Söz konusu kapak çekimi oldu mu, röportajı yapacak kişiyi (isterse o güne kadar 100 kez röportaj yapmış olsun, fark etmez.) tatlı bir heyecan sarar. Tıpkı bu röportaj gibi… Gerek yazılı ve gerekse görsel medyada izlediğim kadarıyla kendisini sempatik ama bir o kadar da havalı ve uzak bulduğum bir gerçek(ti). Ne de olsa bugün Türkiye’nin en çok konuşulan pop starlarının başında geliyordu. Üstelik sadece müzik alanında değil tam iki filmde birden rol alarak oyunculukta da rüştünü ispat etmişti. Murat Boz’dan bahsediyorum... Çekim boyunca gözlemlediğim ve ertesi gün yaptığımız röportajdan sonra fark ettim ki, meğer hiçbir şey göründüğü gibi ya da kulağa çalındığı gibi değilmiş. Onun derdi kendisiyle; içindeki hırsı, sadece kariyerindeki başarısı için kullanıyor. Üstelik son derece komik ve aynı zamanda sempatik… 1980 yılında, Zonguldak, Karadeniz Ereğli’de dünyaya gelen Murat Boz; tipik bir orta halli ailenin ikinci oğlu. Annesinin ailesi Plevne göçmeni, kendisi öğretmen. Baba tarafı da aslen Trabzonlu ama Ereğli’ye yerleşmeyi tercih etmişler. Babası işçi. Kendisinden dört yaş büyük bir ağabeyi var. Ailesinden biraz bahsetmesini istediğimde ağzından ilk olarak “Sevgi dolu bir aile ortamında büyüdük.” cümlesi çıkıyor. Bunun yansımalarını da hayatı boyunca yaşamış. 15 yaşında İstanbul’a gelmeden önce nasıl bir ortamda büyüdüğünü sorduğumda “Mahalle ortamında büyüme, dostluk kurabilme ve arkadaş olabilme kavramlarını bugün büyük metropollerde öğrenemezsiniz. Biz bunu Anadolu’da çok iyi bir şekilde hissederek öğrendik. Bana sorarsanız; bu kavramları önce ailenizden sonra da yaşadığınız çevreden öğreniyorsunuz.” diyor. İlk önce bir mahallede, sonra lokal bir bölgede, sonrasında tüm şehirde ve ardından ülke çapında tanınıyor olmanın ne gibi sıkıntılarını yaşadın? Sonuçta ünlü olmak zor bir hayatı da beraberinde getiriyor, nasıl idare ettin? Şöhret sahibi olmak zor, evet doğru. Öncelikle insanların her zaman sizden bir beklentisi var. Hep bir güler yüz, hep bir ilgi bekleniyor. Ama kaçırdıkları bir gerçek var; bizler de insanız. Bunun yanı sıra şunu da her zaman biliyordum; şöhret sahibi olacaktım ama bunun karşılığında bir bedel de ödeyecektim. Bunu bildiğim için de konsantrasyonumu ünlü olmak üzerine kurmadım. İşimde başarılı olmak, en büyük hedefimdi. Ve bunu da bugüne kadar başardığıma inanıyorum. İlk çıkışımdan bu yana hiç acele etmeden adım adım ilerlemeye dikkat ettim. Sabırla kariyerimle ilgili yapabileceğim her şeyi ilmek ilmek işlemeye çalıştım. Doğru adımlar atmaya çalıştım, attığıma da inanıyorum ve başarılı da oldum. Bugün yaptığım her işte başarılı olduğumu görmek doğruyu söylemek gerekirse beni çok mutlu ediyor ve bir yandan da daha iyisini yapabilmek adına daha da teşvik ediyor. Seni ‘şaşırmışlar’ listesinde görmediğime sevindim… Belli bir noktadan sonra fark ediyorsun zaten. Bundan on yıl önce, ilk zamanlar ne olduğunu anlamama durumu yaşıyor insan. Bir şeyler hemen olsun beklentisine giriyorsun bir kere! Fakat sizde bir şey varsa ve o şey de ne bilmiyorum açıkçası, belli bir noktadan sonra halk bunu fark edip sizi desteklemeye başlıyor. Destekliyor derken, sizi itiyor yani. ‘Destekliyorum, hadi yürü yolunda.’ diye... İşte o noktada sizin ne yaptığınız en önemli şey haline geliyor. Sizi seven insanlar fark ediyor çünkü. Fark ettikten sonra yapacağınız her şey sizinle alakalı bir durum. O noktadan sonra tavrınız sonucunda bulunduğunuz yerden aşağı da inebilirsiniz yukarıya da çıkabilirsiniz. Ben hâlâ ivmemi yukarı doğru çıkarmak için çalışmaya devam ediyorum. En azından o ivmeyi işte şımarmaktan yana kullanmamışsın. Estağfurullah… Ben sadece şunu biliyorum; bir yerden sonra o nerede olduğumu anladığım andan itibaren beni takip ve takdir eden insanlara bir karşılık verebilmek için işime sarıldım. Her ne yapıyorsam hem de! Şarkı söylemekse solistlik, televizyon programıysa jüri üyeliği ya da sinemaysa oyunculuk… Sizin dünyanızda ego savaşlarının oldukça güçlü olduğu bir gerçek; bunun için neler söylemek istersin? Aslına bakarsan bizim iş çok ferdi bir iş olduğu için genellikle sadece kendi işimle ilgilenirim. Açıkçası başkalarının işiyle pek ilgilenmem. Genellikle hep kendi işimle ilgili de ‘ne yapılabilir’e odaklandığım için çok fazla muhatap olduğum insan da olmuyor. Bu sebeple benim kimse ile doğal olarak bir derdim ya da bir polemiğim olmuyor. Olamaz da zaten. Tanıştığın insanlara karşı hemen duvarlarını örenlerden misin yoksa ilk başta davetkâr olanlardan mı? Ben önce davet ederim sonra duruma göre duvarı örerim. Zaten davet ettikten sonra anlıyorsun kimin ne olduğunu. Bunun içinde bulunduğum sektörle de bir alakası yok; hemen belirteyim. Genel insanlıkla ilgili tavrım her zaman böyle. Daha en başta kim ve nasıl biri olduğumu belli ederim sonra da karşımdakinin kim olduğuna bakarım. Nasıl biri olduğunu netleştirdikten sonra artık duvarsa duvarı, Çin Seddi ise onu örerim. Doğrusu da bu bana göre. Verdiğimin karşılığında gördüğüm üzerinden bir sonuca ulaşıyorum ve o sonuç da beni nihai karara götürüyor. Duygusal bir adam olduğunu söylemiştin. Aşk hayatında nasıl bir adamsın? Evet, aşk zaten duygular üzerine yaşanan bir durum. İyi bir âşığımdır, sevdim mi tam severim. Şarkı gibi oldu ama böyleyim. Aşka inanan ve aşktan beslenen bir adamım. Ruh halim, demişken hemen sorayım: 36 yaşındasın; olgunlaştığını hissediyor musun? Olgun olayım zaten artık; zira 36 yaşındayım. Olgunluk hissi albüme de yansıdı zaten. Alaturka şarkı ağırlığı var mesela; Sıla’dan aldığım ‘Temelli’ gibi. Ya da Ebru ile düet yaptığımız arabeske yakın bir şarkı da var; ‘Gün Ağardı’. Dolayısıyla yaş ilerledikçe insan bu duygularını ortaya çıkaracak şarkılar okumak istiyor ister istemez.