyorum,' diyor, 'Neredeyse bir hayalet gibiyim.' 2014'te Safdie Kardeşler'in filmi 'Heaven Knows What'tan bir resmi gördüğünde aklı fikri #vanlife'taymış. Resim, pembe/mavi ışıkta oyuncu Arielle Holmes'a yapılmış bir yakın çekimmiş, sanki uyuşturucunun etkisindeymiş gibi gözleri çukur ve kaymış gibiymiş; Josh Safdie Manhattan metrosunda ona yaklaşıp onunla ilgili bir film çekmeyi önerdiği güne kadar evsiz bir keş olan Holmes, filmde kendini canlandırmış. Resmin gerçekçiliği bariz biçimde ortadaymış. Pattinson, o anda oltaya takılmış: 'Bu insanlarla çalışmam lazım.' demiş. 'Resim o kadar güzeldi, o kadar inanılmaz bir his veriyordu ki, üstelik adamlar ABD'liydi. Normalde böylesi bir görüntü söz konusuysa yönetmen Çek falan çıkar,' diyor. 'Temsilcilerim bile onları duymamıştı, o zaman anladım ki bir şeyleri herkesten önce fark etmiştim.' Bu, Pattinson'un en sevdiği şey – bir şeyler keşfetmek. Daha filmi bile izlemeden Safdie'lere iltifatlarla dolu bir e-posta göndermiş, daha önce denenmiş bir taktik. 'Temelde şunu diyordum, 'Bakın, numara yapmıyorum. Ben nadiren bir şeyleri beğenirim ama yaptığınız şeyi beğendim, sizin iyi olduğunuzu düşünüyorum ve… biliyorum!' Sonra da onları sürekli telefonla aradım.' Bu numarayı daha önce James Gray'a ve (şu anda sonraki filmi 'High Life'ı çeken) Fransız yönetmen Claire Denis'e de yapmış. Bu strateji işe yarıyor. 'Yaklaşık dört yıl önce fark ettim ki, birlikte çalışmaya başlamanın en iyi yolu bu. Temsilcilerime bile söylemiyorum.' Josh Safdie, başlarda tereddüt etmiş. O sıralarda New York'ta elmas satışı yapılan bir mahalle ile ilgili bir film üzerinde çalışıyormuş ve Pattinson o film için uygun değilmiş. Ama iyi anlaşmışlar ve yüz yüze geldiklerinde Josh bir şey fark etmiş: 'Sanki yaralı bir savaş gazisi hissi veriyordu bana, sanki hayatında ciddi bir travma yaşamış gibiydi ve sürekli dolanmak istiyordu, görülmek istemiyordu. Bunun kaçan bir adam için mükemmel olduğunu düşündüm.' Böylece Safdie'ler Pattinson için bir proje yaratıp filmi onun üzerine inşa ettiler. 'Josh ve Benny'nin özelliği,' diyor Pattinson, 'Enerjileri ve güçleri. Büyüleyiciler. Filmleri de aynı öyle, sanki otomobilde çok fazla benzin var gibi! O enerjiyi, o süper gücü ben de istedim. Daha önceleri yaptığım birçok şey tepkiseldi, yani bir durumun içine zorla sokulmak istiyordum. Onların stili de bu: Raydan çıkmış tren gibi. Onların tarzı panik. Ben de kısmen öyle biriyim. O zaman şöyle dedim kendi kendime, 'Sürekli zorla onları, olabildiğince atılgan ol.'' Hikâyenin merkezinde, zihinsel engelli erkek kardeşi Nick'in – Benny Safdie bu rolü mükemmel biçimde oynamış – bir hastaneye yatırılması düşüncesine dayanamayan, sosyopat bir sokak suçlusu olan Connie var. Bu yüzden Connie kardeşinin bir banka soygununa götürüyor (bir dizi berbat kararın ilki bu) ve kaos gitgide büyüyor. Sizi yakalarınızdan tutup sarsan ve 100 dakika boyunca bırakmayan bir film. Pattinson şimdiye kadar hiç yapmadığı bir şeyi yapıp yazım sürecine dahil olmuş. O sırada 'The Lost City of Z' filminin çekimleri için Kolombiya ormanlarındaymış ve başlı başına mükemmel bir deneyim yaşıyormuş; sakallarının içinde bulduğu larvalara ve sinek tarafından ısırılan ekip çalışanlarına dair harika hikâyeleri var. Ama günün sonunda Safdie'lerden Connie Nikas, suçlular, filmlerinin geçtiği evren gibi konular hakkında bir sürü e-posta yolluyormuş, gelen kutusuna (belli ki Amazonlarda da Wi-Fi var.). Büyük özen göstererek Connie'ye bir geçmiş yaratmışlar ve Robert bu süreçte