Burhan Öçal - Hayattan Ne Öğrendim?
Müzisyen, 59
Giriş Tarihi: 30.11.2018
16:45
Röportaj Özge Dinç
Fotoğraf Arda Güldoğan
Bir aşktan sonra ayrılık süreci sancılı geçebiliyor. Kadınların ve erkeklerin ayrılıkta kendini oyalama, unutma yöntemleri farklı olabilir. Bu dönemi üreterek ve çalışarak geçirmekse daha hafif atlatmanızı sağlıyor.
Özellikle ülkemizde erkek olmak otoriter, baskıcı, dediğim dedik olmak olarak algılanıyor. Şiddet, erkekler için neredeyse normalleştirilmiş durumda. Oysa erkek güven verir, tebessüm ettirir; centilmendir.
Kadınların içinde, gizli de olsa, erkekleri domine etme isteği var. Aynı zamanda erkeklere güvenmek istiyorlar. Bu ikilem çok seksi. Lynda Lemay'in 'Un Homme 50 Ans' (50 Yaşında Bir Adam Arıyorum) şarkısı, kadınların erkeklerde aradığı güven duygusunu çok iyi anlatıyor. Bu güven yalnızca ekonomik güç ve kariyerden gelmiyor; erkeğin zamanla elde ettiği yaşanmışlığın, tecrübenin toplamı.
Evlilikle ilgili iyimserim. Zaten öyle olmasam şansımı iki kez denemezdim. Çok iyi bir baba olurum, bunu biliyorum.
Babam sinema işletiyordu; amatör olarak bateri çalardı, caza çok meraklıydı. Annem de Türk musikisini çok iyi bilirdi. Oradan bir virüs bulaştı bana. Babam bendeki müzik tutkusunu görmüş olacak ki anneme "Senin oğlan davulcu olacak." demiş. Annem pilot olmamı çok istediği için müziği seçmeme çok üzülmüştü başta.
Vurmalı çalgıların hepsi benim için çok güzel; birini ayırt edemiyorum. Ama ben darbukayı geliştiren bir müzisyenim. Tekniğim, ölçülerim, tonlarım, tutuşum bile farklı. Öyle çok detay var ki… Bu alet yirmi yıl öncesine kadar Türkiye'de hor görülüyordu. Şimdi bırakın Türkiye'yi, dünyada çok önemli bir ritim aleti.
Konserlerden önce korku ve heyecan yaşarım. Şimdiye dek rahatça sahneye çıktığım bir gün bile olmadı, ki doğrusu da bu. Konserden önce bir şey yiyip içmem; dua ederim. İsviçre Alpleri'nden aldığım özel bir taşım var, uğur getirdiğine inandığım için o taşa dokunurum.
Kendime kötü müziği duymayacağım bir hayat yarattım. Kötü müziği çoğunlukla havaalanlarında, bazen gittiğim mekânlarda, taksilerde duyuyorum. Böyle durumlarda da dayanamayıp fikrimi söylüyorum.
Her konser öncesi kendimi giyotine giden bir mahkûm gibi hissederim. Konser bitiminde de bir kral gelir; beni ya affeder ya da idam eder! İşte bu kral, içimdeki susmayan müzik sesi.
Günün farklı zaman dilimleri için bile farklı favori bestecilerim var. Ama konserini canlı dinlemek istediğim tek isim, çılgın deha Sergei Rachmaninoff olurdu.
Umutsuz ve depresif halleri hiç sevmem ve asla uzatmam. Boş durmak da beni mutsuz edeceği için kendime uğraşacak bir şey bulurum. Hiçbir şey bulamazsam temizlik yaparım.
İngilizlerin bir lafı vardır, sık sık aklımda tutmaya çalışırım; şöyle derler: "Şansa ve şöhrete pek güvenmeyeceksin. Genellikle gece yarısı gelir ve gece yarısı gider."
50'ler, benim altın yıllarım. O dönemin ruhunu yansıtan 1955 model Chevrolet zamansız favorim. Chevrolet'de bir hanımefendi sessizliği vardır. Güçlüdür, ama çok hassas bir ruh yapısına sahiptir; sert kullanmaya gelmez. Asil bir hanımefendidir.
