#gururlaözgür

Raf Simons’ın Calvin Klein’a en prestijli ödülleri getiren koleksiyonunda Simons’un tüm geçmişi de var.

Yazı Özge Dinç

Simons'ın Calvin Klein Koleksiyonu'yla iki ödül birden alması, moda dünyası için büyük anlam taşıyor. Ondan önce iki ödülü aynı anda sadece bir tasarımcı almıştı: O kişi de kaderin bir cilvesi olarak Calvin Klein'ın kendisiydi.

1981'den bu yana en iyi Amerikan moda tasarımcılarına verilen CFDA Ödülleri'nin 2017 partisi epey heyecanlıydı: Vera Wang, Rick Owens gibi isimlerin bulunduğu salonda, tarihte sayılı kez görüldüğü üzere bir tasarımcı hem kadın hem de erkek koleksiyonuyla birden 'Yılın En İyi Tasarımcısı' seçilmişti. Raf Simons'tı bu; kariyerinde farklı kalıplara girebilmiş tasarımcı, bu kez Calvin Klein'ı onurlandırıyordu.


Raf Simons'n bir Dior koleksiyonundan. Kanye West, hayranı olduğu Raf Simons'ın tasarladığı montuyla.

Raf Simons, Ağustos 2016'da Calvin Klein'ın kreatif direktörü olduğunda herkes şaşırdı, çünkü daha bir sene evvel Christian Dior'daki görevinden istifa etmişti. John Galliano gibi bir devin uygunsuz davranışları nedeniyle Dior'dan kovulmasının ardından göreve geldi ve yılda iki couture, dört hazır giyim koleksiyonu hazırlamak gibi yoğun bir görevin ardından istifa etti. Moda dergileri ve otoriteler Dior'dan nasıl istifa edilebileceğini anlamıyor, Prada'nın CEO'su Miuccia Prada "Raf, Dior'dan ayrılmakla en cesur kararı verdi," diyordu. Ancak Raf Simons'ın kariyerine bakınca nasıl böyle provokatif olduğunu anlamak hiç zor değil; aksine her şey mümkün görünüyor.

Simons'ın 1995 tarihli ilk koleksiyonunu hatırlayın: Defilesinde o dönemin yıldızları olan süpermodeller değil, sokaktan çevirdiği insanlar yürümüştü. Muntazam bir tekrarlayıcı değil, yenilikçi olmasından ötürü rapçilerin favori tasarımcısı olageldi. Rihanna'nın yanı sıra Kanye West, Simons imzalı kamuflaj desenli bomber ceketinin içinde, en sevdiği tasarımcının Raf Simons olduğunu söylüyordu; hatta dergilere birlikte röportaj veriyorlardı. İlk tasarımından Calvin Klein için tasarladığı koleksiyona dek onu tanımlamamız gerekse 'alt kültür gençliği'ni cümlede kullanmamız gerekirdi, ki dünya çapındaki birçok otorite de onu böyle tanımlıyor.

Ama Simons, isyanın ardına sığınmakla kalmadı; kendi markasını kurar ve sürdürürken büyük markaların himayesinde 'onlar gibi' koleksiyonlar hazırlamayı da öğrenmek istedi ve öğrendi. Böylece ortaya birkaç farklı Raf Simons çıktı. Yapmak istediği birçok şey varken yalnızca moda tasarımcısı olarak tanınmak ona kendini nasıl kısıtlanmış hissettiriyorsa sadece bağımsız kalmak ya da sadece büyük markaların gölgesine sığınmak da bir yandan onu sıkıyordu; bu da kariyerinin nasıl böyle ilginç bir yol izlediğini açıklıyor: "21. yüzyıl, gerçekten ufak ve spot ışıklarının uzağında olmanın güzelliğini yaşamanıza izin vermiyor. Bu sebeple hem çok ufak markamın hem de çok büyük markaların etiketini birlikte taşıyorum. Çalıştığım her gün ikisi arasındaki farkları da görüyorum. Neden birisi benim için daha iyi olsun, ben ikisini de seviyorum."

Siz belki onu Fred Perry için tasarladığı tişörtlerden tanıyorsunuz, belki Adidas için hazırladığı spor ayakkabı serisinden, belki de Eastpak için dört kez New York sokaklarından ilham alarak tasarladığı ancak saten, örme gibi lüks kumaşlarla tezat oluşturduğu çantalardan; ancak o, sokak modasıyla sınırlandırılamayacak bir tasarımcı: Jil Sander ve Dior için hazırladığı koleksiyonlar da bunu kanıtlıyor.