yönetmen biraderlere ilham veren kitapları okumuş; Norman Mailer'dan The Executioner's Song ve Jack Henry Abbott'tan In the Belly of the Beast. Gönderdikleri belgeselleri izlemiş; özellikle aklında kalanlar John Alpert'ten 'One Year in a Life of Crime' (1989) ve 1990'larda çok popüler olan ve polislerin her türden sokak suçlusunu kovalayıp tutukladığı TV belgesel dizisi 'Cops'ın bölümleri. Josh'a göre 'ABD'nin en iyi TV programı'. O bölümlerde Connie Nikas karakterini oluşturmakta faydalı olabilecek bir sürü diyalog ve davranış bulmuşlar. Pattinson, Queens'e taşınmaya karar verdiğinde zaten işin yarısını halletmişler. Pattinson, metot oyunculuğu yapmıyor; 15 yaşında Barnes Tiyatro Kumpanyası'nda aldığı kısa eğitim pek de önemli değil zaten. Safdie'ler onu yeni bir emprovizasyon ve araştırma düzeyine getirmiş. Robert'e Connie olarak Nick'e hapishaneden mektuplar yazdırmışlar. Beraber Manhattan Hapishane Kompleksi turuna bile katılmışlar. 'Rob geldiğinde Connie olmuştu ama henüz aksanı uygun değildi, o da etrafta dolaştı ve sessiz kaldı,' diyor Josh Safdie. Connie'nin arkadaş olabileceği insanlarla tanışmışlar. 'Aslında Yonkers'daki Lucky'nin otomobil tamirhanesindeki arkadaşlarımdı onlar. Benny'yi Nick olarak yanımızda götürüyorduk.' Bundan sonra Rob ve Benny karakterlerini gerçek dünya ile tanıştırmışlar, Dunkin' Donuts'a gitmişler, hatta bir hafta boyunca beraber bir otomobil yıkamacıda çalışmışlar. 'İşleri bittiğinde otomobilleri Nick çıkartıyordu,' diyor Benny. 'Ama Nick'in sorunları var. Connie'nin yapmasını istediklerini yapamıyor, bu yüzden aralarında bir gerilim oluşuyor, neredeyse şiddete varacak düzeyde. Biz de tam bunu istiyorduk. Rob'un belirli anlarda hissedeceği bir duygu geçmişi olmasını istiyorduk.' İşin kritik yanı, kimse bu süreçte Pattinson'u rahatsız etmemiş. Otomobil yıkama şirketinin müdürü dışında kimse onun kim olduğunu bilmiyormuş, kimse de sormamış. Tam bir aydınlanma yaşamış orada. Connie olarak – giysiler, saç ve makyajla – Pattinson o kadar tanınmaz hale gelmiş ki filmin sonlarına doğru bir sahneyi çekerlerken yerel halk onun aktör olarak bile görmemiş. Mahallede bir ünlü olduğunu biliyorlarmış ama o ünlünün Bradley Cooper olduğunu sanıyorlarmış. 'Dolu bir asansörün içindeydim bir defasında, insanlar bana 'Hey, sen Bradley Cooper'ın koruması mısın?' diye sordular, çok şaşırtıcıydı,' diyor Pattinson. 'Good Time'ın en eğlenceli yönlerinden biri de Robert ile karakteri Connie'nin gerçekte ne kadar farklı olduğunu hatırlamak. Pattinson, Güneybatı Londralı, Barnes'taki güzel bir devlet okulu olan Harrodian'a gitmiş. Klasik otomobil satıcısı bir babanın ve model menajeri bir annenin oğlu olarak, orta sınıf ve konforlu bir ortamda büyüyen, aktörlüğe geçmeden önce bir müzik kariyeri olan (Grubunun adı: Kötü Kızlar) sanatçı bir kişilik. Gerçek hayatta hiç Connie Nikas gibi karakterlerle karşılaşmamış, bu yüzden karakterleri hayal etmek durumunda kalmış; onun deyimiyle 'fantezi figürleri' yaratmış. Bu yüzden de onlardan pek etkilenmemiş. 'Büyürken Al Pacino'yu seyrediyorsun ve onun gibi olmak istiyorsun,' diyor ve gülüyor. 'Şimdiden salak gibi konuşuyorum, kendimi Pacino ile karşılaştırıyorum!' Ama haklı olduğu bir yan var; Pattinson'un Connie'si Pacino'nun 'Dog Day Afternoon'daki Sonny'si ya da Robert De Niro'nun 'Mean Streets'teki Johnny Boy'u gibi – bu karakterler Pattinson gibilerin aktör olmaya heves etmesinin temel sebepleri. Tüm orta sınıf ergenleri gibi o da Connie'nin özgünlüğünü istiyordu zamanında. 