Ewan McGregor - Ağustos 2017
Esquire Türkiye, Ağustos sayısı ile yine dopdolu...
- Bu Ay Dergide
- Çarşamba 15:08 | 02 Ağustos 2017
EKSİKSİZ BİR ADAM
Ewan McGregor için hayat hiç bu kadar iyi olmamıştı.
Los Angeles, Venice Bulvarı'ndaki son moda bir kahve dükkânında Ewan McGregor'la birlikteyim. Bariz biçimde mekândaki en yaşlı kişiler ikimiziz. Kırklı yaşlarınızın ortasına geldiğinizde bunları fark ediyorsunuz. McGregor, Mart ayında 46 yaşına girdi, ben de o yaşa gelmek üzereyim. Bir an Los Angeles'in gençleri ve güzelleri arasında dolanıyorsunuz, sonraki an köşede yaşlı bir adamın durduğunu fark ederek "Zavallı herif, burada senin ne işin var?" diyorsunuz kendi kendinize. Kendi yansımanız o. İşte, orta yaş bu demek. Ama Ewan McGregor bunu fark etmiş gibi değil pek.
Röportaj: Sanjiv Bhattacharya
Fotoğraflar: Tom Craig
Moda editörü: Gareth Scourfield
Derleme: Erkin Çam
Deus Ex Machina'da buluşmak onun fikriydi; burası sadece bir kahve dükkânı değil, motorcu hipsterler için hibrit bir habitat. Kısmen giysi dükkânı kısmen modifiye atölyesi; içeride bir DJ, birkaç sörf tahtası ve bir sürü sanat dergisi var. Eski moda Harley'lerini park eden ve avokadolu tostlarını Instagram'da paylaşan şık insanların bulunduğu bir Petri (bakteri üretmek için kullanılan kap, ç.n.) kabı içinde gibiyiz. McGregor burayı seviyor. Avokadolu tostu çok sevmese de Harley-Davidson'lara bayılıyor. Hatta motosikletlerle ilgili her şeye bayılıyor.
Dünyayı motosiklet üzerinde turladı, o. Yaptığı iki epik seyahatle ilgili kitaplar ve TV dizileri var: 'Long Way Round' ve 'Long Way Down' (Planlanan bir yolculuğun daha olduğunu ama bunun hakkında konuşamayacağını da öğrendim.). Buradan birkaç kilometre uzakta, Brentwood'daki evinde belki 12 motosikleti var (14 müydü yoksa?). Gerçi sayısını tam hatırlamıyor. Los Angeles'ta yapmayı en çok sevdiği şeylerden biri de 1971 Moto Guzzi Ambassador veya 1974 Moto Guzzi Eldorado'ya atlamak ve motorunu kanyonların arasından Pasifik Sahili Otoyolu boyunca sürmek.
Bazen de Deus'a uğrayıp elinde sıcak, sütsüz kahvesiyle motorlara ve giysilere göz atıyor.
"Evet," diye gülüyor, "Bu gerçekten de berbat bir fikirdi." Tüm dükkânı dolaşıyoruz ama oturacak yer bulamıyoruz. Pazartesi günü, öğleden sonra bile mekân ağzına kadar dolu; çünkü görünen o ki Los Angeles'ta kimse doğru düzgün bir işe sahip değil. Biz de bu yüzden kahvelerimizi alıp otoparka iniyoruz, mekânın yaş ortalamasını birkaç 'tık' daha düşürüyoruz ve siyah Lincoln Navigator'ının şoförü, mahallede bizden daha yaşlı tek kişi olan Frankie'nin yanına gidiyoruz.
