Değişim sancısı
Sinema yazarı Ercan Dalkılıç'ın ilk kitabı Hiç Kabaresi, Dünyadan Çıkış Yayınları aracılığıyla okurla buluşuyor. Yazarın kendi hayatından izler de taşıyan eser, bir büyüme hikâyesi anlatıyor.
Yazı Ege GÖRGÜN
Biz Ercan Dalkılıç'ı sinema yazarı olarak biliyoruz, çeşitli gazete ve dergilerde yayımlanan makalelerine de aşinayız, ama Hiç Kabaresi onun ilk romanı oluşuyla şimdiye kadarki işlerinden ayrılıyor. Kendisinin metni ilk yazmaya başladığı tarih ise bundan beş yıl öncesine uzanıyor.
Ercan Dalkılıç, 2013 yılında bir temmuz gecesi masaya oturup romanın 80 sayfasını yazıyor. Ancak o dönemlerde çok fazla okuduğu Oğuz Atay, Yusuf Atılgan gibi yazarların izlerinin romanında çok etkisi olduğunu düşünüp devamını hemen getiremiyor, Dalkılıç. Neyse ki sonraları bir dil tutturuyor ve yazmaya devam ediyor. Hiç Kabaresi adıyla karşımıza çıkan eser, Dalkılıç'ın üzerine eğildiği metnin açık uçlu, anlatı- roman diyebileceğimiz bir hüviyete bürünen ilk parçası. Sinema yazarlığı hasebiyle Ercan Dalkılıç'a sorduğumuz ilk soru da haliyle sinemanın etkisiyle ilgili oluyor.
Esquire: Sinema yazarlığınızın romanınıza bir etkisi oldu mu?
Ercan Dalkılıç: Sinema yazarı olmam bana hikâyenin dramasını bir şekilde öğretmiştir. Mutlaka başka metinler için sinemadan yararlanacağım, ama Hiç Kabaresi sinematik imgelemden ziyade edebi bir birikimden yola çıkılarak yazıldı. Bu metin özelinde beni etkileyen, sinemadan çok edebiyat oldu.
ESQ: Eserde hangi edebi akım ve isimlerin etkisi hissediliyor?
E.D: Daha çok Beatnik bir metin olabilir sanırım, fakat bu Amerikan Beat'i değil, bizim Beat'imiz. Metin Kaçan'ın izini sürüyor olabilirim. Gerçekçiliğiyle Céline, yoksulluk mitiyle Fante ve şiiriyle Bukowski de beni etkilemiş isimler arasında sayılabilir. Hepsine bir saygı duruşu olabilir bu metin. Yine de son kararı okurlar verecek.
ESQ: Kitap kendi hayatınızdan izler de taşıyor galiba...
E.D: Benim doğup büyüdüğüm mahallede geçiyor hikâye. Mahallenin gerçek ismi Çınarlıkapı aslında, ama romanda Çınarlı Mahalle olarak değiştirmeyi uygun bulduk. Ana karakterin benimle ilgisi olmamakla birlikte yan hikâyelerin ve karakterlerin birçoğu gerçek hayattan esintilerle oluşturuldu. Bu, özünde bir büyüme hikâyesi, ama ben Çavdar Tarlasında Çocuklar'daki Holden Caulfield gibi naif bir karakteri değil, sert koşullardan gelen bir çocuğun kabuk değiştirmesini konu edindim.
ESQ: Eserde 90'lara ait birçok detay çarpıyor gözümüze.
E.D: Karakterin çocukluğu o yıllarda geçtiği için kitapta o yıllara dair birçok motif mevcut. 90'ları bizzat yaşamış insanlar dergilerden TV programlarına, mahalle kültürünün yansımalarından otomobil modellerine kadar birçok öğeyi anımsayacaktır. Onlar için daha keyifli bir okuma olabilir.
ESQ: Peki, metnin kitaba dönüşmeyen ikinci kısmına ne oldu?
E.D: O metin bir köşede, el yazmaları halinde duruyor. O, eğer yazabilirsem, bundan daha farklı bir deneme olacak; daha bunalımlı, gerçeklerle daha mesafeli... Hiç Kabaresi gibi pat diye insanın yüzüne şaplağı vuran cinsten değil. Melankolisi de hayli baskın. Zamanını bekliyor içimde.
Selim İleri'den iki yeni kitap
Kasım ayında düzenlenen Tüyap Kitap Fuarı'nın bu yılki onur yazarı Selim İleri, Everest Yayınları'nın aynı anda yayımladığı iki yeni kitabıyla okur karşısında. Elimde Viyoletler- Beklenen Sevgili, mektuplaşmalar halinde okura sunuluyor. Basımevinde musahhih olan ve emekliliği yaklaşan yazar, her şeyi Şefkati'ye yazıyor. Selim İleri, okuru içli hayat dökümlerine konuk ediyor.
Kumkuma ise Osmanlı'nın son dönemi ile Cumhuriyet'in ilk günlerinde eser vermiş, Tanzimat edebiyatının 'Şair-i Âzam' lakaplı ünlü şâir ve oyun yazarı Abdülhak Hâmid Tarhan'ın hayatına farklı açılardan göz atıyor; günümüzden geçmişe dönüşlerle benzersiz bir portre çiziyor. Kâh Kumkuma kâh Elimde Viyoletler- Beklenen Sevgili, hüzünlü anlatımlarıyla dikkati çekerken dilin sınırlarını zorlamalarıyla da Selim İleri eserleri olduklarını âdeta haykırıyorlar.