'Herkes 'Ben de zor zamanlar geçirdim' falan demek ister. Hatta okuldaki bazı çocuklar sert herifler gibi görünmeye o kadar takmışlardı ki kafayı, sonuçta sert oldular. İnsanları soyuyorlardı. 'İnsanları niye soyuyorsunuz yahu? Wimbledon'da yaşıyorsunuz zaten!' demek geliyordu insanın içinde. Ama ilerlemeyi görebiliyordunuz,' diyor. 'İhtiyaçtan değil istekten doğan bir değişim. Büyüleyici.' Pattinson ise sadece yalan söylüyordu. 'Bana göre gerçek olmanın en iyi yolu taklit etmekti! Küçükken sürekli yalan söylerdim. Londra aksanıyla konuşmama rağmen insanlara Yorkshire'da bir çiftlikte büyüdüğümü söylerdim. Ancak bu kadar cesur olabiliyordum.' Kendi suç hayatı ise ünlü ABD'li sunucu Howard Stern'e söylediğine göre 11 yaşında porno dergiler çalmakla sınırlı kalmış. Elbette yakalanmış ve ne kadar rezil olduğu hafızasına kazınmış: Emekli maaşını çekmeye gelmiş bir sürü yaşlı kadının önünde dükkân sahibi çantasını açmış ve bir sürü porno dergi çıkarmış arka arkaya. 'Ne kadar ağladığımı falan hatırlıyorum. Ümitsiz durumdaydım!' diyor. 'Annem duyduğunda da arkadaşlarımdan birine yıktım suçu: 'Dan yaptı!' dedim. Köşeye kıstırılınca ve kaçacak yeriniz kalmadığında çok korkuyorsunuz. İnsanlar bazen acil bir durumda nasıl davranacağınızı sorar ya, ben biliyorum cevabımı. Ben bir korkağım! Çok belli bu!' Her ne kadar korkak dese de, kendisini geri planda tutan, arkadaş canlısı yüzünün arkasında ciddi bir güç var. Herkes kolay kolay ürkek bir çocuk olduğunu kabullenemez, ya da sürekli yalan söylediğini – çünkü özgüveni olmayan insanlar kusurlarını bu kadar rahatça söyleyemez. Örneğin Connie rolünü bu kadar çekici bulmasının sebeplerinden biri, bu karakterin bu kadar utanmaz ve korkusuz olması. 'Ben bunun tam tersiyim. Utanç insanı felce uğratan bir his. Ne olduğunu tam olarak bilmiyorum, başka hiçbir hisse benzemiyor. Ben de bu yüzden doğrudan kendi kişiliğimin öğeleriyle savaşmaya çalışıyorum.' Josh Safdie, Pattinson'un tutkulu yanını en baştan fark etmiş. 'Onda heyecanlı bir yan var,' diyor. 'Manik bir dünyayı fethetme arzusu. Bunu görmek beni mutlu etmişti.' Kendini her ne kadar hakir görse de, 'Twilight' sonrasında başardıklarından gurur duymalı. Elbette sonraki film seçimlerinden hiçbiri ticari seçimler değil, bu da onun tam aradığı şey: Düşük bütçeli, bağımsız yapımların daha rahat kâra geçtiğini söylüyor ve onun uluslararası bir yıldız olması nedeniyle, ki bunda 'Twilight'ın payı göz ardı edilemez, dinlenmeye vakit ayırabiliyor. Hatta bazen bu projeler sırf onun dâhil olması sayesinde gerçekleştirilebiliyor. Ama sanatsal yönden – ki bu açıdan kesinlikle korkak denemez ona – her proje bir risk, bir test, bir sıçrama, ama bir yandan da bir başarısı olma ve herkesin önünde kıç üstü oturma fırsatı. Ama o da böylesini seviyor. Gerginlik, başarısızlık riski onun ilgisini sıcak tutuyor. 'Büyük dağlara tırmanmayı seviyorum,' diyor. 'Bazı işleri yapacağımı kimse düşünemezdi ve bunun için de onları suçlamıyorum.' Peki neden kendi tipine bu kadar ters olan rolleri kabul ediyor? Omuz silkiyor. 'Sanırım sadece başarabileceğimi göstermek için.' Hesap geldiğinde, Pattinson neşeyle bir başka kürdan alıp kemirmeye başlıyor. Bu sefer çok dikkatli. Bir bira bile içmedi. 'İçersem saçmalarım,' diyor. 