"İşsiz kalsam da sevmediğim işi yapmadım"
Çağlar Çorumlu, Oyuncu
- Hayattan Ne Öğrendim
- Cumartesi 12:05 | 17 Haziran 2017
Röportaj: Özge DİNÇ
Fotoğraf: Arda GÜLDOĞAN
Çocukluğumdan itibaren tiyatroyla uğraştım. Lise eğitimi bittikten sonra hem gezmeyi, yeni kültürler tanımayı sevdiğim hem de bana tiyatronun kapısını açabileceğini düşündüğüm için turizm okumayı seçtim.
Üniversitedeyken Shakespeare'in 'Julius Caesar' oyununda oynadım. Yönetmen, konservatuar öğrencisi Tolga Evren'di. Oyunu izleyen bir hoca "Gelsin, şansını denesin; turizmde ne işi var bu çocuğun?" demiş.
Üniversitenin son ayına kadar okulu bırakmaya çalıştım. Babam hem maddi olarak zorlanacağı hem de oyunculuk garanti bir meslek olmadığı için karşı çıktı. Ciddi ciddi tartıştık, babam beni vazgeçirmek için uğraştı. Ben ısrar edince de gidip ertesi gün için İstanbul biletimi aldı.
Elimde bavulla Bostancı Köprüsü'nün altında indim. İstanbul çok büyük ve korkutucu geldi. Turizmle uğraşsaydım İstanbul'da yaşamazdım, ama oyuncu olacaksam İstanbul'la anlaşmak zorundaydım.
Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nin kapısının önünde sigara yaktım ve ağladım. Eğitimin fiyatı 3.000 dolardı, benim cebimde para yoktu. Annemi aradım, bir şekilde halledeceklerini ama taksit yaptırmamı söyledi. Müjdat Gezen'e gittim; ilk söz "Size hayranım," olur değil mi? Ben ise "Taksit yapar mısınız?" dedim. Sağ olsun, kabul etti.
Babam, sene sonundaki oyuna geldi. Müjdat Gezen'e "Nasıl bizim oğlan?" demiş, o da övüp "Devam," demiş. O zaman gururla gelip sırtıma iki tane vurdu, "Devam oğlum, biz arkandayız," dedi. O bir yıl sonunda hayatımda ilk kez okul birincisi oldum.
Okul bitince işsiz kaldım. Bir iş bulmak için Maltepe'den Fındıkzade'ye kadar bütün otelleri gezdim. Sigorta şirketine başvurdum, kabul edildiğim sırada da 'Yedi Numara' ve 'Ruhsar' için teklif geldi.
İşsiz kalsam da sevmediğim işi yapmadım. Zorlandığım bir dönem eşyamı toplayıp Merzifon'a dönmeyi bile düşündüm. "Sevmediğim işi yapmayacağım; mesele para kazanmaksa namusumla, emeğimle limon satıp para kazanırım nasılsa," dedim.
Oyuncu, ne kadar meslek görürse o kadar işine yarar. Çırak olarak çalıştığım yerler, köyde amcamın çiftliği bana çok şey öğretmiştir.
Her çocuğun kahramanıdır Kemal Sunal'lar, Cüneyt Arkın'lar, Zeki- Metin'ler. O zaman çok güzelmiş. Herkes iyi işler yapmaya çalışıyormuş.
'Postacı' filmini çok severim; bir hayatı anlatır. Hepimizin hayatı da aslında öyledir. Doğar, yaşlanır; bu dünyadan gideriz. Önemli olan o dünyanın içinde ne kadar naif, ne kadar doğru, ne kadar masum olduğunuz.
Sadelik beni çok etkiliyor. Çünkü sade çok güçlüdür.
Her şeyin cevabı içimizde var. Kapitalist sistem, bizi kendimizden uzaklaştırıyor. Sonra da kendimizi aramaya başlıyoruz. Derken içine markalar, meşhur insanların hayatı giriyor ve sizden geriye bir posa kalıyor.
