Elba'nın rahatlığı
Idrıs neden sürekli gülümsüyor? Belki de Stephen King'in yazdığı bir roman dizisini temel alan 'Kara Kule' ile başlayarak başrolünü oynadığı birkaç filmin birden vizyona girmesinin keyfini çıkarıyordur. Maximillian Potter onu Londra'da yakaladı ve ilgiyi nasıl kendi üzerinde topladığını kendi gözleriyle gördü. Bu arada, James Bond adayları arasında sivrilmesine ise şaşmamalı.
- Bu Ay Dergide
- Çarşamba 14:57 | 11 Ekim 2017
Yazı: Maximillian POTTER
Derleme: Erkin ÇAM
Fotoğraflar: Victor DEMERCHELIER
İlkbaharın son günlerinde bir Cumartesi akşamüstü, Londra'daki Notting Hill mahallesindeki çiftçi pazarı hareketli: İnsanlar tenteler ve tezgâhlar arasında geziniyor, organik domates, süt ve marul alıyor. Beyaz bir Range Rover kenara çekiyor ve Idris Elba kaldırıma ayak basıyor. Makosen ayakkabılarından kocaman beresine kadar siyah giyinmiş ve göründüğü kadarıyla – gözleri aşağıda, eller cepte – fark edilmemek için elinden geleni yapıyor.
Bu, pek mümkün değil. Yakınlardaki Electric House adlı restorana yöneldiğinde pazar yerinde herkes duruyor. Bütün gözler onun üzerinde. Tamam, belki pazar tamamen durmuyor ama oran buna çok yakın. "Tatlım tatlım, bak… Aman Tanrım! Aman Tanrım! Aman Tanrım!" Topeka'da bir pazarda olsaydık – ya da Allah korusun Baltimore'da – 44 yaşındaki Elba muhtemelen HBO dizisi 'The Wire'da oynadığı Makyavelist eroin satıcısı Stringer Bell olarak tanınırdı. Büyüdüğü Birleşik Krallık'ta ise özel hayatı berbat halde olsa da başarılı bir dedektifi oynadığı 'Luther' adlı Golden Globe ödüllü BBC serisi ile daha çok tanınıyor. Ama bugünlerde hiç oynamadığı ve belki de hiç oynamayacağı bir rolle hatırlanıyor: Elba restorana girdiğinde heyecanlı bir hayran elini sıkıp "Idris, 007 olacak mısın?" diye bağırıyor.
Elba'nın James Bond'u oynayacağına dair söylentiler birkaç yıldır devam ediyor. 2014'te Sony Pictures'ın binlerce e-postası çalınıp yayımlandığında stüdyonun genel müdür yardımcısı Amy Pascal'ın bir arkadaşına "Bir sonraki Bond, Elba olmalı." yazdığı da ortaya çıktı. Steven Spielberg ise bir röportajda Elba'nın Daniel Craig'in smokinini giymek için 'ilk tercihi' olacağını söyledi. Elba ise bu tartışmanın tamamen farazi olduğunu söylüyor: Henüz hiç kimse kendisine bu rol için düşünüldüğünü söylememiş.
Yine de bu söylentinin sürekliliği Elba'nın ne kadar nadir bir yetenek olduğunu gösteriyor. Pascal neden onun gizemli ve kıtadan kıtaya geçen bir adam rolü için gerekli niteliklere sahip olduğunu düşünüyor? Tüm o hiper-maskülin rolleri neden bu kadar akılda kalıcı olduysa ondan: Bu adamda benzersiz bir farklılık var, öyle fiyakalı ve özgüvenli ki daha repliğini söylemeden sahneyi ele geçiriyor. Zira bu yılın Ekim ayında vizyona girecek bir uçak kazasından kurtulma filmi olan 'The Mountain Between Us' filminde Elba ve Kate Winslet'in yönetmenliğini yapan Hany Ebu-Assad, "Idris'i iş başında gördüğünüz anda hemen 'Bu adam hayatta kalacak. Bu adam her şeyin üstesinden gelebilir,' diye düşünüyorsunuz." diyor.