'Hatta muhtemelen şu anda bile saçmalıyorum!' Aslında bu gece 'Good Time'ın yapımcılarıyla bir konyak tadımına gidecekler, hakkını ona saklıyor. Basın turunun bile çok yorucu olmaması onu eğlendiriyor. Birazcık haylazlık yapmaya izin var. Jimmy Kimmel Live! programında Josh Safdie ile azıcık dalga geçmek istemiş ama işler sarpa sarmış. Kimmel ile konuşurken Safdie'nin ondan bir köpeğe mastürbasyon yapmasını istediğini söylemiş. '(Hayvan hakları derneği) PETA'yı kızdırdı… Hatta herkesi kızdırdı. Neredeyse bir buçuk gün boyunca tam bir Amerikan şamatasına neden oldu,' diyor Josh. 'Tam bir piç kurusu. Ama öyle olmasını seviyorum.' Pattinson aslında çoğunlukla sakin bir hayat sürüyor. O, Twigs ve Solo evde takılıyorlar. İş yapmadığı zaman da iş aradığını söylüyor. 'Neredeyse her gün Loot'un sayfalarında geziniyorum. İşsiz bir insanın hayatını yaşıyorum.' Ona göre bu sanat filmleri seyretmek, film meraklılarının web sitelerinde gezmek ve – 'Game of Thrones yayında olmadığında – ortada bir proje veya teklif yokken yönetmenleri aramak demek. Birkaç hafta içinde Claire Denis ile birlikte çekeceği film için kozmonot eğitimi almak üzere Almanya'ya gidecek. Yine bir eski hükümlüyü oynayacak, ama bu sefer oynadığı karakter insan üremesi üzerine uzayda yapılan deneylere katılacak. 'Good Time'ın Los Angeles'taki gösteriminden sonra yapılan bir soru & cevap oturumunda bundan bahsetti ama izleyicilerden hiçbiri Denis'in kim olduğunu bilmiyor. Pattinson böyle seviyor. 'Bence Claire son 20 yıldır bir tane bile kötü film yapmadı, ama filmlerinden biri bile ticari olarak başarılı oldu mu bilmiyorum!' diyerek gülüyor. 'Fransa'da işler böyle yürüyor. Geleneksel açıdan ticari olmayan filmlerin de bir piyasası var ve ben de o dünyanın bir parçası olmak istiyorum. İnsanların sadece kendileri için yaptıkları işlerin bir parçası olmak istiyorum, çünkü sanat tanımı gereği kişisel bir şey.' Onu heyecanlandıran bu proje yıl sonunda gösterime girecek: Antonio Campos'un yeni filmi 'The Devil All the Time' – Florida'da, 70'lerdeki depresif bir haber sunucusu hakkında parlak bir dram (bilginiz olsun diye söylüyorum, Pattinson Campos'u da daha ortada bir proje yokken arayıp bulmuş). 'İçinde bir replik var – bazen sadece bir replik yetiyor. 'Bunu söylemeye korkar insan,' diyorsun. Bu laf gelecek nesillere bile kalacak ve o repliği ben söyleyeceğim. Daha karanlık olamazdı. Çok karanlık. Bu karakter güney bölgesinde çalışan evanjelik bir vaiz, ama neşeli bir yanı var; kötü, komik ve karizmatik. Biliyorum, dayanılmaz bir fırsat bu.' Cinsel açıdan itici, zorlu biri mi yani? 'Hmmm… evet, onlar da var. Ama bir aktör 'Kötü bir şey yapan birini canlandırmak istemiyorum,' dediğinde ben 'Neden?' diye soruyorum; bu çok saçma yahu! Gerçek hayatta kötü bir şey yapamıyorsun zaten. Bence eğer biri sürekli kahraman rollerini oynamak istiyorsa, gerçek hayatında berbat şeyler yapıyor demektir.' Yani kötü olmak için tek şansın bu, söylemek istediğin şey bu mu? Gülüyor ve ayağa kalkıyor, Ceketini giyiyor, kamuflajına bürünüyor ve ceketin altındaki kapüşonu kafasına geçiriyor. Artık bir olaya neden olmadan bu buluşmayı güvenli biçimde sonlandırabilir. Ama Queensli sosyopat banka soyguncusu Connie'nin izlerini görmemek mümkün değil. 'Evet,' diye sırıtıyor. 'Geri kalan zamanda tam bir meleğim!' Robert Pattinson'ın oynadığı birkaç film... Kristen Stewart'la birlikte rol aldığı 'Twilight Saga: Breaking Dawn - Part1'de (2011) gönül çelen Edward Cullen rolü. David Michod'un distopik dram filmi 'The Rover (2014) 'Maps of the Stars'ta (2014) gelecek vadeden aktör/yazar Jerome Fontana rolü. James Gray'in 'The Lost City of Z' te (2016) Amazon kaşifi Henry Costin. Safdie Kardeşler'in 'Good Time' filminde Connie Nikas olarak Pattinson.