Temkinli ve samimi: Ozan Akbaba
Panikleyen bir adam mısındır?
Panik değilim ama bezen paniklemek mi yoksa sakinlik mi insana iyi geliyor, bunu bilmiyorum. Soğukkanlı olmakta fayda var; mesela bunu biliyorum. Acil durumlarda lider ruhlu olduğumu düşünmüyorum. O çok büyük bir sorumluluk. Çünkü panik gerektirecek anlar genellikle kriz anlarıdır.
34 yaşında kendini çözmüş genç bir adam var karşımda. Her sorumu da büyük bir içtenlikle yanıtlıyor. Kendisinde en sevmediği huyu ne acaba?
Çok iyi niyetliyim galiba. Bir de hem İstanbul'da yaşamak hem bu sektörde olmak, üstüne bir de iyi niyetli davranmak çok zorluyor insanı. Yani, insanların ikiyüzlü oluşları, sürekli çarpma toplama işlemi yapmaları, yapacaklarının 10 adım sonrasını görmeye niyetli olmaları… Bunlar canımı sıkıyor. Çünkü bu tip hesaplarla yaşayan insanlar zamanla dünyalarını bu şekilde örüyor. Bu şekilde ördükleri için de çevrelerindeki insanlar da onlara benzemeye başlıyor. Çevremde bu enerjiye sahip insanlara denk geldiğimde hızla uzaklaşıyorum. Allahtan evren denen bir şey var. O enerji var, inanıyorum. "Ettiğini bulursun." lafına çok inanırım.
İnsanlar arasındaki iletişimde de âdilsin; yanılıyor muyum?
Hiçbir zaman iki kişi arasındaki bir iletişimsizliğin tek taraflı bir kaynağı olmaz. Ben sana ne verdim ki, sen bunu yapmak zorunda kaldın? Önce, bunun cevabının bulalım. Özür dilerken de niye dilediğimizi bilelim bu arada. Yalandan özür dilenmesin.
Kredileri bol bol, baştan dağıtıyorsun.
Baştan 'full kredi' veririm, borcumu ödemesini istemeden de geri çekilirim. Çünkü sana borçlu olan insanların senin gibi olması gerekir ki, gerçek anlamda adı 'borç' olsun. O yüzden sonsuz krediyi veririm. Çünkü dediğim gibi, kaybedersem herkesi ayırt etmeye başlayacağım bu sefer. Bu da bende büyük bir zihin karmaşasına yol açacak. Ben zihinden kurtulmamız gerektiğine inananlardanım. Asla zihnine yenik düşmemen gerekiyor çünkü bana göre zihin, sürekli birbirini tekrar eden olumsuz düşüncelerden oluşuyor. O düşünceler de insanın gerçekten anı yaşamasına engel oluyor. Karamsarlığa yol açıyor. Önüme sağlıkla bakmak istiyorum. Bu tip durumlarda da ya kendimi bir oyuna kaptırırım ya da oturup çalışırım, bir şeyler yazar karalarım.
Yazar, karalarım dediğinde bir gün kendisini yönetmenlik koltuğunda görüp göremeyeceğimizi merak ediyorum.
Bence görürüz. Çünkü çok hevesliyim. Instagram'da sürekli paylaştığım kısa kısa videolarım var. Bugüne kadar kısa fi lmler de çektim, bir senaryonun işleyişini de biliyorum, bir yapımdan ne beklenmeli, hangi amaca hizmet etmeli gibi soruların yanıtlarını da bildiğim için ileride beni yönetmen koltuğunda görebilirsiniz. Ama önce oyuncu olarak 'olmam' lazım.
Takriben ne zaman olursun?
Galiba herkesin olmaları şöyle başlıyor; yeterince teknik bilgiye ve estetik kaygıya sahip olduğunuz an ihtiyacınız olan tek şey; 'deli cesareti' oluyor. 'Hadi ne kaybedersin…' dediğin an geldiğinde insan kendini olmuş hissediyor bence. Bu yüzden çok genç yaşta başarıyı yakalayan da var, geç yaşında henüz cesaret edemeyen de. Buna en iyi örneklerden biri olarak 'Abluka' aldı filminde de rol aldığım Emin Alper'i gösterebilirim. Nuri Bilge Ceylan, kendini saklayıp saklayıp bir anda bombayı patlatmış biri mesela. Her işini istisnasız seviyorum.
