Aman Tanrım! Bir Şey mi Kaçırdım?

Saat sabah 08.00, yeni uyanıyorum. Yarım açık gözlerle elim doğruca telefonuma gidiyor, önce geceden beri ekrana düşen bildirimlere şöyle bir bakıp sonra Instagram’ı açıyorum. Kim nerede, kiminle, ne paylaşmış, paylaşırken neler yazmış… Her story’ye itina gösteriyorum, sıklıkla parmağımla ekrana dokunup zamanı durduruyor, detayları inceliyorum. Saat 08.15. Artık uyanmam gerek.

Yazı Yiğit TUNA

(A)sosyal Medya

Pittsburgh Üniversitesi'nin Medya, Teknoloji ve Sağlık Araştırmaları Merkezi'nden Brian Primack, ortaya can alıcı bir soru atıyor: "Adı sosyal medya olan bir alanda insanların sosyalleşmesi gerekmez mi?" Fakat 2017 yılında yapılan bir araştırma, sosyal medyanın üzerimizdeki etkisinin adıyla çeliştiğini gösteriyor: Sosyal medyada günde iki saatten daha uzun vakit geçirenler, yarım saat ya da daha az vakit geçirenlere oranla iki kat fazla sosyal izolasyon eğilimde. Benzer bir eğilim, herhangi bir sosyal medya platformunu haftada 58 kereden daha fazla ziyaret edenlerde, dokuz ya da daha az ziyaret edenlere oranla üç katına çıkıyor. Yani giderek yalnızlaşıyoruz. Telefonumuzdaki renkli ikonlara her tıklayışımızda biraz daha yalnız kalıyoruz. Ve bir garip çelişkidir ki günün sonunda yalnızlık kimseye iyi gelmediği için biz de yeniden Instagram'a sarılıyoruz.
Bu yazıyı yazmaya karar vermeden hemen önce aslında başka bir karar almıştım, hatta o kararımı pekiştirmesi için böyle bir yazının iyi geleceğini düşünüyordum. Instagram'ı kesecektim. Şekeri keser gibi Instagram'ı da kesmeye karar verdim. Bu kararı alma sebeplerimin başında da sürekli maruz kaldığım (ve çoğumuzun da kaldığını düşündüğüm) bilgi bombardımanı yatıyor. Her yeni tık yeni bir enformasyon kaynağı demek ve beynimiz istemese de tüm bilgiyi emiyor. Kaçınılmaz olansa, bu gidişin bir sonu olmaması. İnternet çağında yaşıyoruz ve bilgi asla bitmeyecek. Burada sorulması gereken soru belki de şu: Bu bilgi denizinde hangi bilgileri seçmemiz gerekiyor? Hangi bilgiyi almak bize katkı sağlar?

Bilmemek de Ayıp Öğrenmemek de

Geldiğimiz noktada şu bir gerçek ki hemen her şeyi bilmek istiyoruz. Önce kendi çevremizi, sonra ülkede olan biteni, hatta dünyanın nabzını tutma konusunda önüne geçilemeyen bir tutkumuz var. Ronaldo'nun yeni formasının satış rakamlarından şeker hastalığı hakkında yapılan son araştırma sonuçlarına, internette tık rekorları kıran viral videodan çektiği kurayla Galatasaray'ı D grubuna yollayıp sevgimizi kazanan Diego Forlán'ın yeni saç modeline kadar geniş bir skalada bilgi edinmeye çalışıyoruz.
Kendi adıma, herhangi bir konuda "Bilmiyorum," ya da "Haberim yok." demeyeli uzun zaman ve aslında bu bilmediklerimin ne olduklarını öğrenmek için derhal sosyal medyaya başvurmayı alışkanlık edineli çok daha uzun zaman oldu. "Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp." lafının modern yorumu bu olsa gerek. Artık her ikisi de ayıplanıyor. Sosyal medya konuşurken 'Game of Thrones'tan alıntı yapılacağı aklıma gelmezdi ama teşbihte hata olmaz, izleyenler iyi bileceklerdir, dizinin 3. sezonunda Varys ile Littlefinger'ın meşhur bir sahnesi ve o sahnede Varys'in ağzından dökülen bir replik vardır: "Chaos, a gaping pit waiting to swallow us all." ("Kaos, hepimizi yutmayı bekleyen bir çukurdur.") Bu cümleyi alıp konumuza uyarlayalım ve buradaki kaosu sosyal medya bağımlılığı ile değiştirelim. İşte bu noktada son yıllarda en çok adı anılan bir kavramı hatırlamamız gerekiyor: FOMO (Fear of Missing Out); yani kısaca 'bir şeyleri kaçırma korkusu', çağımızın hastalığı. Hepimiz az da olsa ondan mustaribiz. FOMO'nun bir diğer ve bence yaşanılan hissi daha doğru anlatan tanımı da 'diğer insanların, dahil olmadığımız ve bizimkinden daha eğlenceli deneyimlerine dair sonu gelmez bir kaygı hali'. Yani sabah 08.00 ritüelimiz ve sosyal medya yoklamamız. Kim hayalini kurduğum tatile çıkmış? Kimler beraber ve ben neden onlarla değilim? Kim yine benden daha çok eğlenmiş? Sorular çoğaldıkça cevaplar da çoğalır. Peki, Instagram'daki beğeni sayısının arkadaşlık standartlarını belirlediği bu dünyadan kurtuluşun bir yolu var mı? Belki bir reçete yok ama işe FOMO'yu anlayarak başlayabiliriz.

"Buradan Güzel Story Çıkar"

Instagram, Snapchat'ten rol çalıp hikâye ekleme özelliğini yayına aldığında, büyük ihtimalle onlar da yalnızca aylar içinde işin bu noktaya geleceğini hayal etmiyordu. Nasıl söylemeyi tercih ederseniz, story ya da hikâyeyi çekici kılan sebep aslında FOMO dürtüsünü iyi açıklıyor. Hikâyelerin hayatımıza girmesiyle biz de her anımızı belgeleme arayışına girdik. En fazla biz gezmeli, en iyi fotoğrafı en iyi ışığı alarak en iyi efektle biz paylaşmalı, günün sonunda en fazla deneyimi biz tatmalı ve de bunu sergilemeliyiz. Benzer durum Instagram'da herhangi bir paylaşım yaparken de geçerli çünkü sosyal medyada beğenilerle, görüntülenme sayılarıyla ve yorumlarla süren sessiz savaşın galibi biz olmalı, fotoğrafımızın altına gelen tüm yorumları like'layıp yatağımıza huzur içinde girmeliyiz.

Bu web sitesinde çerezler kullanılmaktadır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

"Tamam" ı tıklayarak, çerezlerin yerleştirilmesine izin vermektesiniz.