İki oyuncuyu çok severim: Al Pacino ve Humphrey Bogart. Bu iki ismin filmleri, duruşları ve stilleriyle ölümsüz olduklarını düşünüyorum. Tarihte vizyonuyla en büyük deha bana göre Atatürk. Müzisyenlerden bahsedersem uzun bir listem olabilir, ama ilk üçümde Bach, Rachmaninoff ve Miles Davis yer alıyor.
Kendimi kendime beğendirmeye çalışmam en büyük imtihanım. Hayatım boyunca kendimle yarıştım. Müziğimi de, konserlerimi de en acımasız şekilde ben eleştirdim.
18 yaşında İsviçre'ye gittiğimde ne param vardı, ne yabancı dilim. Beni o genç yaşta ciddiye alan, dair var olan potansiyelimi ortaya çıkaran bir ülke oldu İsviçre. Yeteneğin, çalışmanın, sanatın değerini bilen insanlarla bir arada olmak gerçek bir lütuf.
Yaşadığım hayat ve yurtdışında var olmak için verdiğim mücadele, vücut dilimi ve stilimi de etkiledi. Klasik giyim tarzını, siyah ve beyazı öteden beri çok severim. Zaman içerisinde hiç kimsenin giymeye cesaret edemediği renkleri, modelleri de deneyebiliyorum.
İnsanın en güzel yaşı içinde bulunduğu yaş. Her yılın, her yaşın manası, güzelliği çok başka. Bu cümleyi 80 yaşında da kurarım diye düşünüyorum.
"Less is more." Hayatı, sadeleştirerek ve ondan zevk alarak yaşamak gerekiyor. Çok fazla dram, depresif ruh hali, karamsarlık ve aynı şekilde gösterişle abartı bana göre değil.
Yapmak istediğim birçok şey var, sinemadan vazgeçmiş değilim. Nâzım Hikmet'i konu alan bir filmde oynamak isterdim. Bunun için bazı görüşmeler de yapmıştım. Ne yazık ki ertelendi.
Fotoğraf Arda Güldoğan
Bir aşktan sonra ayrılık süreci sancılı geçebiliyor. Kadınların ve erkeklerin ayrılıkta kendini oyalama, unutma yöntemleri farklı olabilir. Bu dönemi üreterek ve çalışarak geçirmekse daha hafif atlatmanızı sağlıyor.
Özellikle ülkemizde erkek olmak otoriter, baskıcı, dediğim dedik olmak olarak algılanıyor. Şiddet, erkekler için neredeyse normalleştirilmiş durumda. Oysa erkek güven verir, tebessüm ettirir; centilmendir.
Kadınların içinde, gizli de olsa, erkekleri domine etme isteği var. Aynı zamanda erkeklere güvenmek istiyorlar. Bu ikilem çok seksi. Lynda Lemay'in 'Un Homme 50 Ans' (50 Yaşında Bir Adam Arıyorum) şarkısı, kadınların erkeklerde aradığı güven duygusunu çok iyi anlatıyor. Bu güven yalnızca ekonomik güç ve kariyerden gelmiyor; erkeğin zamanla elde ettiği yaşanmışlığın, tecrübenin toplamı.
Evlilikle ilgili iyimserim. Zaten öyle olmasam şansımı iki kez denemezdim. Çok iyi bir baba olurum, bunu biliyorum.
Babam sinema işletiyordu; amatör olarak bateri çalardı, caza çok meraklıydı. Annem de Türk musikisini çok iyi bilirdi. Oradan bir virüs bulaştı bana. Babam bendeki müzik tutkusunu görmüş olacak ki anneme "Senin oğlan davulcu olacak." demiş. Annem pilot olmamı çok istediği için müziği seçmeme çok üzülmüştü başta.