Kaderci misin?
Bugün varız, yarın yokuz. Kaderimizde ne yazılıysa onu yaşayacağız. Ruh ne kadar maneviyattan gelirse gelsin kılıfı maddiyat olan bir dünyada olduğu için Allah'tan çok korkmamak lazım. Çok fazla 'inşallah' diyen bir adam değilim. Allah bize yeterli beyni de verdi uzuvları da. Ayrıca düşünme ve düşündüklerini yerine getirme yeteneğini de vermiş. Tek yapmamız gereken elimizdekileri doğru bir şekilde kullanmak. Açıkçası Allah'tan her şeyi beklemek ağrıma gidiyor. Her şey için dua edilmez. Akli meleke derler ya, aslında bu. Allah sana aklını kullanacaksın diye yardımcı da oluyor.
Ozan Akbaba, bu ay 34 yaşına veda edip Temmuz ayında da nikâh masasına oturmaya hazırlanıyor. Hazır gündemde evlilik olduğu için evde nasıl bir adam olduğunu merak ediyorum. Hiç titiz değilmiş, aksine dağınık olduğunu da itiraf ediyor hemen. Ama bir yandan nişanlısı Buket'i yorduğu konusunda da vicdan yapıyor. Buket'in hayatına girmesiyle birlikte daha düzenli bir adam olmaya başladığını da hemen belirtiyor. Evlilik konusunda stres ve korku içeren tatlı duygular yaşıyor bu aralar: "Erkek gücün korkusu bu… Kadın- erkek, kavga-gürültü yaşanacak korkusu değil bu; başarabilecek miyim korkusu da değil. Birleştirdiğin hayata ne kadar yeterli olabileceğim endişesi…" Kıskançlıkla da arası iyi: "Haddini aşmadığın sürece kıskançlık iyidir. Ben de yerine göre kıskancım."
Dünyevi stresini, en çok atış poligonuna giderek üzerinden atıyor: "Deşarj oluyorum, hoşuma gidiyor. Silahları tabii ki övmüyorum ama bir spor olarak baktığında tabanca mekanizmasının fiziksel tepkimesinin verdiği iç titretmesi çok hoşuma gidiyor. Vakit buldukça at da biniyorum. Aman yanlış olmasın ben köy ortamının atlarından bahsediyorum. Müzik yapıyorum, bu arada. İnşallah çok yakında bir sürprizle geliyoruz. Balta saz, akordeon, perdeli ud ve piyano gibi müzik aletlerini çalıyorum."
Bu arada yanlış anlaşılmasın, müzik konusunda herhangi bir eğitimi yok. Tüm bu aletleri çalmayı, üniversite yıllarında bilgisayarına yüklediği programlar sayesinde kendi kendine öğrenmiş. Seyahat etmeyi çok sevdiğine değiniyoruz sohbetin sonlarına doğru… Kuzey Avrupa'yı görmeyi çok istiyor, Japonya'yı da. Yurt dışında da yaşamayı çok istiyor ama bir an önce İngilizcesini geliştirmesi gerektiğine inanıyor. Laf niyeyse yemek yapmayı sevip sevmediğine geliyor; çok seviyor. Hatta lise yıllarında bir oto sanayinin içindeki esnaf lokantasında aşçı yamağı olarak çalışmış. Marangozhanede çalışmış, pazarlamacılık da yapmış, müzikten de para kazanmış, matbaada da deneyimi olmuş. Olmuş da olmuş… Bu çocuk çok çalışmış, çalışıyor halen ve yorulmuyor. Tıpkı futbolda sağ açıkta oynadığı gibi hayatta da iyi koşuyor bence. Son olarak mı; oturduğumuz kafenin etrafında şöyle bir heyecanla göz gezdirdikten sonra, son sorumun yanıtını alıyorum: "Fenerbahçeliyim!"