İç huzuru ve kendine güveni tam: Seçkin Özdemir
Onu daha tanımadan, iki kelime ile tanımlamam istense, tereddütsüz bir şekilde “samimi ve iyi niyetli” derdim. En azından bende bıraktığı ilk intiba bu şekildeydi. Sohbetimizin sonunda bu konuda yanılmadığımı anlamam uzun sürmedi gerçi. Bu aralar ATV’deki ‘Can Kırıkları’ dizisi ve ‘Bücür’ adlı filmle karşımıza çıkan Seçkin Özdemir, işine bağlı olduğu gibi hayatla bir ‘derdi’ de olan bir adam aynı zamanda.
Röportaj Seda KARAN
Fotoğraf: Ömer Faruk GÖKALP
Moda Editörü Duygu ALTIPARMAK
Onunla, Beykoz Kundura Fabrikası'nda oluşturulan 'Can Kırıkları' adlı dizisinin setinde tanışmadan önce de hakkında aşağı yukarı bir fikrim vardı. Artık görünümünden mi bilinmez, bu adam bana her zaman 'sakin' gelmiştir. Yaklaşık yarım saatlik sohbetimizin sonunda hakkındaki düşüncelerim konusunda yanılmadığımı anlıyorum. Birlikte geçirdiğimiz o kısacık vakit bana sakinliğinin yanı sıra ne kadar uyumlu, merhametli ve vicdanlı bir adam olduğunu da gösterdi. Zaten hakkında dersimi çalıştığım sıralar, Ekşi Sözlük'te hakkında en ufak bir olumsuz yoruma rastlamamam da bunu ispatlıyor. Seçkin Özdemir'den bahsediyorum. Bu ara, gerek vizyona giren bir aile komedisi olan filmi 'Bücür' gerekse de ATV'de yayımlanan yeni dizisi 'Can Kırıkları' sebebiyle oldukça yoğun bir iş temposuna sahip. Öyle ki röportajımızı kapak çekiminden ancak üç dört gün sonra, yoğun iş temposunun arasına sıkıştırabildiğimiz bir saat içerisinde yapabildik. Etiler'de buluştuğumuz kafeye sözleştiğimiz saatte gelmesinden sebep benden yana bir artı puanı daha kapıyor. Gece saat 03.00'te biten setinden ötürü yorgun olmasına rağmen bu dakik tutumu, karşısındaki kişilere ne kadar saygı duyduğunu da gösteriyor.
Biraz soluklandıktan sonra kayda başladığımda "Merhaba… Merhaba… Merhaba…" diye başlıyor söze. Göz göze gelip kısa bir gülümsemeden sonra nasıl bir aileden geldiğini soruyorum. 1981 doğumlu Seçkin, dört kardeşin en küçüğü olarak dünyaya gelmiş. Kocaeli'nde eğitim alacağı üniversite yıllarına kadar hayatının tamamı Gaziosmanpaşa'nın sokaklarında geçmiş. Babası ayakkabı ustası olarak hayatlarını idame ettirirken annesi de ev hanımı olarak evin ve çocukların bakımını üstleniyormuş. Baba tarafı Sinoplu, Gürcü. Bir ağabeyi, iki ablası var. Aradaki yaş farkından dolayı evin 'tekne kazıntısı' olan Seçkin, geleneksel bir Türk aile yapısı içinde son derece mutlu bir çocukluk geçirdiğini belirtiyor. "Ablamların ve ağabeyimin üzerimde çok hakkı vardır. Her başım sıkıştığında bana çok destek oldular. Benden yaşça büyük oldukları için gençliğimde bana her zaman iyi geldiler." diyerek ailesine ne kadar düşkün olduğunu da gösteren Seçkin, neslinin artık son örneklerinden biri olduğunu söyleyerek sokaklarda geçen, özgür bir çocukluk yaşadığını vurguluyor: "Ben sokakta büyüdüm, sanırım sokak neslinin son örneklerinden biriyim. Sabahları erkenden kalkıp bir şeyler yiyip kendimizi sokağa atardık. Bisiklet, saklambaç, misket, mahalle maçları derken vaktin nasıl geçtiğini anlamazdık. Akşam olduğunda da annem zorla beni sokaktan toplayıp eve getirirdi."
