Kerem Bürsin - Şubat 2017
Esquire Şubat sayısı ile yine dopdolu sizlerle...
DERİN VE İÇTEN
KEREM BÜRSİN
Bazı insanları sadece görünüşü dolayısıyla beğenir, severiz. Bazısını da karakteri ve insanlığıyla takdir ederiz. Her iki özelliği 'gerçekten' barındıranına rastlamak ise günümüzde bir parça zor. Ama arada da denk gelmiyor değil; tıpkı bu aralar Atv'de yayımlanan 'Bu Şehir Arkandan Gelecek'in yıldızı Kerem Bürsin gibi… Sohbetimizden size düşen kısmı okuyunca siz de çok farklı bir adamla karşı karşıya olduğunuzu anlayacaksınız. Hayatı basite indirgemiş, beklentileri belli, derdi kendisiyle… Konuşurken enerjisini ve o saf heyecanını hemen alıyorsunuz zaten. Tanıdığım kadarıyla Kerem, benden tam notu aldı. Ne diyeyim, hayalleri gerçek, yolu açık olsun!
Bu toprakların kazandığı isimler arasında belki de en 'Türk' tipi olmayan o. Bu toprakların kazandığı diyorum, çünkü daha bundan üç yıl öncesine kadar ne biz onun farkındaydık ne de o bizlerin. Sadece farklı tipi değil, sempatik aksanı ve sevimli tavırlarıyla da bu aralar özellikle kadınların 'hayran' listesinin başında gelen Kerem Bürsin'den bahsediyorum. Avrupai yüz hatları, kızıl saçı ve yeşil gözleriyle rakiplerinin arasından hemen sıyrılan Kerem, benden bir artı puanı da rahat tavırları ve komplekssiz karakteriyle aldı. Nasıl biri olduğu konusunda az çok bir fikrim vardı, elbette. En azından enerjisinin oldukça yüksek olduğu konusunda şüphem yoktu. Yanılmadım da… Kapak çekimini yapacağımız stüdyonun kapısından girer girmez, pozitif enerjisini hemen yayması yetti. Zaten birazdan okuyacağınız satırlardan sonra hayatla olan derdini çözmüş, tüm enerjisini olumlu yönde kullanmaya çalışan, tek derdinin işiyle ve 'insan' kalmakla ilgili olduğunu siz de anlayacaksınız.
Daha 10 aylıkken babasının işi dolayısıyla önce Avrupa, ardından Orta Doğu ülkeleri ve en sonunda da ABD'de yaşayan Kerem Bürsin; 1987, İstanbul doğumlu. Bir petrol şirketinde üst düzey yöneticilik yapan mühendis bir baba ve hayatını ağırlıklı olarak sosyal yardım projelerine adamış bir annenin ikinci çocuğu. Kendisinden üç yaş büyük bir ablası var. Anlayacağınız klasik bir çekirdek aile. Hem de birbirine öylesine bağlı, birbiriyle öylesine ilgili. Henüz 10 aylıkken yurt dışı yüzü görmüş. Önce Norveç, ardından İskoçya Bürsin Ailesi'nin ilk durakları olmuş. Birkaç yıl Jakarta ve Medan gibi Uzak Doğu şehirlerinde bulunduktan sonra ilkokul birinci sınıfı okuduğu Ankara'ya gelmişler. Ankara'nın ardından, Dubai ve Abu Dabi… 2000 yılına gelindiğinde ise en çok etkilendiği ve hayatının şekillendiği yer olan Teksas'a taşınmışlar. Zira en çok burada vakit geçirmişler. Ortaokul ve liseden sonra, Kerem Bürsin, üniversite için Boston'a gitmiş. Üniversitenin son yılını da Los Angeles'ta okumuş.
Böylesine renkli ve hızlı bir yaşam çerçevesinde yıllarca yurt dışında yaşamanın kendisine neler kattığını, hayatın ona neler öğrettiğini soruyorum. Cevabı, şu şekilde: "Tabii yaş ilerledikçe daha iyi anlıyorsunuz ki, aile her şey demek. Çünkü gittiğiniz her yerde, çevrenizdeki insanlardan içinde bulunduğunuz yaşam kültürüne kadar her şey değişiyor. Dolayısıyla sadece ailenizle baş başa kalıyorsunuz. Zamanla en yakın arkadaşlarınız onlar oluyor. Böylece her şeyi birlikte yapmaya, hayata birlikte adapte olmaya ve birbirinize bağlanmayı öğreniyorsunuz."