Raf Simons'ı belki de dört dönemde incelemek gerekli: Defilesinde sokaktaki insanların yürüdüğü 1995 koleksiyonu, sokaklarda yaşanan devrimi konu edinen 2002 Koleksiyonu (Defilede de yüzü örtülü ve ateş yakmış modeller yürüyordu.), sanatçılarla yaptığı işbirliğiyle modayı sanatla birleştirme çabaları ve yüksek markalar dönemi: Böyle provokatif bir tasarımcı, yalınlığıyla ünlü olmuş Jil Sander'e hem de kadın koleksiyonu tasarlaması için getirilse sonuç ne olur? Beklenenin tam aksi. Raf Simons, pür beyaz ya da kırmızı gibi canlı renklerin eklendiği feminen koleksiyonuyla 2005 ila 2012 arasında Jil Sander potasında erimeyi de bildi. Beğenmezliğiyle ünlü, bunca yıllık tecrübesiyle artık hiçbir şeye şaşırmayan (hatta Şeytan Prada Giyer kitabı ve filmiyle de uluslararası ün kazanan, Vogue Amerika Genel Yayın Yönetmeni) Anna Wintour bile bu defilenin ardından şöyle demişti: "Bir sonraki koleksiyonunu merakla bekliyorum."

Sonra daha çok konuşulan hamle geldi: Raf Simons, Dior'la anlaştı; markayı baştan ayağa değiştireceği düşünülürken Dior'un tarihine odaklanmayı seçti. Dior'un kısa ve cepli siyah beyaz kadın ceketlerini modernize ederek yeniden podyuma çıkardı; üç buçuk sene boyunca şık çiçekler eşliğinde defilelere imza attı. Ama kabına sığamayan enerji, bir süre sonra galip geldi ve Simons, Dior'dan ayrıldı.

Calvin Klein'ın kendisinin 1993'te aldığı ödülü 2017'de markaya yeniden getiren Simons'ın Calvin Klein Koleksiyonu ise kesinlikle çok heyecan vericiydi. Bu kez yalnız giysi değil, iç çamaşırı, saat ve aksesuar da tasarlaması gerekiyordu. İlk adımı, markanın Amerikan köklerine dönmek oldu. Calvin Klein sadeliği renklerle tanıştı (Simsiyah bir saatte lacivert bir ibre gibi aykırı unsurlar gibi), artık ırkların benzeştiğini söyleyerek etnik detayları da koleksiyona ekleyeceğini duyurdu. Modanın günlük siyasetten ayrılamayacağının da kanıtıydı bu yaklaşım. (Nitekim CFDA Ödülleri'nin bu yılki konusu da, kadın haklarıydı.) Son olarak yılın genel moda trendine de uygun olarak logoyu giderek daha çok, daha çok büyüttü.

Calvin Klein Koleksiyonu'na ait fotoğraflar Kaliforniya'daki Mojava Çölü'nde çekilmişti. Bu fotoğraflarda Amerikan bayraklı etekler, yanları çizgili renkli İngiliz estetiği taşıyan pantolonun altına giyilen kovboy çizmesi gibi detaylar görüyorduk. Özellikle renkli cepli gömlekler çok hoştu. Calvin Klein'ı Amerikan köklerine döndürmekle kalmayıp daha üst bir sınıfa taşımıştı Simons. Calvin Klein imzalı ceketler ilgi uyandırdı, bu ceketlerden birini de hemen Melanie Trump'ın üzerinde gördük zaten.

Simons'ın aynı yıl iki ödül birden alması, moda dünyası için büyük anlam taşıyor. (2014'te Dior için hazırladığı koleksiyonla da uluslararası ödülü almıştı.) Amerikan Moda Kuruluşu tarafından 1981'den bu yana verilen ödülleri bu zamana kadar yalnızca altı tasarımcı birden fazla kez kazanabildi; bu isimler arasında Marc Jacobs, Tom Ford, Donna Karan, Ralph Lauren, Michael Kors ve Calvin Klein var. Raf Simons gibi aynı yıl hem erkek hem kadın koleksiyonuyla ödül alan tek kişi ise, kaderin bir cilvesi olarak Calvin Klein. Bu alanda çok başarılı olsa da Simons aslında yola moda tasarımcısı olmak için çıkmamıştı. 1968'de Belçika Neelpert'te doğan, orada endüstriyel tasarım ve mobilya tasarımı eğitimi alan Simons, çılgın tasarımcı Walter Van Beirendonck'un yanına staj yapmak için girdi, görevi ise koleksiyonun mekân tasarımını yapmaktı. Ufak bir bölgede büyüdüğünden modayla ilk karşılaşması da Walter'la birlikte gittiği Paris Moda Haftası oldu. Orada Martin Margiela'nın 1991 tarihli baştan aşağı beyaz kumaş ve plastiklerin olduğu ezberbozan defilesini gördü ve "Moda, bu!" diyip moda tasarımcısı olmaya karar verdi. Sonra Antwerp Royal Academy'nin yöneticisi Linda Loppa'nın cesaretlendirmesiyle kendi koleksiyonunu oluşturmaya başladı. Gerisini zaten biliyorsunuz.

