Endülüs ruhunun izinde
Mağribi İspanya'nın güzel Endülüs'ü bir zamanlar önemli bir kültürel merkezdi. Endülüs hala birlikte yaşama sanatına yaptığı katkılarla hatırlanıyor.
- Bu Ay Dergide
- Salı 10:19 | 30 Ocak 2018
Yazı Türkan Doğan
İspanya'nın güzel bölgesi Endülüs, görkemli sarayları ve etkileyici atmosferi kadar; herkesin birbirinin dilinde felsefe yaptığı çok kültürlü yapısıyla da medeniyet tarihine bambaşka bir katkı sağladı. Bu özel kültür, kendini değiştirip dönüştürürken bütün bilgisini kendinden sonrakilere aktarmayı başardı.
Emeviler'in ünlü komutanı Tarık bin Ziyad'ın 711 yılında, ordusuyla Afrika'dan İspanya'ya geçişiyle başlayan Endülüs dönemi, bugün bile yarattığı kozmopolit havayla ve birlikte yaşama sanatına yaptığı katkılarla hatırlanıyor. Bu ünlü seferde, yerel Berberiler'den biri olan Tarık bin Ziyad, ordusuna "Arkanızda düşman gibi deniz, önünüzde deniz gibi düşman var." dediği ve askerlerin olası bir geri dönüş ümidini de tüm gemileri yakarak bitirdiği anlatılan efsaneler arasında. Ünlü komutan Tarık bin Ziyad, bugün ismini verdiği; Akdeniz'i Atlas Okyanusu'na bağlayan, Arapçada 'Tarık'ın Dağı' anlamına gelen Cebel-i Tarık Boğazı ile de hatırlanıyor.
Tarık Bin Ziyad'ın fethi sırasında İber Yarımadası, Britanya'nın kıtadaki son kolonisi konumundaydı. Bölgeye hâkim olan Vizigotlar, Tarık bin Ziyad'ın 10 bin kişilik ordusuna yenilerek İberya'nın büyük bir kısmını kaybetti. Emeviler'in buradaki hâkimiyetini pekiştiren unsur ise bölge halkının kralların ve derebeylerin koyduğu ağır vergileri artık ödemek istemeyişi ve yeni yönetime çok çabuk adapte olmasıydı. Bu işbirliği, kurulacak ve geliştirilecek yeni kentlerle bölgenin kaderini tamamen değiştirdi.
11. yüzyıla kadar Kordoba, 13. yüzyıla kadar Sevilla ve 15. yüzyıla kadar da Granada, Mağribi İspanya'nın kültürel merkezlerindendi. Endülüs'ün o dönemki başkenti Kordoba, baş döndürücü ve büyüleyici bir kültür kentiydi. Felsefeciler kenti olarak da bilinen Kordoba, Avrupa'nın ilk tıp fakültesine ev sahipliği yapıyordu. 600'ün üzerindeki kütüphane ve bir milyonun üzerinde el yazması kitap Kordoba'yı döneminin kültürel ve sanatsal merkezi haline getirmişti. Yaklaşık yarım milyonluk nüfusu olan kentin bereketli toprakları, Endülüs Emevi Devleti'ni olağanüstü bir zenginliğe kavuşturmuştu. Kordoba, Avrupa'da ilk defa kent aydınlatmasının kullanıldığı müreffeh bir merkezdi. Ünlü tarihçi Draper, bu dönem için şöyle söyler: "Londra ve Paris'in karanlık sokaklarında insanlar çamura batmadan evlerine dönemezken, Kurtuba'nın (Kordoba) taş döşeli aydınlık kaldırımlarında yürümenin zevkine varıyorlardı."
