Paha biçilmez Willem Dafoe
13 yıl önce, İtalya'da, 'The Life Aquatic-Suda Yaşam' filminde oynadığı sırada Giada Colagrande adlı bir yönetmenle tanıştı. Kısa süre sonra ise Giada'yla evlendi. Bu sebepten şu sıralar yılın yarısını Roma'da geçiriyor. "Kalbim iki yere de ait," diyor Dafoe; "İtalya, çok güçlü geleneklere sahip bir ülke. Tanrının bir lütfu âdeta. New York ise geleneksellikten uzak olmayı gelenek olarak benimsemiş bir şehir. Para, bunun dışında tabii. O, New York için tam bir gelenek. Ama burayı seviyorum. Uluslararası bir şehir burası. Pek çok kültürün bir arada olduğu bir sığınak gibi. Şaşırtan ve sorgulatan bir şehir aynı zamanda. Mesela şehrin batısına yolunuz düştüğünde, büyük binalarla karşılaşırsınız. Ve kendinize sorabilirsiniz, 'burada kimler yaşıyor; buraya ne kadar ödediler veya ödüyorlar, burada neler oluyor?' diye. New York, benim için bir sevgili gibi. Şehir elbette çok değişti. Anılar ve hayaletler kaldı geriye. Birikmeye, çoğalmaya da devam ediyorlar."
"Çocukken fıkra anlatırdık," diyor Dafoe, "Houdini'nin (illüzyonist) en büyük kaçışını, ortadan kayboluşunu biliyor musun?" Buradaki can alıcı nokta ve ona göre asıl cevap şu: Houdini de Appleton, Wisconsin'deki evinden ayrılıp başka şehre yerleşti!
Asıl adı William olan Dafoe, sekiz çocuktan biri olarak 1955'te doğdu. Baba William Dafoe, bir doktor, anne (Muriel) ise hemşireydi. "Her zaman ilk kardeşimin yol göstericiliği benden aldığını düşünürüm. Çünkü o, doktor oldu ve diğer kız kardeşlerimin hepsini hemşireliğe yönlendirdi. Benim ise muhakkak farklı bir alana yönelmem gerekiyordu!" diyerek eski günlerine dönen Dafoe ile ilgili bir bilgiyi de unutmadan biz paylaşalım: Babasıyla aynı ismi olduğundan ve bir şekilde ondan kendini ayrıştırma gereksinimden ötürü, babasının takma adı 'Willem'i kullanmaya başlamış.
Anne ve babasının o dönemde nadiren evde olduğunu, bu sebeple de hanede sürekli bir kaos yaşandığını belirtiyor, Dafoe: "Açıkçası beni kız kardeşlerim büyüttü. Pazar günleri hariç evde bir arada yemek yiyemezdik. Zira annem büyük porsiyon bir yemeği buzdolabına koyar ve işe gider, biz de onu dilimleyip yerdik."
Aileyi biraz daha tanımak adına, Martin Scorsese'in 1988 yapımı 'The Last Temptation of Christ-Günaha Son Çağrı' filmine dönmek gerek. İsa karakterini canlandıran Dafoe; dini doğrular, yanlışlar ve dine karşı oluşan öfkeler ekseninde dönen bir senaryonun parçasıydı. Dolayısıyla, filmde bolca dinin sorgulanması ailesi için bir sorun teşkil etmiş olabilir miydi? Çünkü William ve Muriel, dindardı. Annesi Muriel, gerçi bir demecinde şöyle demişti: "Oğlumun din karşıtlığını köpürtecek bir iş yaptığını düşünmüyorum." En azından annesinin bu sözünden, filmin aile içinde fazla sorun oluşturmadığını anlayabiliyoruz. Ancak Dafoe, bilinenin aksine ebeveynlerinin aşırı dindar bir yapıya sahip olmadığını ve onlarla yaşarken böyle bir hisse kapılmadığını söylüyor: "Tamam, kiliseye giderdik ki bu birlikte yaptığımız pek az şeyden biriydi; sosyalleşmemizin en önemli unsuruydu."