"İşte böyle, mükemmel," diyor. "Böylesi daha iyi! Klimamız var, üstelik sessiz. Üstelik bak, bütün motosikletleri buradan görebiliyoruz. Şuradaki siyah motora bak, Frankie! Şu yaşlı Harley'e. Ne kadar güzel. Bu motorun sesini duymak istiyorum…"
McGregor, 46 yaş için gayet iyi görünüyor, hâlâ genç ve hevesli. Gözlerinin etrafında birkaç kırışık var ve Fargo'nun üçüncü sezonu için kafasını kazıtmış – birazdan ondan da bahsedeceğiz – ama yine o doksanlardaki McGregor'a benziyor; Trainspotting'deki Mark 'Rent Boy' Renton gibi. Onun yüzü de Liam Gallagher, Damon Albarn veya Goldie gibi. O film bizim neslimizin geceleri "Lager lager lager lager!" diye bağırmasına neden olmuştu. McGregor bizim totemimizdi; hayat dolu ve yaşamayı seven o yakışıklı oğlan, mavi gözlerini ufka diker ve her şeyin mümkün olduğunu düşünürdü. Biz de öyle hissediyorduk – doksanlı yıllarda yirmili yaşlarımızdaydık. Şimdi burada onunla otururken nostaljik hislere karşı koyamıyoruz, zira bu yaşlarda nostalji için yeterince kaynağı oluyor insanın.
DOSYA
DÜNYA VEGAN OLSA NASIL BİR YER OLURDU?
Üç basit kelime: İnsan, et ve tüketim. Bu sözcükler bir araya geldiğinde sofralardan hamburgerler, bonfileler, pirzolalar eksik olmuyor. Peki, ya gelmediğinde? Hiç düşündünüz mü, et tüketilmeyen bir dünya nasıl bir yer olurdu ve neye benzerdi? Bunun üzerine sofralardan et dolu tabakların kalktığını hayal ederek iklimden ekonomiye; insan sağlığından işgücüne uzanan etkilerini inceledik. Ve uzmanların 'etsiz dünya' kurgusuna biraz daha yakınlaşarak bunun mümkün olup olmadığını sorduk…
Yazı Kaan Sancar
Vegan bir dünya kurgusuna girmeden önce vejetaryenlik ve veganlığın ne menem bir şey olduğundan biraz bahsetmek gerek. Hepimiz hayatımız boyunca en az bir kez duymuşuzdur bu iki terimi. Basitçe açıklarsak; et tüketmeyen kişiler kendilerini vejetaryen, herhangi bir hayvansal ürünü tüketmeyen ve hayvanlardan elde edilen ürünleri kullanmayan kişiler ise kendilerini vegan olarak tanımlıyor. Her ne kadar günümüzde yeni bir yaşam tarzı olarak düşünülse de vejetaryenlik ve veganlık köklerini çok eski uygarlıklardan alan iki eski yaşam biçimi.
Son zamanlarda daha sık karşımıza çıkan vegan yaşam biçimi, et tüketiminin dünyayı nasıl etkilediğine dair birçok araştırmanın yapılmasına da sebep oluyor. Etin insan sağlığına yararlı olduğunu savunan birçok araştırmacının aksine; yine yapılan birçok araştırma etin sofralarımıza gelmesini sağlayan hayvancılık sektörünün insanlığa yarardan çok zarar verdiğine dikkat çekiyor.
Bulgular, küresel ısınmaya yol açan sera gazı salınımının üçte birine sadece hayvancılık sektörünün neden olduğunu ortaya koyuyor. İnsan sağlığı konusuna gelindiğinde ise araştırmacıların büyük bir kısmı et tüketiminin kalp ve damar hastalıklarına neden olduğunu belirtiyor. İşin bir de ekonomik tarafı var. Tüm bunlar konuşulurken bir grup araştırmacı ise çözüm önerisi niteliğinde yepyeni bir araştırma sorusu ile karşımıza çıkıyor: Vegan bir dünya neleri değiştirir?
DENİZİN ÇAĞIRDIĞI ADAM
Denizci olmak için evini, işini, şehrini terk etti; yetmedi şimdi de dünyanın en tehlikeli yarışına katılacak ilk Türk olmaya hazırlanıyor.