"Çok özgür ve güzel günlerdi. Şimdi ise çocuklar sokağa çıkmasın diye uğraşıyoruz." diyorum, hemen onaylıyor ve anlatmaya devam ediyor: "Resmin geneline bakarsak çalışkan ve dersleri iyi olan bir öğrenciydim. Teşekkür ise Teşekkür, Takdir ise Takdir'i eve getirirdim. Ancak lise yıllarında derslerim bir parça bozulmaya başladı. Sonra onu da iyi toparladım ama. Üniversite eğitimimi de Kocaeli Üniversitesi İktisat bölümünde tamamladım. Sonrasında İstanbul'a döndüm ve Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde tiyatro ve oyunculuk eğitimine başladım."
Oyuncu olmak fikri nereden çıkmıştı peki? Sonuçta ne ailesinde ne de çevresinde kendisine örnek teşkil edecek bir isim vardı… Beni hiç bekletmeden yanıtlıyor: "Çocuğum iktisat okusun, bankacı olsun, tıp okusun doktor olsun gibi klasik bir beklenti vardır ya; ben de biraz o yapı çerçevesinde ilerledim aslında. Kendi yolumu hemen ve acele ederek çizmektense bir parça genel beklentileri karşılamaya yönelik yaşadım. Açıkçası okuduğum bölümle ilgili çok da umudum yoktu kendimden yana."
"Ben ne yapıyorum?" diye kendisini sorgulayıp sorgulamadığını merak ediyorum. Bu cümleyi Kocaeli'ye gittikten sonra sık sık kurduğunu belirterek "Ne yaptığımı sorgulamaya başladıktan sonra da zaten kendi yolumu çizmeye, gerçekte ne istediğimi kurcalamaya başladım. Açıkçası biz kendimizi biraz geç keşfediyoruz. Ben de bunlardan birisiyim. Üniversitede kendimi keşfetmeye başlayıp yolumu çizdim diyebilirim."
Kendi yolunu çizmesindeki temel sebebin derinlerde bir yerde barındırdığı asi ruhtan kaynaklı olup olmadığını merak ediyorum bunun üzerine… Her zaman asi bir yanı olduğunu belirtiyor, ancak kendi istediklerini ailesini ya da arkadaşlarını yıpratacak şekilde hayata geçirmediğini de ekliyor. Sonuçta ailesini mutlu edecek bir bölümden de mezun olmuş: "Başladığım işi hiçbir zaman yarım bırakmaz sonuna kadar götürüp bitiririm genelde." Bir özelliğini daha öğrenmiş oldum: Azimli.
Seçkin, Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nde aldığı tiyatro eğitiminden sonra Başkent İletişim Akademisi'nde oyunculuk ve diksiyon eğitimi de almış. Oyuncu olma kararından sonra ailesinden nasıl bir tepki geldiğini merak ediyorum: "Ailem hiçbir zaman benim hayatıma müdahale etmedi, ancak şöyle bir şey oldu; zamanla onlar beni, ben de onları anladım. Onların kaygısı tamamen hayatımın düzgün ve benim mutlu olmam üzerineydi. Benim derdimse daha çok sevdiğim ve istediğim şeylerin peşinde koşmaktı. Ben de her iki tarafın isteğini tek bir potada eritmeye çalıştım. Bunu da başardığımı düşünüyorum. Şimdi hayatımda bir şeylerin değiştiğini gördükçe onların içi de daha çok rahat etmeye başladı. Onların içi rahat edince de ortada bir sıkıntı kalmadı." Tiyatro eğitimi sayesinde hayatında nelerin değiştiğini soruyorum bu kez; tiyatro eğitimini oyunculuk yapmayan, hatta hayatı boyunca oyunculuk yapmayacakların da alması gerektiğini belirtiyor Seçkin ve ekliyor: "Tiyatro eğitiminin hayatımız boyunca birçok faydası olacağını düşünüyorum. İnsanın hem kişisel gelişimi hem kendini tanıması hem kendini ifade etme biçimi hem de kendisini keşfetmesi adına içeride çok büyük madenler açıyor bence."