İlk yönetmenlik denemesi olan 'Molly's Game'de Elba'ya bir ceza avukatı rolü veren Aaron Sorkin bana "Bir aktörün –mış gibi yapamayacağı şeyler vardır," dedi; "Akıllıymış gibi yapamazlar, komikmiş gibi yapamazlar, ağırbaşlıymış gibi yapamazlar… Idris'te bunların hepsi var zaten. Artı, rol yapabiliyor." Electric House, 'modern Dickensgil' olarak tanımlanabilecek bir ambiyansa sahip. Garson bizi arka taraftaki masamıza götürürken zengin hipster'lardan gündelik şık giysileri içindeki genç anne babalar ve onlardan da şık çocuklarına kadar mekânın tüm müdavimleri bizi seyrediyor ve fısıldaşıyor. Elba önüne bakmaya devam ediyor, ilgiden etkilenmemiş gibi görünüyor.
"Benim büyüdüğüm yerde gangsterler akıllı olmak zorundaydı. O gösterişli hayat falan hepsi yalan dostum. Takım elbiseler ve gülümsemeler ile iş bitiriliyordu."
O geçip iri gövdesiyle oturana kadar kocaman görünen, 'U' biçiminde bir kabine giriyor. Bu ay Elba kısmen Blade Runner'ın kısmen de spagetti westernlerin evrenlerine benzeyen, Stephen King'in bilim kurgu gerilim serisi romanlarından uyarlanan 'The Dark Tower'ın başrolünde. Üstün içgüdüleri ve silah kullanma yetenekleri sayesinde hayatta kalan yalnız kahramanı, yani silahşoru oynuyor. Filmin yönetmeni Nikolaj Arcel, Elba ile konuşmanın 'göğe bakmak' gibi olduğunu söylüyor.
Neredeyse hemen ipleri ele geçiriyor, sanki röportajı Elba yapıyor. "Bence hayatım gayet iyi biçimde belgelendi," diyor bana; "Araştırma yaparsan benimle ilgili her detaya sahip olursun." Elleri masanın üstünde, parmak uçları bir profesör gibi birbirine dokunuyor; gözlerini gözlerimden ayırmıyor. "Bu durum bir gazeteci için korkutucu olmasa da cesaret kırıcı olmalı." Duraklıyor. Bekliyorum. Devam ediyor: "Yani daha önce hiç kimsenin yapmadığı bir açıdan yazmak için nasıl yaklaşmalıyım?" Viskili diyet kolasından bir yudum alıyor ve başını yana eğiyor, ama bakışlarını kaçırmıyor.
Haklı bir soru, ama yine de denemek lazım. Elba'nın Hollywood'un en çok aranan başrol oyuncusu olduğunu anlamak için kullanılabilecek yaklaşımlardan biri, babası Winston ile başlamak. Bir kısmı aleve bir an değmiş, bir kısmı çok pişmiş bifteğini yerken Winston'un ona bir zamanlar verdiği bir öğüdü anlatıyor bana: "Kiminle konuşursan konuş, onun gözlerine bak. İki nedeni var bunun: Bu şekilde yalan söyleyip söylemediğini anlayabilirsin. Ayrıca karşındaki da söylediğin şeye gerçekten inandığını görür ve onunla bir bağ kurabilirsin."
Elba, Hackney'de, yani Londra'nın en fakir bölgelerinden birinde, Sierra Leoneli Winston ile karısı Ganalı Eve 1970'lerde Birleşik Krallık'a göç ettikten kısa süre sonra doğdu. Arkadaşlarının çoğu fakirlik yardımıyla yetinir veya uyuşturucu satarken, ailesinin tek çocuğu olan Elba enerjisini müziğe yöneltti. Küçük bir çocukken kahvaltılık gevrek taslarını ters çevirip onları döner tabla yapıyordu. 14 yaşında DJ'lik yapan amcasının yanında yarı zamanlı çalışıyordu ve kısa süre sonra kendisi işler almaya başladı.
Elba 18'ine geldiğinde, prestijli bir sanat okulu olan Ulusal Gençlik Müzik Tiyatrosuna kaydoldu. Bir Ford fabrikasında çalışan Winston, bursun tamamını karşılamadığı okul ücreti için para biriktiriyordu. Programı tamamladıktan sonra otomobil fabrikasında bir işe girdi; gündüz seçmelere katılabilmek için gece vardiyasında çalışıyordu. 'Crimewatch' gibi BBC dizilerinde ufak roller kaptı; uyuşturucu satıcısı, teslimatçı ve 'Absolutely Fabulous'ta bir jigolo oldu.
