Yaşadığımız her şey modaya yansıyor
Milano defileleri biter bitmez, 18-22 Ocak tarihleri arasında Paris defileleri gerçekleşti. Daha yaratıcı, avangart ve Uzak Doğulu tasarımcıları sıkça gördüğümüz Paris podyumları genelde rahat siluetlerle bu zor zamanlarda rahatlık vermek ister gibiydi. Kamuflaj, yine bazı podyumlarda savaşa hazırlık çağrısı yapar gibiydi. Paris'in en heyecanla bekleneni, Alessandro Sartori'nin ayrılışıyla boşalan Berluti kreatif direktörlüğüne atanan Haider Ackermann'ın ilk defilesi de erkek giyiminin klasik çizgisinden nasibini almıştı. . Demna Gvasalia kreatif direktörlüğünde farklı bir kimliğe bürünen Balenciaga'da da yeni politik yaklaşım ticari bir çizgide sunulmuştu. Kırmızı, mavi, beyaz bayrak renkleri bir arada kullanılıyordu örneğin. Kurumsal hayata dair takım elbiseler rahat siluetlere bürünmüştü. Louis Vuitton'un Supreme markasıyla işbirliği ilk olarak Paris'te yansıdı. Lüks bir markanın sokak modasıyla işbirliği, toplumdaki kutupları birbirine yakınlaştırıyor, daha rahat siluetlerdeki takım elbiseler, farklı jenerasyonları birleştiriyordu. Her daim yaratıcı Rick Owens, mevcut kaosla nasıl rahatça başa çıkabileceğimize kafa yormuş ve neticede bizi tehdit ve korkularımızdan koruyacak zırh görünümlü parçalar tasarlamıştı. Kapitalist düzene bir karşı duruş niteliğinde koleksiyon hazırlayan ise Yohji Yamamoto'ydu.