Bu sayede kendisinin neler keşfettiğini anlatmasını istiyorum bu sözlerinin ardından… "Genel anlamda 'kendimi' keşfettim." diyor, "Zaten yaşım gereği kendimi keşfetme yolundaydım, tiyatro buna daha fazla yardımcı oldu. Bunun dışında sadece oyunculukla alakalı değil; tiyatro genel anlamda kafada ayrı bir bölüm açıyor ve insanın hayata bakış açısını bambaşka bir şekilde değiştiriyor." Bunun biraz da çalışkanlığıyla alakalı olduğunu düşünüyorum. Hazır çalışkan sözü geçmişken hemen açıklıyor: "Ben çok iş yaptım. Okurken de çalışıyordum. Çalışmaktan son derece zevk alan bir çocuktum. Küçükken babamın atölyesine gider; çekiçle, çiviyle, ayakkabıyla, tutkalla babamın bana verdiği küçük bir köşede, kendi kendime bir şeyler yapardım. Lise yıllarında Kapalıçarşı'da deri dükkânı olan ağabeyimin yanında çırak olarak çalıştım. Üniversitedeyken radyo programı yapıyorduk. Sonra televizyon programları geldi, VJ'lik yaptım. Arada askere gidip geldim. Akabinde arkadaşlarımla birlikte bir tiyatro grubu kurduk. İki yıl boyunca kendimiz yazıp kendimiz oynadık. Sonrasında beni o oyunlarda görüp 'Muhteşem Yüzyıl' için istediler. Ciddi anlamda benim televizyonda tanınmamı 'Leo' rolü sağlamıştır."
Tiyatro kökenli oyuncuların bir kısmının maddi imkânlar yüzünden dizilerde yer aldığını biliyoruz. Televizyon, sinema ve tiyatro dediğimde hangisinin onda ağır bastığını soruyorum… Biraz düşünüp yanıtlıyor beni: "Yani… Tiyatronun tadı çok farklı. Sahneye çıkıyorsunuz ve seyircinin karşısında canlı canlı bir saat ya da biraz daha fazla bir süre boyunca hatasız, eksiksiz bir şekilde hikâyeyi canlandırıp yaşatıyorsunuz. Tiyatro mu, televizyon mu, yoksa sinema mı diye sorarsanız benim tek yanıtım, oyunculuk olur. Çünkü ben oyuncu olmayı, oynamayı ve oyunun içinde olmayı seviyorum. Nerede olduğum değil, ne olduğum önemli benim için. Oyun oynayabildiğim sürece benim için alanı önemli değil. Bu bir tiyatro oyunu da olur, sinema filmi de olur, televizyon dizisi de. Son zamanlarda tiyatro yapamadım maalesef. Çünkü çok ciddi bir uğraş ve prova süresi istiyor. Benim de buna ayırabilecek vaktim yok. Kendimi tam olarak veremeyeceğim bir alan içerisinde olup da kimseyi eksik bırakmak istemem. Bu yüzden bundan imtina ediyorum, işim konusunda titizim. Kendi yoğunluğumdan dolayı da kimsenin arzusunu ve hayalini yıkamam."
Şu sıralar tiyatro yapamasa da tatlı bir yoğunluğun içinde koşturup duruyor, Seçkin. Projelere nasıl karar veriyor peki, kendisini heyecanlandıran ya da tetikleyen unsurlar nedir? Merakımı gideriyor hemen…
"Gelen projeleri, okuduğum adamı kendi içimde hissedebiliyor muyum, bana daha okurken bir şeyler katıyor mu, okurken kafamda bir şeyler oluşmasına sebep oluyor mu, dikkatimi çekiyor mu, merakımı uyandırıyor mu, beni heyecanlandırıyor mu gibi unsurlarla bakıyorum. Sonrasında da bütününe bakıp genel bir karar veriyorum. Tabii her şeyden önce canlandıracağım adamı oynamak istiyor muyum, bu önemli. Ama bu demek değil ki, oynamayı tercih etmediğim bir karakter kötü ya da eksik veya yanlıştır. Bu tamamen benim içsel yolculuğumla alakalı bir durum."