Ailesinin Londra'ya göçmüş olması ona New York'ta şansını denemek için cesaret verdi. "Yuvadan uçma fikri beni korkutmuyordu," diyor. "Bu büyük bir değişim, ama boş ver, başka bir ülkeye taşınabilirim diye düşündüm. Bunu babamdan öğrendim. O da böyle bir yolculuk yapmıştı." 2001'de, makyaj sanatçısı Kim Norgaard ile evlendikten iki sene sonra, hamile bir karısı ve şehrin hemen dışında bir evi vardı. Elba, Amerikan aksanını geliştirmek için Brooklyn'deki bir berberde saatlerce takıldığını anlatıyor bana. Orada burada devamlılığı olmayan roller alıyordu, Law&Order'da bile ufak bir rolde görünmüştü, ama bunlar geçinmeye yetmiyordu. DJ'lik işleri aldı ve ünlü komedi kulübü Carolines'ın kapısında korumalık yaptı. Londra'da gitmeye değer bir seçme olduğunu duyduğunda uçağa atlayıp gitti.
Elba'nın bu gezginci yaşam biçimi evliliğini de sona erdirdi. O ve Norgaard, bugün 15 yaşında olan kızları doğmadan önce boşandı. Elba, sonraki üç ay Chevy Astro marka bir minibüste, sokaklarda yaşadı ve sonra yeni bir HBO dizisi olan 'The Wire' için seçmelere katıldı.
''Aaoran Sorkin bana 'Bir aktörün-mış gibi yapamayacağı şeyler vardır; dedi; 'Akıllıymış gibi yapamazlar, komikmiş gibi yapamazlar, ağırbaşlıymış gibi yapamazlar...Idris'te bunların hepsi var zaten. Artı rol yapabiliyor;'' -Maximillian Potter
Elba'ya göre hayatını değiştiren rol bir teselli ikramiyesiydi. O aslında uyuşturucu baronu Avon Barksdale rolünü istiyordu. Ama programın yaratıcısı David Simon kast ekibindeydi; bana Elba'nın Londralı olduğunu hiç anlamadığını, çünkü seçme sürecinde Amerikan aksanını hiç bozmadığını söyledi. Birkaç görüşme sonrasında The Wire ekibi Elba'ya onu Stringer Bell rolü için istediklerini söyledi.
"Ben 'muhteşem, muhteşem!' diyordum," diyor Elba; "Ama içimden 'Kim o?' demiştim aslında." Pilot bölümde bir taslak halindeki Bell karakteri, hırçın bir Baltimore uyuşturucu satıcısıydı ama Elba karakteri biraz kendine benzetti, sanki kendi kendine daha önce hiç kimsenin yapmadığı bir açıdan yazmak için nasıl yaklaşmalıyım? demiş gibiydi: "Benim büyüdüğüm yerde gangsterler akıllı olmak zorundaydı. O gösterişli hayat falan – hepsi yalan dostum. Takım elbiseler ve gülümsemeler ile iş bitiriliyordu. Ben de kendime 'Stringer'i böyle bir adam yapacağım. dedim."
Bell tam da dizinin hayranları arasında büyük bir ilgi görmeye başladığında, Simon karakteri diziden çıkardı. Elba şaşırmıştı. Kural olarak Simon oyuncuların, karakterlerin ne zaman öleceğini son dakikaya kadar bilmelerini istemiyordu. Simon "Aktörler zaten karakterin ruhunu taşımak ve canlandırmak gibi ağır bir yüke sahiptir," diyor. "Karakterin öleceğini bilirlerse, aktör karaktere başka türlü yaklaşmaya başlıyor."
Elba'ya Bell'in öleceğini söylediklerinde, The Wire çekimleri bir mezarlıkta yapılıyordu. Mezar taşları arasında gezerken Simon Elba'ya aktör olarak bir şeyleri yanlış yapmadığını, Bell'in bunun için ölmediğini söyledi. Simon, şöyle dediğini hatırlıyor: "Bu ölüm insanların oturup hikâyenin akışını düşünmelerini sağlayacak. Bu senin için dikkate değer bir an olacak, Idris. İnsanlar bunu gördükten sonra sana o kadar çok film teklifi gelecek ki, aralarından istediğini seçebileceksin."
