Kürşat Başar - Hayattan Ne Öğrendim?
Gazeteci, 55
Giriş Tarihi: 29.11.2018
13:35
Röportaj Seda KARAN
Fotoğraf Kutup DALGAKIRAN
Küçük bir çocukken de çok okurdum. Hayatı kitaplardan öğrenmeye başladım diyebilirim. En çok da Jules Verne okurdum; Jules Verne yazar olmamın sebebidir.
İlk kitabımı ilkokuldayken yazdım. Birkaç arkadaşın ıssız bir adaya gidip öğretmensiz, annesiz babasız rahat bir hayat geçirdiği bir hikâyeydi.
Kadınlardan bir şeyler öğrenmeye çok küçük yaşlarda başladım. Annem, anneannem, halam, teyzem, yeğenlerim, kuzenlerim… Kadın ağırlıklı evlerde şımartılarak büyüdüm, hepsi de beni çok severdi. Kadınlarla birlikte nasıl yaşanır, daha o yaşlarda öğrendim.
Annem edebiyat öğretmeniydi. Türk şiirini ondan öğrendim. Sesi de çok güzeldi, büyülenmiş bir şekilde dinlerdim onu. Yahya Kemal'ler, Ahmet Haşim'ler… Hep annemle başladı. Annem hem müzik hem de yazarlık açısından üzerimde çok etkili olmuştur.
Benim gibi, babam da müzikle çok ilgiliydi. Türk musikisini çok severdi. Selahattin İçli gibi dostlarıyla evde toplanır, musiki dinleyip eşlik ederlerdi.
Sanırım 17 yaşındaydım; lise son sınıf civarıydı… Kendi kendime işler uydurup çalışmaya başladım. İlk işim, butikten bir şeyler alıp bankalardaki kadınlara kazak, gömlek, palto satmak oldu. Sonra düğün salonlarında davul çaldım, bir otomobil tamircisinde çalıştım.
Hürriyet'e görüşmeye gitmiştim. Rahmetli Nezih Demirkent vardı, bana "Neden gazeteci olmak istiyorsun?" diye sormuştu. Ben de kendisine aslında gazeteci olmak istemediğimi ama evi geçindirmem gerektiği için durumun bu şekilde geliştiğini aktardım. Kafasını kaşıyarak bana, "Gazetede hikâye yazma o zaman." dedi. O sıralar Hürriyet, Gösteri dergisini satın almıştı.
Bende kendi hayatını kurma isteği çoktu. 18 yaşındayken İstanbul Üniversitesi Felsefe Tarihi bölümüne girdim, aynı yıl evlendim ve yine aynı yıl Gösteri dergisinde çalışmaya başladım. Ne de olsa çalışıp ev geçindirmem gerekiyordu.
En büyük şanslarımdan birisidir Gösteri dergisi. Cağaloğlu'ndaki ofise sabahtan akşama kadar Yaşar Kemal'den Atıf Yılmaz'a, Atilla İlhan'dan Cemal Süreya'ya bütün yazar, çizer, sanatçı, yönetmen, müzisyenler; aklınıza kim gelirse girer çıkardı. Ofise gelen tanınmış simaların hayatlarının içine girmek, onlarla dostluk kurmak da çok değerliydi.
Üniversitede Bedia Akarsu, İsmail Tunalı gibi çok değerli isimlerden ders aldım. Aramızda hoca-öğrenci ilişkisi olmadı hiçbir zaman, bana arkadaşlarıymışım gibi davranırlardı. Çalıştığım için de beni bir parça idare ederlerdi.
19 yaşında Gösteri dergisinin genel koordinatörü oldum. Zaten ekipte iki kişiydik, orası ayrı. Gösteri dil açısından beni çok geliştirdi.
Yöneticilik yaptığım ilk yıllarda çok serttim, keskin ve mükemmeliyetçiydim. Derginin bir sayfasında tashih çıksın, kahrederdim kendimi. Zaman içinde yontuldum; hayatı o kadar da takmamak gerektiğini, insanları yormamayı, üzmemeyi, insanların başka dertleri de olabileceğini öğrendim.
Tempo'yu yaparken ciddi tehditler aldık. O dönem herkese bulaşıyorduk; mafyasından terör örgütüne, kaçakçılara derken bayağı bir kesimle uğraşmıştık. Şimdi olsam uğraşır mıydım, diyorum bazen. Hayır, uğraşmazdım. Bunlar bayağı yordu beni.