Hayatında bu kadar etkili olan anne ve babasından karakter olarak neler kazandığını merak ediyorum: "Annem ev hanımı olmasına rağmen her zaman yoğun ve meşgul bir kadın olmuştur. Sürekli olarak sosyal sorumluluk projelerinde yer alırdı. Bizi de bu projelerine dâhil ederek genellikle kimsesiz ve hasta çocuklara yardımda bulunup ailelerine destek olurdu. Teksas'ın en büyük kanser hastanesinde çalışırdı. Hele ki Türkiye'den birileri gelmişse, onlara hem moral verme açısından destekte bulunurdu hem de Teksas'ta rehberlik ederdi. Dolayısıyla maddi ve manevi olarak durumunuz ne olursa olsun, insanlara yardım etmeyi öğretti annem. Ablamla bana ne konumda olursak olalım ilk görevimizin insanlara yardım etmek olduğunu öğretti. Dolayısıyla marka giyinmemeyi ya da bir gömleğe tonlarca para akıtmamayı çok küçük yaşta öğrenmiş oldum. Bir gömleğe 100 lira harcayacaksan, onun 99 lirası ile muhtaç olanlara yardımda bulunursun! O 99 lira, bir başkası için çok daha fazla işe yarayabilir sonuçta. Kimsesiz bir çocuk için bir oyuncağın değerinin ne kadar fazla olduğunu görüp yaşadım ben. İşin daha çok maddi değil de manevi tarafındayım. Daha 'küçük' yaşamak taraftarıyım. Çevrenizde farklı farklı örnekler gördükçe yaşamınız da bu yönde şekilleniyor zaten."
Tıpkı annesi gibi babasından da ihtiyacı olanlara yardım etmenin ne kadar önemli olduğunu ve en çok da dürüst olmayı öğrendiğini belirtiyor, genç oyuncu: "Sadece maddi yardım yeterli değil. Biri için zamanınızı ayırmak ya da onun için emek sarf etmek bile bir yardımdır. Ailemden gördüğüm örnekler sonucunda ben de çok küçük yaşlarda yardım etme sorumluluğunu omuzlarıma aldım. Mesela lisede haftanın üç günü, şiddet görmüş yaşıtlarımla vakit geçirirdim. Rol model olarak onlarla sinemaya giderdik, hayatlarına bir nebze olsun pozitif bir katkıda bulunmak için onlarla konuşurduk. Çok küçük yaşlarda, insanlara ya da hayvanlara yardım etmenin ne kadar önemli olduğunu öğrendim. Hayatta çok gereksiz şeylere kafayı takıyoruz, kendimize dert ediniyoruz. Sosyal sorumluluk projelerinde yer almak, insanların hayatını pozitif yönde etkileyebilmek açısından çok önemli."
Sürekli olarak ülke ve şehir değiştirdikleri için aile içinde birbirlerine çok düşkün ve bağlı olabileceklerini yorumladığımda, beni hemen onaylıyor: "Yıllarca farklı yerlerde olduğumuz için bulunduğum ortamlarda hemen arkadaş edinmem zor oluyordu. Birbirine sıkı sıkıya bağlı bir aile olarak yeri geldiğinde babam, annem ve ablam her zaman en yakın arkadaşım oldu. Biz hep dördümüzdük."
RÖPORTAJ SEDA KARAN
FOTOĞRAF MEHMET ERZİNCAN
MODA EDİTÖRÜ DUYGU ALTIPARMAK
SAÇ&MAKYAJ ONUR MARANGOZ
FOTOĞRAF aSİSTANI LEVENT SÜLÜN
MODA EDİTÖRÜ ASİSTANI ARNO BAĞDASAR
- Kapak röportajının tamamı Şubat 2017 sayısında…
****
PRODÜKSİYON
ÇAĞLAR ERTUĞRUL
KENDİ HİKÂYESİNİN KAHRAMANI
GEÇTİĞİMİZ YILIN EN ÇOK İZLENEN YAPIMI 'DAĞ 2'YDİ. ANCAK 3,5 MİLYON İZLEYİCİ İLE GİŞE REKORLARI KIRAN FİLMİN BAŞROL OYUNCUSU ÇAĞLAR ERTUĞRUL, ORTALIKTA YOKTU. İŞİN ASLI ŞUYDU: KALABALIKLAR SİNEMA SALONUNA AKIN EDERKEN O, LOS ANGELES'IN YOLUNU TUTMUŞ; OYUNCULUK EĞİTİMİ ALIYORDU. AYAĞININ TOZUYLA GERİ DÖNDÜĞÜNDE İSE TAM BİTTİ DERKEN BAŞLAYAN HİKÂYESİNİ VE AMERİKAN RÜYASINI ESQUIRE'A ANLATTI.