Simon tanınırlık konusunda haklıydı, ama Elba'nın kariyeri konusundaki öngörüsü pek de tutmadı. Elba birkaç yıl boyunca 'Girlfriends', 'Sometimes in April', 'Jonny Zero', (Daddy's Little Girls' ve 'Obsessed' gibi dizive filmlerde göründü.
2009 yılında NBC'deki 'The Office'teki yedi bölümlük rolü dönüm noktası oldu. Elba, dizide Steve Carrel'in hesapçı düşmanı Michael Scott'ı oynadı. Komedyen yanı sayesinde Sorkin ve diğerlerinin ilgisini çekti. Birleşik Krallık'ta büyük bir hit olan 'Luther'da başrolü kaptı ve 'Prometheus ve Pacific Rim' gibi büyük Hollywood aksiyonlarında önemli roller aldı. 2013'te 'Mandela: Long Walk to Freedom' filminde filme adını veren adamı oynadı ve Golden Globe'a aday oldu.
Winston oğlunun sevdiği işi yapmasına sevinse de, Luther gibi yapımlardaki rolleri onu çok etkilemedi. Ama Elba babasına Nelson Mandela'yı oynayacağını söylediğinde Winston ağlamaya başlamıştı. Elba, babasının "Oğlumdan bu kadar büyük bir adamı oynamasının istendiğine inanamıyorum," dediğini hatırlıyor.
2013'te Elba filmi babasına gösterdiğinde, Winston, oğlunun çizdiği Mandela profilinin ona kendi babası Moses'ı hatırlattığını söyledi. "Bunu söylemen çok ilginç," dedi Elba babasına; "Çünkü ben orada sen olmaya çalışıyordum." Bana bu anı anlatırken Elba birkaç saniye sessiz kalıp başını eğiyor, sonra yüzüme bakıp gülümsüyor; "Babamın bunu görebilmiş olmasına çok seviniyorum."
Sıkı bir sigara tiryakisi olan Winston'a aynı yıl akciğer kanseri teşhisi kondu. O sırada Elba, eski karısı gibi makyaj sanatçısı olan Naiyana Garth ile birlikteydi. Elba'nın doğum gününde, babasının ölümünden yedi gün önce beraberce babasını ziyarete gittiler ve bir bebek beklediklerini söylediler. "Eğer oğlan olursa," dedi babası, "Adını Winston koymalısınız." Elba babasını gömdükten yedi ay sonra Garth, şu anda üç yaşında olan oğullarını doğurdu ve adı Winston oldu.
"72 yaşındaydı. Daha çok gençti" diyor, Elba. "Hayat doluydu. Yapmak istediği çok şey vardı. Ama fırsat bulamadı."
Elba, babasının ölümünün orta yaş bunalımına ciddi bir katkıda bulunduğunu anlatıyor. "Artık yaşamadığım bir yere gelmiştim. Yaptığım işlerle bir robota dönüşüyordum. Sette, yanan otomobillerden veya binalardan dışarı atlamaktan korkmuyordum, ama gerçekte 100m bile koşamam. Gerçeklikle bağımı kaybettiğimi hissettim," diyor. Arkadaşları onunla dalga geçmeye başladı ve ona Moprah diyorlardı – Erkek (male) Oprah. İyileşmek için babasının verdiği bir başka öğüde sığındı: "Yapmak istediğini yap, ama bunu yaparken bilgili, akıllı ve güvenli ol." Elba hayatın ona verdiği şansları tepmemeye karar verdi. "Savaşırken veya kaçarken, adrenalin seviyesi iyice arttığında, dilinin ucunda hissettiğin o yanma hissini unutmaya başlamıştım. Ben de ancak öldüğüm zaman yoruldum demektir dedim kendi kendime, Hey Idris, çılgın bir şey yapmak ister misin? Yeni bir belgesel çekelim mi?"
Galler'in Pendine Sands kumsallarında 626 beygir gücüne sahip bir Bentley Continental GT Speed sürdü ve saatte yaklaşık 290km hıza çıkarak 88 yıllık bir rekoru kırdı; uçak kullanmayı öğrendi ve bir akrobasi yarışmasında üç deneyimli pilotu yendi; Circuit of Ireland rallisini tamamladı.