Dergicilik bana çok şey kattı. Yıllarca sanat editörlüğü ve gazeteciliği yaptım. Aktüel ve Tempo dergileri bana haberciliği öğretti. Magazin bana çok uzak bir alan olsa da bu yayımlar sayesinde onu da öğrendim.
Zamanı iyi kullanmayı sonradan öğrendim. Şimdi bakıyorum da hayatım sürekli koşuşturmakla geçmiş. Hayal adlı bir kitap yazdım; benim hayallerim değildi yazdıklarım aslında, kitaplarımın yazılış sürecinde ben neler yapıyorumdu.
Gazetede köşe yazarlığı, TV'de programlar yaptım, ama köşe yazarlığından vazgeçince hayatımda bir boşluk oldu. Hobi olarak saksofon çalıyordum; o sıralar müzisyen arkadaşlarım ve Tuluğ Tırpan sayesinde profesyonel olarak müziğe ilk adımımı attım.
İlk başlarda sahneye dizlerim titreye titreye çıkıyordum. O dönemde caz çalmakla yetinmeyip eski Türkçe şarkıları da 'cover'lamaya başladık ve gerçekten büyük bir ilgi gördük. Birçok ünlüyle sahne aldık, bu isimler albümde de bize destek oldu. Fakat profesyonel olarak müzik yapmak bambaşka bir şeydi; çünkü usta sanatçılar hata kabul etmiyordu. Bu nedenle çok daha fazla çalışmak durumunda kaldım. Bu da beni çok geliştirdi.
Uzun zamandır tanıdığım yakın arkadaşlarım buna hâlâ şaşırır; uzun yıllar rock dinlememe ve caz müzik yapmama rağmen birçok türkü biliyorum. Evde babamın dinlediği türküler sayesinde türkü kültürünü öğrenmişim.
Aslında ne öğrendiysem kadınlardan öğrendim. Âşık olmayı, sevişmeyi, yemek yapmayı; her şeyi…
Felsefenin temel sorusu, "Ben kimim?"dir. İlişkilerde çıkan kavgalardan tutun iş hayatındaki tartışmalara kadar hep başkaları suçlanır. Bunun sebebi de kişilerin kendine "Ben kimim?" sorusunun sormamasıdır. Kişi önce kendisini tanımalı. İnsan ancak kendisini tanırsa karşısındakini de tanıyabilir.
Fotoğraf Kutup DALGAKIRAN
Küçük bir çocukken de çok okurdum. Hayatı kitaplardan öğrenmeye başladım diyebilirim. En çok da Jules Verne okurdum; Jules Verne yazar olmamın sebebidir.
İlk kitabımı ilkokuldayken yazdım. Birkaç arkadaşın ıssız bir adaya gidip öğretmensiz, annesiz babasız rahat bir hayat geçirdiği bir hikâyeydi.
Kadınlardan bir şeyler öğrenmeye çok küçük yaşlarda başladım. Annem, anneannem, halam, teyzem, yeğenlerim, kuzenlerim… Kadın ağırlıklı evlerde şımartılarak büyüdüm, hepsi de beni çok severdi. Kadınlarla birlikte nasıl yaşanır, daha o yaşlarda öğrendim.
Annem edebiyat öğretmeniydi. Türk şiirini ondan öğrendim. Sesi de çok güzeldi, büyülenmiş bir şekilde dinlerdim onu. Yahya Kemal'ler, Ahmet Haşim'ler… Hep annemle başladı. Annem hem müzik hem de yazarlık açısından üzerimde çok etkili olmuştur.
Benim gibi, babam da müzikle çok ilgiliydi. Türk musikisini çok severdi. Selahattin İçli gibi dostlarıyla evde toplanır, musiki dinleyip eşlik ederlerdi.
Sanırım 17 yaşındaydım; lise son sınıf civarıydı… Kendi kendime işler uydurup çalışmaya başladım. İlk işim, butikten bir şeyler alıp bankalardaki kadınlara kazak, gömlek, palto satmak oldu. Sonra düğün salonlarında davul çaldım, bir otomobil tamircisinde çalıştım.
Hürriyet'e görüşmeye gitmiştim. Rahmetli Nezih Demirkent vardı, bana "Neden gazeteci olmak istiyorsun?" diye sormuştu. Ben de kendisine aslında gazeteci olmak istemediğimi ama evi geçindirmem gerektiği için durumun bu şekilde geliştiğini aktardım. Kafasını kaşıyarak bana, "Gazetede hikâye yazma o zaman." dedi. O sıralar Hürriyet, Gösteri dergisini satın almıştı.