RÖPORTAJ TÜRKAN DOĞAN
FOTOĞRAF ARDA GÜLDOĞAN
STİL EDİTÖRÜ ZEYNEP ŞİMŞEK
Çağlar Ertuğrul, bundan beş yıl önce, İstanbul'da dikiş tutturmaya çalışan; yılmadan, irili ufaklı reklam filmlerinin deneme çekimlerine giden bir gençti. İlk olarak bir sakız reklamında oynamış, bu işin sandığı kadar kolay olmayacağını da bu süreçte yaşayarak öğrenmiş. Sakız reklamının başrolü ve figüranı gibi kavramlarla tanıştığında var olmaya çalıştığı sektör hakkında üzerine bir karamsarlık çökmüş. Uzunca bir süre farklı reklam filmlerinde rol almak için kapı aşındırmış. Katıldığı bir deneme çekiminin ardından seçilmediğini de çoğu zaman o reklam filmini televizyonda gördüğünde anlıyormuş. Oynamayı çok istediği ünlü bir çikolata markasının reklam filmine kadar bir süre böyle devam etmiş. Ama o zaman da senaryo şaşmamış; Çağlar yine seçilmemiş. Ve ilk defa o zaman, "Olmayacak galiba," diye ciddi ciddi düşünmeye başlamış. ('La La Land'deki Emma Stone'un deneme çekimlerindeki hezimetini hatırlayın!) Çağlar, 25 yıllık hayatının muhasebesini yapıp belirsiz geleceği hakkında düşünürken duyduğu bir cümle her şeye tuz biber ekmiş: "Deneme çekimine girdiğim bir reklam filminin kast direktörüyle karşılaşmıştım. 'A sen o reklam filmi için gelmiştin,' dedi. 'Evet,' deyip neden seçilmediğimi sordum. Yanıtı, 'Sen o reklam filmi için fazla yakışıklısın,' oldu. Yani belli bir tipteyseniz yelpazeniz çok da genişleyemiyor."
Çağlar, o tarihten bir yıl önce Türkiye'nin en iyi üniversitelerinin birinden mezun olmuş; İzmir'e dönmesi için gözünün içine bakan ailesi ve hayatın gerçekleriyle mücadele etmiş. Hiçbir şey istediği gibi gitmemiş. Ve kendisine verdiği süre de dolmak üzereymiş. Belki de tası taradığı toplayıp İzmir'e dönmenin; mühendislik yapmanın (Bu konuyu sonra anlatacağım.) vakti gelmiştir. Ancak onun hikâyesinde hayat, bir kez daha planları mağlup eder. Çalan telefonun ucundaki ses, yönetmen Alper Çağlar'dır. Çağlar Ertuğrul, telefonu kapattığında beklediği anın nihayet geldiğini hisseder. Artık İzmir'e dönmeyecek; Alper Çağlar'ın çekeceği 'Dağ' isimli sinema filminde oynayacak ve nihayet kendi hikâyesinin kahramanı olabilecektir.
- Röportajın tamamı Şubat 2017 sayısında…
****
MODA
SOĞUĞA İNAT SICACIK TASARIMLAR
ŞIKLIK SADECE EN DOĞRU KOMBİNLERİ RENK VE DESENLERLE BULUŞTURMAK DEĞİL; AYNI ZAMANDA BULUNDUĞUNUZ ORTAMA ÜZERİNİZDEKİLERLE AYAK UYDURMAKTIR. DAĞ BAŞINDA BİR KAMPTA DAHİ OLSANIZ BİLE… SEZONUN BİRBİRİNDEN İDDİALI, SICACIK TASARIMLARI SAYESİNDE SİZ DE SOĞUK GÜNLERE İNAT EN ŞIK HALİNİZİ YAKALAYABİLİRSİNİZ.
MODA EDİTÖRÜ DUYGU ALTIPARMAK
FOTOĞRAF KADİR KARADEMİR / PERE OFFICIAL
****
HAYATTAN NE ÖĞRENDİM?
DERVİŞ ZAİM, YÖNETMEN, 52
RÖPORTAJ ÖZGE DİNÇ
FOTOĞRAF ARDA GÜLDOĞAN
Muhtemelen tıp okuyacaktım. Sınavdan önceki gece içimden bir ses "Kalk!" dedi. Tercih kâğıdında tıbbı sildim, Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü'nü yazdım.
İnsanın potansiyelini çok fazla belli bir yere akıtıyoruz, oysa hayat, hep değişen, dönüşen, akan, kendisine akabileceği mecralar arayan bir şeydir. Hayat, çık dışarı, ne olacaksan ol'dur. Çıkıp o yolculuğu yapmak gerekiyor. Bunu yapmayan insan da ruhundaki bir şeylere ihanet eden adamdır.
İnsanı insan yapan, ejderhalarıdır. Her insanın karşılaştığı engeller kendi başına değerlendirilmek durumundadır, çünkü bazısına çok küçük gelen engel, bazısına devasa gelir. Ama ne olursa olsun, bir insanın o mağaraya girip ejderhasıyla boğuşması gerekir. Benim de karşıma çıkan bir sürü irili ufaklı ejderha oldu. O ejderhalar hâlâ var.