Operadaki 'en üstün bir altında olmak' tanımı beni çok etkilemişti. Çok efor sizi bitirir, seyirciyi rahatsız eder. Oyununuz yavaş yavaş yükselmeli.
Yolda başıma komik şeyler geliyor. Bir keresinde gece setten çıkmış, Merzifon'a gidiyorum; çok yorgunum. Annemi ararken biri çat diye enseme vurdu. "Herhalde tanıyorum," dedim döndüm. "N'apıyon?" dedi, "İyi abi," dedim. "Sen beni tanımazsın," dedi. İyi de abi, niye enseme çakıyorsun o zaman? Sonra da bayram diye beni evine kahvaltıya çağırdı.
Çocukluğum çok güzel geçti. Anneannemle altlı üstlü otururduk. Evimizde sanat müziği, halk müziği dinlenirdi. Annem komik bir kadındı, babam müthiş hazırcevaptı. Ablamla sabah 06.00'da evden çıkıp topsa top saklambaçsa saklambaç ne varsa oynar, şehrin altını üstüne getirirdik.
Anneannemle bağa gittiğimiz zamanları çok özlüyorum. Orada zaman dururdu, neredeyse karıncaların sesini duyardık. Güneş, yeşil, toprak ve siz varsınız. Sizin nefesiniz, canlıların nefesi var. Çok büyülü anlardı benim için. Anneannemi düşününce hep o gelir aklıma.
Eşim ve oğlum Ali Emre'yle bir arada ve keyifli olduğumuz her an çok mutluyumdur.
Babalık bana babamı daha iyi anlamayı öğretti. Onun itiraz ettiği şeyleri, tecrübelerini… Benim babamdan öğrendiğim şey arkadaşlıktı. Oğlumla ben de arkadaş olabilirsem daha faydalı olabilirim gibi geliyor.
Müziği seviyorum. Erdal Erzincan'dan saz dersi alıyorum.
Başta şöyle dua etmiştim: Bir oyunda, filmde, dizide oynayayım, ondan sonra yaptığım her şey lükstür, demiştim. Artık her şey benim için lüks.
İnsanın hayatta bir görevi var. Yaptığım işle inandığım şeylerin aktarılmasıyla yükümlü olduğumu düşünüyorum. Yazarların yazdıkları; eğer bir var eden, yaradan var diye inanıyorsak oradan geliyor. Bu bilgileri de ben onlardan öğreniyor, dert ediniyor ve insanlara aktarıyorum.
Murathan Mungan'ın Mahmud ile Yezida'daki sözünü çok severim: "Sevdanın hası sese de, söze de gelmez ağalar / Sevdanın hası suskun yaşanır. / Hangi dilin gücü yüreği aşikâr etmeye yeter?" Sevdadan ne anladığınıza bağlı, her türlü sevdaya yorabilirsiniz. Yani, şov yapmaya gerek yok.
Sadeliği bulmak, her şeyi olağan kılabilmek zor. Unutamayacağım acılar, mutluluklar var; ama ortalık yerde yaşamak bana göre değil.
İnsanı baz aldığınız zaman pişmanlık da az oluyor. Elimden geldiği kadar kimseyi kırmamaya gayret gösterdim, bunda da samimi olduğumu düşünüyorum, çünkü geriye dönüp baktığımda vicdan azabı çekmiyorum. Kimsenin canını bile isteye yakmadım. Yaktıysam da özür dilerim. Bunun hesaplaşması bitmediyse de o insanlarla hesaplaşmak isterim.
Yönetmenler benim için oyun arkadaşı. Yönetmenin kafasında ne olduğunu bir bulmaca gibi çözmeyi seviyorum.
Mutlu, huzurlu, sağlıklı bir hayat ve dünya hayal ediyorum. Bir sürü aç, savaştan kaçan insan var. Tek başıma mutlu olsam ne anlamı var ki? Herkes mutlu ve ben mutsuzsam da anlamı yok. O yüzden total bir mutluluk dilemek bana daha iyi bir dilek, daha iyi bir çağrı gibi geliyor.