Idris Elba: 'No Limits' böyle doğdu. Dört bölümlük bu Discovery UK belgesinde ünlü aktör kendini bir sürü savaş-veya-kaç durumuna soktu, bazılarında gerçekten savaşması veya kaçması gerekti. 2015 başında başlayan ve birkaç ay süren çekimlerde Galler'in Pendine Sands kumsallarında 626 beygir gücüne sahip bir Bentley Continental GT Speed sürdü ve saatte yaklaşık 290km hıza çıkarak 88 yıllık bir rekoru kırdı; uçak kullanmayı öğrendi ve bir akrobasi yarışmasında üç deneyimli pilotu yendi; Circuit of Ireland rallisini tamamladı. Sonraki seri olan Idris Elba: Fighter'da ise profesyonel kick-box hayatına bir nakavt zaferiyle başladı. "Rahat bir yerde oturup paramı kazanabilirdim ve keşke, keşke diyebilirdim. Ama benim popüler erkek aktör olma anlayışım şunu demek: 'Ahbap, ben yapabiliyorsam sen de yaparsın'."
Ayrıca 2015'te şimdiye kadar oynadığı en cesur rolü oynadı: 'Beasts of No Nation'da Afrikalı çocuk askerlerin kumandanı oldu. 'True Detective' dizisinin mükemmel birinci sezonunun (berbat ikinci sezonunun değil) arkasındaki yaratıcılardan biri olan Cary Joji Fukunaga'nın yazdığı ve yönettiği Beasts, acımasız bir yapımdı. Elba da seyircilerin kolay unutamayacağı bir karakteri oynadı.
Bu rolle de Golden Globe adayı oldu ve Screen Actors Guild ödülü aldı. Bir Oscar adaylığı garanti gibiydi: 2016 Akademi Ödülleri adaylıklarında 'Yardımcı Erkek Oyuncu' adayı olmasına 6'ya 1 veriliyordu. Ama adı adaylar listesinde yoktu: Listede beş beyaz adam vardı. Bu ve beyaz olmayan aktörlerin hakir görüldüğüne işaret eden diğer başka olaylar, Hollywood'daki çeşitlilik tartışmalarını yeniden ateşledi; #OscarsSoWhite hashtag'iyle yapılan paylaşımlar geçen yılın ödüllerine damga vurdu. Tüm bu tartışmalardan geriye sadece Elba'nın etkileyici performansı kaldı.
Bu Kasım'da Thor: Ragnarok'ta Thor'un sağ kolu olarak yeniden beyaz perdede olacak. 'Molly's Game'de ise yasadışı ve büyük potlu poker oyunları düzenlemekten tutuklanan bir karakteri canlandıran Jessica Chastain'in karşısında göreceğiz onu. Bu arada risk almaya devam edecek: İlk defa yönetmenlik yapacağı Yardie adlı gerilim filminin prodüksiyonuna da başlıyor. Koreografisi ustaca kotarılmış çatışma sahneleri de içeren The Dark Tower'a dair tartışmalara dâhil olmaktan geri kalmıyor: "Karakterim ile vicdanım arasında kaldığım anlar oldu. ABD'de silah kültürü hakkında genel bir farkındalık var. Karakterin ateş etmekte neden bu kadar başarılı olduğunu düşünmek zorunda kaldım. Sonuçta 'Onun aleti de bu. Stephen King'in hayal gücü tarafından yaratılmış bir evrende ona biçilen rol bu…' diye karar kıldım. Bunu bile söylememeliydim, film şirketi beni çarmıha gerecek."
Yardie'nin senaryosunu gözden geçirmek için mekândan ayrılmadan önce son bir soru sormak istiyorum. Orta yaş krizi döneminde Superdry ile birlikte başarılı bir giysi koleksiyonu hazırladı, Britanya İmparatorluk Nişanı aldı ve Britanya televizyonlarında ve filmlerinde çeşitliliği arttırmak için parlamentoda bir konuşma yaptı. Yapamayacağı bir şey yok mu?
"Mobilya yapmakta pek başarılı değilim."
Nereden biliyor ki?
"Çünkü denedim."
Elbette denemiştir.