Savaş nedeniyle, 30 sene kadar çocukluğumun geçtiği Kıbrıs'a gidemedim. 1974'te kuzeye göç ettik. Biz güneye geçemiyorduk, Rumlar da kuzeye. Film gösterimim için bulunduğum Atina'da yürürken birden karar verip uçağa atladım, gittim. Çocukluğumun geçtiği oyun parkında otururken polise yakalandım.
İlk filmimi anneanneme ithaf ettim, çünkü beni o büyüttü. Harika bir insandı, onu halen özlüyorum.
Üstün Barışta, Boğaziçi'nde sinema tarihi estetiği derslerini veriyordu. Beni setine davet etmek gibi bir incelik gösterdi. Bir set ortamının nasıl olacağını ilk kez gördüm. Bunlar o yaştaki bir çocuk için önemli şeylerdir.
Keşke vaktim olsa da çok gençken okuduğum klasikleri yeniden okusam… Hüsn ü Aşk'ı farklı dönemlerde çok okudum, şimdi yeniden okuyorum ve artık daha farklı yorumladığımı fark ediyorum, ama mesela yaşadığım son on sene olmasaydı böyle yorumlamazdım.
****
KIŞ DOSYASI
MATTERHORN DAĞI'NIN
GÖLGESİNDE
BİR KIŞ RÜYASI: ZERMATT
İSVİÇRE ALPLERİ'NİN İHTİŞAMLI ZİRVESİ MATTERHORN DAĞI'NIN ETEKLERİNDEKİ ZERMATT, AVRUPA'NIN BELKİ DE EN GÜZEL KAYAK PİSTLERİNE EV SAHİPLİĞİ YAPIYOR. OLAĞANÜSTÜ MANZARALARI, ŞIK RESTORANLARI VE MUTLAKA GÖRMENİZ GEREKEN MEKÂNLARIYLA ZERMATT, HER DAİM NEFES KESİCİ.
YAZI TÜRKAN DOĞAN
****
PİŞMİŞ YEMEK BİZİ NEDEN ÖLDÜRÜR?
Çiğ beslenme konusu, epeydir tartışılıyordu; doğaya dönüş hareketi ve ünlülerin röportajları sonrasında evlerimize de girdi. Peki, çiğ beslenme, neyin nesidir, neye yarar ve ondan ne alabiliriz? Biraz irdeleyelim istedik.
YAZI ÖZGE DİNÇ
****
MEKÂN&YEMEK
SETÜSTÜ'NÜN EN TARZ ADRESİ: SETUP
BUNDAN ÜÇ YIL ÖNCE, KABATAŞ SETÜSTÜ'NDE MAHALLE BARI KONSEPTİYLE KAPILARINI AÇAN SETUP, BOĞAZ MANZARASI KARŞISINDA EV ORTAMI SUNAN BİR MEKÂN. SICAK ORTAMINDA MİSAFİRLERİNİ AĞIRLAYAN SETUP'IN KARDEŞLERİ SETUP PİZZA VE GD FRESCOBOL DA YİNE AYNI SOKAKTA GİDEBİLECEĞİNİZ ADRESLERDEN…
YAZI SEDA KARAN
FOTOĞRAF İSA ARSLAN
****
HANGİ PARFÜMÖRLERİ TAKİP ETMELİYİZ?
Parfüm tasarlamanın bir yetenek ve parfümün bir sanat eseri olduğu görüşü eskisine göre daha yaygın. Artık yalnızca yeni çıkan parfümleri değil, onları yaratan parfümörleri de takip ediyoruz. Biz de konunun uzmanından öğrenmek istedik: Hangi çağdaş parfümörleri, neden takip etmeliyiz?
YAZI ÖZGE DİNÇ
****
FUTBOL
Çin Ejderhası Avrupa'yı yutuyor!
Son birkaç yılda Çin ve futbol denildiğinde yaşlı futbolcuların son senelerini yatıştan biraz hallice koşturarak, deve yüküyle para kazandıkları bir yer akla geliyordu. Ancak bu devre arasında Çin'in artık 'yaşlı topçu' cenneti olmadığı açık ve net olarak zihinlere kazındı. Zira Chelsea'nin 25 yaşındaki yıldızı Oscar'ın, Belçika Milli Takımı'nın beyni olan ve yaz döneminde Juventus'la flört eden 27 yaşındaki Axel Witsel'in, Avrupa'dan birçok kulübün istediği 27 yaşındaki John Obi Mikel ve yine Avrupa'da yoluna gül dikmeye niyetli birçok takım varken 32 yaşındaki Carlos Tevez'in de Çin'e gitmeyi tercih etmesi bu anlayışın kökten değişmeye başladığının sinyallerini veriyor.