Bugüne kadar farklı tarzları canlandırsa da bazı roller ve kalıplar bazı oyuncuların deyim yerindeyse üzerine yapışıyor. Bu konu hakkında görüşlerini rica ettiğimde ise beni bekletmeden bunun tamamen oyuncunun özel tercihi olduğunu belirtiyor: "Sürekli aynı rolleri oynamayı tercih etmelerini garipsemiyorum açıkçası. Bana soracak olursanız ben o yapıda bir adam değilim, farklı farklı rolleri canlandırmayı seviyorum. Bazı oyuncular benzer rolleri canlandırmayı tercih edebilir. Kendi karakterini oluşturup oyunculuğunu o şekilde oturtup o karakterle kariyerine devam edenler de var. Bunun en güzel örneği, Robert de Niro. Belli bir karakteri ve tavrı var adamın; komedi de olsa, mafya-suç da olsa, dram-aksiyon da olsa Robert de Niro'yu Robert de Niro olarak izliyoruz. Ve bundan bırakın rahatsız olmayı, onu büyük bir keyifle izliyoruz. Dediğim gibi; Seçkin olarak ben farklı farklı rolleri farklılaştırarak oynamayı seviyorum."
Hazır Robert de Niro'nun adı geçmişken bugüne kadar izlediği karakterlerden hangilerini oynamak istediğini merak ediyorum… Heyecanlı bir şekilde gülerek: "Valla 70'lerde olsaymışım, 'Taxi Driver'daki Travis'i oynasaymışım iyi olurmuş. Ya da 'Scarface'teki Tony Montana… Bu tamamen izlerken keyif aldığım karakterlerle ilgili bir durum. O karakterler bana uyar mı uymaz mı bilemiyorum, şu anda sadece içsel bir heyecandan bahsediyorum. 'Ağır Roman', çok sevdiğim bir film. 'Eşkıya' keza öyle. Onların içerisinde yer almak isterdim açıkçası. Şener Şen ile oynamak isterdim! 'Fight Club'da rol almak isterdim; harika bir film, 'Issız Adam'da rol almak isterdim ki; o film çok içime dokunmuştur benim."
Son günlerde bir hayli dijital proje ile de karşılaştığımızı, bunların eskisinden farklı 'kafalarla' yapıldıklarını düşündüğümü söylüyorum. Hemen bu konudaki fikrini paylaşıyor benimle: "Dijital platformların, alternatif işlerin oluşabilmesi için ihtiyacımız olan bir alan olduğunu düşünüyorum. Ve o alanda da başarı yakalanmasını ve sürdürülebilir hale getirilebilmesini arzuluyorum. Bugün olmasa da yarın öbür gün ben de o yayınlarda yer almak isterim. Çünkü ana akım medya içerisinde haklı olarak ciddi bütçeler ve ciddi pasta payları döndüğü için genel algı ve beklentiler üzerinden birbirine benzer tatta işler ortaya çıkabiliyor. Ana akım medyada farklı ya da alternatif işlerin yer etmesini sağlayamıyorsunuz. Burada kimse haksız değil elbette, bir yandan televizyon kanalları ve yapım şirketleri de ticaret yapıyor. Dolayısıyla dijital platformları, alternatif hikâyelerin de anlatılması, hayata geçirilebilmesi konusunda önemli buluyorum."
kazak ERMENEGILDO ZEGNA (BEYMEN), pantolon MASSIMO DUTTI, ayakkabı CHRISTIAN LOUBOUTIN, bileklik ELEVENTY (HARVEY NICHOLS)