Kordoba bilgi konusunda döneminin öncüleri olan Bağdat ve Kahire ile yarışacak düzeye gelmişti. Doğu'nun yıldızı Bağdat'ta Eski Roma, Çin, Hint, İran, Mısır, Kuzey Afrika, Yunan ve Bizans uygarlıklarına ait bilimsel eserler Arapçaya çevriliyor ve bilim adamları hayatlarını bu bilgileri geliştirmeye adıyordu. Avrupa'yı Orta Çağ'ın karanlığının sardığı bu yüzyıllarda, Mağribiler de Bağdat halifeleri gibi aydınlığı arıyordu. Fizikten kimyaya, astronomiden tıp alanına kadar pek çok alanda çalışmalar yapılıyordu. Bu dönemde 'Endülüs'ün Öklid'i olarak bilinen Mesleme el-Mecriti, ticarî aritmetik ve astronomi üzerine bir okul kurarak organize bilimsel araştırmaların temelini atmış; bir başka bilim adamı Zehravî (Batı'da 'Albucasis' ismiyle biliniyor.) ise ilk fıtık ameliyatını yapan cerrah olarak tarihe geçmişti. Cerrahi alanında yeni metotlar ve aletler keşfeden Zehravî'nin tıp alanında yazdığı 1.500 sayfalık El-Tasrif isimli eser, 17. yüzyılın sonlarına kadar Avrupa tıp okullarında ders kitabı olarak okutulmuş ve ünlü hekimin geliştirdiği 200'e yakın cerrahi alet de bu alanın kaderini değiştirmişti. Evrensel usturlabın mucidi olarak bilinen Zerkalî ise astronomi alanındaki çalışmaları ve icat ettiği Safiha isimli evrensel usturlabıyla Alfonso Tabloları'nın yapılmasına katkıda bulunmuştu. Câbir b. Eflah (Batı'da Geber olarak biliniyor.) ise yazacağı eserle Antik Yunan filozofu Batlamyus'un yanlışlarını düzelterek astronomiye önemli katkılar yapmıştı. Bir başka âlim; İbn-i Rüşd (Batı dünyasında Averroes ismi ile tanınıyor.) ise ömrünü Aristo'nun mirasını yeniden keşfetmeye adamıştı. Tıp alanının öncülerinden biri sayılan El-Gafikî ise gözün anatomisi, sağlığı, hastalıklarının tedavisi ve cerrahisi hakkında çığır açıcı buluşlar yapmıştı. El-Gafikî, yazdığı Külliyât fi't-Tıp isimli tıp ansiklopedisinde hastalıkları tek tek anlatıyor ve mesela bir insanın hayatı boyunca ikinci bir defa çiçek hastalığına yakalanamayacağını ya da gözdeki retina tabakasının fonksiyonunu ilk defa ele alıyordu. Bilginin çok değerli olduğu bu topraklarda Müslüman Arap ve Berberiler ile Hıristiyanlar ve Yahudiler el ele verip Latince, Arapça ve İbranice dillerinde matematik, astronomi, felsefe, tıp ve ilahiyat alanında çok kültürlü bir yapıyı inşa ediyordu.
Endülüs, Bağdat ile birlikte belki de tarih boyunca bir İslam uygarlığının ulaştığı en yüksek mertebelerden biriydi. Bu kadim kültür, kendini yansıtma olanağı bulduğu her alanda kendini göstermiş; kozmopolit kültürüyle şiirde, müzikte, dilde, dansta, kıyafetlerde ve yemek kültüründe olağanüstü bir dönüşüme imza atmıştı. Doğu'nun gamlı müziği bu topraklarda İspanyol ezgilerine karışarak Flamenko müziğini ortaya çıkarmış; Doğu'nun dillere destan masalları da yüzyıllar içinde Batı masallarına alt yapı oluşturmuştu. Bilimsel ve kültürel üretimin en üst düzeyde olduğu Endülüs döneminde, her şey hümanizmanın parçalarını taşıyordu. Güney'in yaşadığı bu erken Rönesans döneminde kültürler ve diller arası zenginlik, tüm halkların hep birlikte kardeşçesine birlikte yaşama sanatını geliştirmesini sağladı. Antik Yunan ve Roma'nın kültürel birikimini korumakla kalmayıp onları geliştiren ve Batı'nın Klasik Dönem'den Rönesans'a uzanan yolunu hızlandıran Endülüs kültürü, medeniyet tarihinin ayrılmaz bir parçası oldu. Endülüs'ü önemli bir medeniyet haline getiren Mesleme el-Mecriti, Zehravî, İbn-i Rüşd, Câbir b. Eflah ve El-Gafikî gibi filozof ve bilim adamlarının eserleri, Orta Çağ karanlığını delen Rönesans felsefesine zemin hazırladı.
Endülüs'te sonun başlangıcı ise Toledo'nun (Teleytuya) 1085 yılında saldırılar sonucunda düşmesiyle başladı. Bu tarihten itibaren Toledo'da ünlü 'Çeviri Hareketi' başlamış ve Avrupa'nın pek çok kentinden gelen bilim adamı, kütüphane ve üniversitelerde çalışarak Endülüs'ün bilimini ve felsefesini kendi dillerine çevirmiş ve tüm Avrupa'ya yayılacak olan aydınlanmacı kültüre zemin hazırlamışlardı. İç çatışmalar, tek tek kentlerin kaybedilmesi ve son olarak 1492 yılında Granada Sultanlığı'nın (Gırnata) kaybıyla Mağribiler, 780 yıllık bir hâkimiyetin ardından İspanya'dan çekildi. Ancak geriye izleri hemen silinemeyecek kadim bir kültür bıraktılar. Fenikelilerden Roma kültürüne; Avrupalı derebeylerden İspanyol krallarına, Yahudi halklarından İslam medeniyetine… İberya, bugün hâlâ birbirine karışan medeniyetlerin izlerine ev sahipliği yapıyor. Yüzyıllar boyunca çok kültürlü bir yapının inşa edildiği ve İspanyol kültürünü biçimlendiren öğeleri taşıyan Endülüs ruhu, Toledo, Malaga, Valensiya, Sevilla, Kordoba ve Granada sokaklarında hâlâ yaşıyor.