Simons'ın ilk tasarımlarından bugüne baktığımızda önce 'özgürlük' arayışını görüyoruz. Bir röportajında bilen bilmeyen herkesin modayı yargılamasından şikâyet eden, bunun tasarımda değilse bile ("Tasarım yaparken özgürüm," diyor.) konuşmalarında bir otosansüre neden olduğunu söyleyen Simons, modanın katılığından da hoşlanmıyor. "Keşke," diyor, "bir tasarımcı benim yeni koleksiyonumu tasarlasa, ben de bir başkasının; böylece kalıpları kırsak!" Tıpkı bir müzedeki farklı küratörler gibi. Simons, geleneksel modanın yalnızca ona uygun gelen tarafını alıyor: Üslubu ve formunu bozduğu şekiller, gençliği ve onun yeni özgür erkek tipini yansıtsa da geleneksel modanın tüvit kumaşlarını, işçiliğini yanına almadan yürümek istemiyor. Bir Raf Simons erkeğinin mevcut olduğu kesin; Simons'ın böyle bir 'erkek tipi' yaratmak istediği de. Çünkü bugünün modasında en şikâyetçi olduğu şeylerden biri, son on yılda modanın hafızasını yitirmesi: "Bir markadan bir çanta alıyorlar, birinden bir palto, diğerinden ayakkabı. Benim büyüdüğüm yıllarda moda bir fikirdi ve bundan hoşlanırdım:

Margiela kadını, Dries Van Noten kadını, Yohji Yamamoto kadını ya da Helmut Lang kadını gibi. Bu bir zihniyet ve kültürdü." Kendisi de örneğin bir paltoyu çok beğense bile onun tarzı ve kültürüne uygunluk göstermiyorsa asla giymeyeceğini söylüyor.

Dior'dan ayrılmasına sebep olan da onun özgürlük arayışıydı: "Kendi markamda olmamla Dior'da olmam çok farklı. Oradayken nasıl davranacağım, nasıl konuşacağım konusunda üzerimde bir baskı hissediyordum. Bana bir kurallar listesi verilmiş değildi, ama otomatik olarak bu ruh haline girdim."

Bu özgürlük arayışını ise bir markaya kreatif direktör olmanın yanında kendi markası olmasına ve daha çok da Belçikalı olmasına bağlıyordu. "Kurumsal yapılar, çok baskın ve belirleyici; Belçikalıların çoğu ise küçük ve bağımsız kalmayı tercih etti."

Dior'dan ayrıldığında, daha önce couture koleksiyon yapmamışken sekiz haftada bir koleksiyon hazırlayabilmesi ve yeni teknikler geliştirmesi unutuldu ve herkes üzerine gitmeye başladı. Bu istifanın bir savaş gibi karşılanması ise ona tuhaf geliyordu: "Dior, akıl almayacak kadar güzeldi. Ama istenen kişi ben değildim." Tepkilerin ardından "Bana biraz zaman verin," dedi. Bundan sonrası, Calvin Klein'ın onu tamamıyla özgür bırakan CEO'su Steve Shiffman'ın teklifine kadar 'sakinlik arayışıyla' geçti.

Raf Simons'ın Belçika'dan çıkması belki de başlı başına incelenmesi gereken bir konu; çünkü bu İtalya, ABD, Fransa gibi tarihi eskiye dayanan bir moda altyapısı olmayan küçük ülke, geçen on yıllarda bir moda merkezi haline geldi. Önce Martin Margiela çıktı o topraklardan, sonra Dries Van Noten ve Ann Demeulemeester. Artık bir merkez olan Belçika, bu isimlerin yetiştiği yıllarda ise bir çöl gibiydi: Küçük ve modada söz hakkı olmayan bir ülkede büyümek onun ve onun gibilerin yolunu uzattı. Annesi, evlere temizliğe giden bir kadındı, babası askeri gece gözlemcisi; Neerpelt gibi ufak ve çiftliklerle örülü bir yerde doğmuştu. Bu haliyle bile şartları yeterince zorken buna bir de Belçika'nın moda alanında yetersiz olması ekleniyordu. Bunun için ilk koleksiyonunu tasarladığında başlamak için epey geç kalmıştı: 27 yaşındaydı.