Vurmalı çalgıların hepsi benim için çok güzel; birini ayırt edemiyorum. Ama ben darbukayı geliştiren bir müzisyenim. Tekniğim, ölçülerim, tonlarım, tutuşum bile farklı. Öyle çok detay var ki… Bu alet yirmi yıl öncesine kadar Türkiye'de hor görülüyordu. Şimdi bırakın Türkiye'yi, dünyada çok önemli bir ritim aleti.
Konserlerden önce korku ve heyecan yaşarım. Şimdiye dek rahatça sahneye çıktığım bir gün bile olmadı, ki doğrusu da bu. Konserden önce bir şey yiyip içmem; dua ederim. İsviçre Alpleri'nden aldığım özel bir taşım var, uğur getirdiğine inandığım için o taşa dokunurum.
Kendime kötü müziği duymayacağım bir hayat yarattım. Kötü müziği çoğunlukla havaalanlarında, bazen gittiğim mekânlarda, taksilerde duyuyorum. Böyle durumlarda da dayanamayıp fikrimi söylüyorum.
Her konser öncesi kendimi giyotine giden bir mahkûm gibi hissederim. Konser bitiminde de bir kral gelir; beni ya affeder ya da idam eder! İşte bu kral, içimdeki susmayan müzik sesi.
Günün farklı zaman dilimleri için bile farklı favori bestecilerim var. Ama konserini canlı dinlemek istediğim tek isim, çılgın deha Sergei Rachmaninoff olurdu.
Umutsuz ve depresif halleri hiç sevmem ve asla uzatmam. Boş durmak da beni mutsuz edeceği için kendime uğraşacak bir şey bulurum. Hiçbir şey bulamazsam temizlik yaparım.
İngilizlerin bir lafı vardır, sık sık aklımda tutmaya çalışırım; şöyle derler: "Şansa ve şöhrete pek güvenmeyeceksin. Genellikle gece yarısı gelir ve gece yarısı gider."
50'ler, benim altın yıllarım. O dönemin ruhunu yansıtan 1955 model Chevrolet zamansız favorim. Chevrolet'de bir hanımefendi sessizliği vardır. Güçlüdür, ama çok hassas bir ruh yapısına sahiptir; sert kullanmaya gelmez. Asil bir hanımefendidir.
İki oyuncuyu çok severim: Al Pacino ve Humphrey Bogart. Bu iki ismin filmleri, duruşları ve stilleriyle ölümsüz olduklarını düşünüyorum. Tarihte vizyonuyla en büyük deha bana göre Atatürk. Müzisyenlerden bahsedersem uzun bir listem olabilir, ama ilk üçümde Bach, Rachmaninoff ve Miles Davis yer alıyor.
Kendimi kendime beğendirmeye çalışmam en büyük imtihanım. Hayatım boyunca kendimle yarıştım. Müziğimi de, konserlerimi de en acımasız şekilde ben eleştirdim.
18 yaşında İsviçre'ye gittiğimde ne param vardı, ne yabancı dilim. Beni o genç yaşta ciddiye alan, dair var olan potansiyelimi ortaya çıkaran bir ülke oldu İsviçre. Yeteneğin, çalışmanın, sanatın değerini bilen insanlarla bir arada olmak gerçek bir lütuf.
Yaşadığım hayat ve yurtdışında var olmak için verdiğim mücadele, vücut dilimi ve stilimi de etkiledi. Klasik giyim tarzını, siyah ve beyazı öteden beri çok severim. Zaman içerisinde hiç kimsenin giymeye cesaret edemediği renkleri, modelleri de deneyebiliyorum.
İnsanın en güzel yaşı içinde bulunduğu yaş. Her yılın, her yaşın manası, güzelliği çok başka. Bu cümleyi 80 yaşında da kurarım diye düşünüyorum.
"Less is more." Hayatı, sadeleştirerek ve ondan zevk alarak yaşamak gerekiyor. Çok fazla dram, depresif ruh hali, karamsarlık ve aynı şekilde gösterişle abartı bana göre değil.
Yapmak istediğim birçok şey var, sinemadan vazgeçmiş değilim. Nâzım Hikmet'i konu alan bir filmde oynamak isterdim. Bunun için bazı görüşmeler de yapmıştım. Ne yazık ki ertelendi.