ENDÜLÜS'ÜN İNCİLERİ
GRANADA: Granada, dillere destan Elhamra Sarayı'yla bölgenin en ünlü kenti konumunda. Beyaza boyalı evleriyle Mağribi kültürünün izlerini taşıyan bu güzel kent, alkolün yanında mezelerin ücretsiz olduğu geleneksel mutfağıyla da ünlü. Ünlü şair Federico García Lorca'nın evi, görülecekler arasında.
KORDOBA: Dar sokakları ve ağırbaşlı tavrıyla sakin ve düzenli bir görüntüye sahip olan Kordoba, Kurtuba Camii'ne de ev sahipliği yapıyor. Şehir, her yanı saran portakal ağaçlarıyla başka bir âlemde olduğunuzu düşündürtüyor.
SEVILLA: Mağrip Kalesi ve Alcazar Sarayı gibi yapılarıyla ünlü bu güzel kent, Emevi Devleti'nden sonra İspanya'da kalan Arap sanatçılar ile Hıristiyan sanatçıların birlikte yaptıkları dekoratif tarzdaki 'mudejar' üsluplu yapılarıyla görülmeye değer. Flamenko ezgilerinin doğduğu bu topraklar, tapas barlarıyla da ünlü.
MALAGA: Endülüs'ün son büyük liman kenti olan Malaga, irili ufaklı sokakların hep aynı yere çıktığı küçük bir sahil kenti. Güneşin akşam saat 22:00'da battığı bu küçük kentte Alkazaba Kalesi, görülecekler arasında. Malaga, Picasso'nun da doğduğu topraklar. Picasso Müzesi'ni de görmek şart.
VALENSIYA: Avrupa'nın yükselen kentlerinden biri olan Valensiya, İspanya'nın üçüncü büyük kenti. Eski yerleşim yeri olan Barrio del Carmen ile son yıllarda mutenalaştırılan Rusaffa semtine kadar pek çok görülecek yeri olan kentin tarihi ise L'Almoina'da keşfedilebilir.
TOLEDO: Alcazar Sarayı ve Alcazar de Toledo gibi yapılarıyla ünlü, taştan kent Toledo, aynı zamanda Cervantes'in kahramanı Don Kişot'un da memleketi. Toledo, Roma'dan Mağribiler'e uzanan tarihi kadar İspanya İç Savaşı'nda Franco rejimine karşı geliştirilen direniş hareketleriyle de ünlü.
NE YENİR?
Endülüs deniz mahsulleri, et ve sebzeye dayalı bir mutfağa sahip. Hem Akdeniz'in hem de Atlas Okyanusu'nun bereketini sofraya taşıyan mutfak, çok farklı deniz ürünlerinin kullanıldığı yemekleriyle ünlü. İspanyol yeme içme kültürünün ayrılmaz bir parçası olan tapasın doğduğu topraklar olarak da bilinen Endülüs'te kızartmalar da yemeklerin ayrılmaz bir parçası. Hıristiyan, Yahudi ve Arap yemek kültürünün iç içe geçtiği Endülüs'te, özellikle tatlılar Arap mutfağından etkilenmiş. Soğuk içilen çorba Gaspacho; kızarmış küçük balık çeşitlerinden oluşan bir tapas çeşidi olan Pescaita Frito; öküz kuyruğunun dış derisinden soyularak yahni veya çorba şeklinde servis edilen Rabo de Toro ile un, şeker, süt ve fındıkla yapılan kurabiye Polvoron, Endülüs'te deneyebilecekleriniz arasında.
GÖRMEDEN DÖNME
ELHAMRA SARAYI
Mağribi Uygarlığı'nın yüksek estetik anlayışının ifadesi olan Elhamra Sarayı, birbirinden güzel bahçeleri ve Nasri Sarayı'yla ünlü. Mağribi lüksünün ve şıklığının simgesi olan bu güzel saray, duvar süsleri ve seramiklerle kaplı salonlarıyla da büyüleyici. 13 ila 15. yüzyıllar arasında inşa edilen görkemli saray, Mağribiler'den kalan en önemli yapı konumunda. Sarayı gündüz ya da gece turlarıyla gezmek mümkün.
KURTUBA CAMİİ
Kordaba'daki 600 camiinin en ihtişamlısı olan yapı, Arapça 'mescit' kelimesinden türetilen Mezquita ismiyle biliniyor. 785 yılında Endülüs İslam Devleti'nin kurucusu I. Abdurrahman zamanında, 10 yılda inşa edilen Camii'nin yapımı çeşitli eklemelerle 990 yılına kadar sürdü. Bu olağanüstü yapı, 10m yüksekliğindeki 1.419 adet sütunuyla eşsiz bir güzelliğe sahip. Yapı, 1236 yılında Endülüs İslam Devleti'nin Kordoba'yı kaybetmesinin ardından katedrale çevrildi.