Yazı Özge Dinç
Fotoğraf Arda Güldoğan
Tolga Pamir, dünyanın en büyük 100 açık solo deniz yarışçısından biri; hatta 37.'si. Mini-Transat, The Solitaire du Figaro gibi yarışlara defalarca katılmış biri, bir yarışta kayaya çarpıp ölümden döndü; onu Fransız Hava Kuvvetleri kurtardı, bir diğerinde dev bir şilebe çarptı, ucuz kurtuldu. Şu haliyle bile bunları yapan ilk Türk, ama o iddiasını artırıp 2020'de Vendée Globe'a katılmaya hazırlanıyor. Yani kazananların sayısının ona göre 'dünyanın yörüngesinden çıkmış astronot sayısının üçte biri' kadar olduğu, dünyanın en tehlikeli yelken yarışına. Ben de onunla denizleri, yelkenciliği ve Vendée Globe hazırlıklarını konuşmak istiyorum. Ama karşımdaki kişi, her şeye sıfırdan başlayan biri olunca denizdeki zorlukları konuşmak, işin en hafif kısmı oluyor; Tolga Pamir'in denize çıkana kadarki hikâyesi daha da zorlu.
Desteklerinden ötürü Kalamış Yelken Kulübü'ne ve Kaan Yelken'e teşekkür ederiz.
SEYAHAT
KENDİNE HAS BİR GÜZEL
PORTO
Yokuşlu dar sokakların okyanusa açıldığı Porto, kokuları ve ruhuyla ziyaretçilerini hemen saran kentlerden. Bu güzel kenti görmek için çok fazla nedeniniz var.
Yazı Türkan Doğan
MODA
Dikkat Çekici Sakinlik
Günümüzde şıklık; artık sadece sezon trendlerini takip ederek değil aynı zamanda farklı stil ve kullanım şekillerini de deneyerek sağlanıyor. Dolayısıyla farklı renk ve desenleri bütünleştirmeyi, teknolojik kumaşlarla üretilen tasarımları taşımayı ve en önemlisi de içinde bulunduğunuz ortamlarda dikkat çekecek kadar 'farklı' olmayı göze almalısınız.
Moda Editörü Duygu Altıparmak
Fotoğraf Ömer Faruk Gökalp
FUTBOL
23 Yılda 30 Takım!
EFSANESİN
SEBASTIAN LOCO ABREU
40 yaşına henüz basan Sebastian Loco Abreu, 23 yıllık kariyerinde tam 10 ülke gezdi. Şili Primera B ligi ekiplerinden Puerto Montt ise, Abreu'nun kariyerinde oynayacağı 30'uncu takım oldu. Bu, aynı zamanda bir rekoru egale etmek demek. Anlayacağınız, rekora bir adım kaldı. Ha, gayret!
Yazı Gökhan İlker
Erkan Avcı
Her Seferinde Başladığı Noktaya Dönebilen Adam
'Karadayı'da kötülüklerin hamisi, kabadayı Necdet, 'Zenne'nin eşcinsel karakteri Ahmet ve son olarak 'Cesur ve Güzel'deki Korludağ'ların örselenmiş çocuğu Korhan… Bu yalnızca Erkan Avcı'nın hafızamıza kazınan son üç rolü. Oynanmayan; adeta yaşatılan karakterler… Erkan Avcı'da farklı bir şey var. Ruh kazandırdığı karakterlerde de. Neden onlara sırtımızı dönemiyoruz?
Röportaj Türkan Doğan
Fotoğraf Arda Güldoğan
Moda Editörü Gökçecan Yürekli
YEMEK
ARNAVUTKÖY'ÜN EZBERİNİ BOZUYOR: HUDSON
Ağırlıklı olarak deniz restoranlarına ev sahipliği yapan Arnavutköy, bu aralar 'French Brasserie' konseptiyle hizmet veren Hudson ile dikkat çekiyor.
Yazı Seda Karan
Fotoğraf Arda Güldoğan