Bende kendi hayatını kurma isteği çoktu. 18 yaşındayken İstanbul Üniversitesi Felsefe Tarihi bölümüne girdim, aynı yıl evlendim ve yine aynı yıl Gösteri dergisinde çalışmaya başladım. Ne de olsa çalışıp ev geçindirmem gerekiyordu.
En büyük şanslarımdan birisidir Gösteri dergisi. Cağaloğlu'ndaki ofise sabahtan akşama kadar Yaşar Kemal'den Atıf Yılmaz'a, Atilla İlhan'dan Cemal Süreya'ya bütün yazar, çizer, sanatçı, yönetmen, müzisyenler; aklınıza kim gelirse girer çıkardı. Ofise gelen tanınmış simaların hayatlarının içine girmek, onlarla dostluk kurmak da çok değerliydi.
Üniversitede Bedia Akarsu, İsmail Tunalı gibi çok değerli isimlerden ders aldım. Aramızda hoca-öğrenci ilişkisi olmadı hiçbir zaman, bana arkadaşlarıymışım gibi davranırlardı. Çalıştığım için de beni bir parça idare ederlerdi.
19 yaşında Gösteri dergisinin genel koordinatörü oldum. Zaten ekipte iki kişiydik, orası ayrı. Gösteri dil açısından beni çok geliştirdi.
Yöneticilik yaptığım ilk yıllarda çok serttim, keskin ve mükemmeliyetçiydim. Derginin bir sayfasında tashih çıksın, kahrederdim kendimi. Zaman içinde yontuldum; hayatı o kadar da takmamak gerektiğini, insanları yormamayı, üzmemeyi, insanların başka dertleri de olabileceğini öğrendim.
Tempo'yu yaparken ciddi tehditler aldık. O dönem herkese bulaşıyorduk; mafyasından terör örgütüne, kaçakçılara derken bayağı bir kesimle uğraşmıştık. Şimdi olsam uğraşır mıydım, diyorum bazen. Hayır, uğraşmazdım. Bunlar bayağı yordu beni.
Dergicilik bana çok şey kattı. Yıllarca sanat editörlüğü ve gazeteciliği yaptım. Aktüel ve Tempo dergileri bana haberciliği öğretti. Magazin bana çok uzak bir alan olsa da bu yayımlar sayesinde onu da öğrendim.
Zamanı iyi kullanmayı sonradan öğrendim. Şimdi bakıyorum da hayatım sürekli koşuşturmakla geçmiş. Hayal adlı bir kitap yazdım; benim hayallerim değildi yazdıklarım aslında, kitaplarımın yazılış sürecinde ben neler yapıyorumdu.
Gazetede köşe yazarlığı, TV'de programlar yaptım, ama köşe yazarlığından vazgeçince hayatımda bir boşluk oldu. Hobi olarak saksofon çalıyordum; o sıralar müzisyen arkadaşlarım ve Tuluğ Tırpan sayesinde profesyonel olarak müziğe ilk adımımı attım.
İlk başlarda sahneye dizlerim titreye titreye çıkıyordum. O dönemde caz çalmakla yetinmeyip eski Türkçe şarkıları da 'cover'lamaya başladık ve gerçekten büyük bir ilgi gördük. Birçok ünlüyle sahne aldık, bu isimler albümde de bize destek oldu. Fakat profesyonel olarak müzik yapmak bambaşka bir şeydi; çünkü usta sanatçılar hata kabul etmiyordu. Bu nedenle çok daha fazla çalışmak durumunda kaldım. Bu da beni çok geliştirdi.
Uzun zamandır tanıdığım yakın arkadaşlarım buna hâlâ şaşırır; uzun yıllar rock dinlememe ve caz müzik yapmama rağmen birçok türkü biliyorum. Evde babamın dinlediği türküler sayesinde türkü kültürünü öğrenmişim.
Aslında ne öğrendiysem kadınlardan öğrendim. Âşık olmayı, sevişmeyi, yemek yapmayı; her şeyi…
Felsefenin temel sorusu, "Ben kimim?"dir. İlişkilerde çıkan kavgalardan tutun iş hayatındaki tartışmalara kadar hep başkaları suçlanır. Bunun sebebi de kişilerin kendine "Ben kimim?" sorusunun sormamasıdır. Kişi önce kendisini tanımalı. İnsan ancak kendisini tanırsa karşısındakini de tanıyabilir.