Üstelik onun okuduğu yıllar olan 80'lerde moda okumak prestijli bir iş de sayılmıyordu. Bugün ise modanın popülerleşmesinden, yaygınlaşmasından ve çok gelir getiren işler olarak görülmesinden ötürü bütün aileler çocuklarının moda tasarımcısı olmasını istiyor ona göre.

Simons'ın geçmişinde büyük markalarda 'yalın ve sofistike' ürünler ortaya çıkarmasını sağlayan işbirliği, Dan tasarım ve tekstil markası Kvadrat'la tasarladığı özel işbirlikleri ve kendi markasıyla daha provokatif, sıra dışı ürünler tasarlaması yanında sanatçılarla ürettiği koleksiyonlar da var. "Çünkü," diye anlatıyor Simons; "90'larda hissettiğim duyguları geri getirmek istiyorum. Artık sayısız harika kıyafet görsem de duyguya rastlayamıyorum." Bu duyguları geri getirmesinin ilk adımı, ABD'li ressam ve yakın arkadaşı Sterling Ruby ile 2009'da ve 2014 Sonbahar-Kış sezonu için yaptığı koleksiyonlar oldu: Ressamın boya darbelerinin olduğu gömlek ve paltolar, asimetrik kumaş parçaları ve tabii defilede, üzerinde ABD bayrağı olan kum torbaları... Yine grafik tasarımcı Peter Saville ile sırtında çiçek baskıları olan şahane parkalar üretmişti.


Ressam Sterling Ruby işbirliğindeki koleksiyonda boya darbeleri kullanılmıştı.

İki sanatçının birlikte çalışması böyle muazzam sonuçlar ortaya çıkarıyor olabilir, ama aslında arka planı çok da kolay olmuyordu demek, Simons nedenini şöyle anlatıyor: "Ben ya da Prada bir koleksiyon azırlasak kendi seslerimiz baskındır, ama Sterling'i koleksiyona davet ettiğimde seslerimiz eşitti, iki ismin de kendi etiketi vardı; bu sebeple bazen geri adımlar atmak zorunda kaldım."


Simons'ın Robert Mapplethorpe koleksiyonu kampanya fotoğrafı.

Simons'ın sanata yaptığı son yatırım ise Robert Mapplethorpe Koleksiyonu oldu. 20. yüzyılın en sıra dışı, en gözü pek fotoğraf sanatçısı, kendisi bir Yunan tanrısı kadar yakışıklı olan Mapplethorpe, daha 42 yaşındayken vefat etmişti. Onun hakkındaki her şeyi ise bir dönem sevgili, sonra en sevgili arkadaşı olduğu ve ölmeden önce onun hakkında bir kitap yazmasını vasiyet ettiği Patti Smith'in kitaplarından öğrenmiştik. Erken ölmesi bir talihsizlik olan Mapplethorpe'u Raf Simons'ın koleksiyonlarında; bazen fotoğrafları giysilerin üzerine basılmış olarak, bazen de Mapplethorpe gibi giyinmiş, ona benzeyen modellerle hatırlamak bizleri duygulandırmıştı; tam da duyguları geri getirmek isteyen Raf Simons'un istediği gibi.

Neden duyguyu sanatta arıyor, çünkü TV'de Belçikalı sanat küratörü Jan Hoet'yi izleyip sanatla tanıştığı günden bu yana sanatı çok 'duygu yüklü' buluyor. Tam da bu sebeple bütün arkadaşları ressam; en büyük hobisi ise Sterling Ruby, Olafur Eliasson and George Condo gibi çağdaş sanatçıların eserlerini toplamak.

Calvin Klein'ın CEO'su, hızlı, adanmış ve başarılı kariyerini göz önünde tutarak Raf Simons'ı markaya getirmek ve tamamen özgür bırakmakla en doğrusunu yaptı. ABD'ye gönülden bağlı, kumaş ve şekiller konusunda yenilikçi, koleksiyonlarında yeni bir söz söylemek isteyen, kendisinin internet sitesinde halka yaptığı açık çağrının başlığındaki gibi 'özgür olmaktan gurur duyan' Simons'la marka, 20 küsur yıldan sonra en prestijli kuruldan aynı anda iki ödül aldı, Simons markayı daha yükseğe taşıdı, mutlaka ki taşımaya da devam edecek.

Bu sebeple 49 yaşındaki tasarımcının geleceğini yazmak, geçmişini yazmaktan daha heyecan verici; kendisinin de çokça paylaşılan sözündeki gibi: "Geçmişi romantik bulmuyorum, geleceğin kendisi çok daha romantik."

Bu web sitesinde çerezler kullanılmaktadır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

"Tamam" ı tıklayarak, çerezlerin yerleştirilmesine izin vermektesiniz.