Gökhan Avcıoğlu - Hayattan Ne Öğrendim?

59 yaşındaki mimar Gökhan Avcıoğlu, hayattan ne öğrendiğini Esquire Türkiye'ye anlattı.

Röportaj Çimen Uzsoy G.

ANKARA'DA DOĞDUM, İSTANBUL'DA BÜYÜDÜM, ANADOLU'DA SERPİLDİM. New York'ta öğrendim, Paris'te öğrettim. Şimdi çeşitli şehirlerde çalışıyorum, hâlâ da öğreniyorum. Milyar yıllık bir dünya, on iki bin yıllık mimarlık ve yerleşme tarihi... Öğren öğren bitmez; her gün yeni bir şey, her şehir yeni bir gün…

KÜÇÜKKEN ÇOK SIK SEYAHAT EDERDİK. Özellikle Efes, Milet, Priene, Bodrum, Bergama, Ürgüp ve Göreme gibi eski medeniyet ve eski şehir kalıntıları beni çok etkilerdi. Küçük küçük yerlere saçılmış taşlardan parçalardan oluşan bu düzen, bana oynadığım legoları hatırlatıyordu. Büyüklerime bunlar nedir dediğimde, bunları üst üste koyunca bina, binaların bir araya gelmesinden de şehirler olur derlerdi. "Bu kadar basitse ben de yaparım," dedim. Ama zamanla anladım ki o kadar basit değilmiş, taşların üst üste konulmasının bir tertibi varmış. Altımız oynak bir dünyaymış, onun düzeni ile insanın düzeni arasında bir inat varmış. İnsan olanı ömrünü verir yapar, öbürü saniyede devirir; insan olanı milyar yılda yapar, öbürü bir günde bozar. Biz bineli yetmiş bin yıl oldu, hâlâ yerleşiyoruz. Dünya kirlendi, başka gezegen arıyoruz buradan daha iyisi var mı diye.

ÖNCELERİ resim ve heykelin bireysel ifadede daha etkili olduğunu düşünüyordum. Ancak zamanla tek başıma kapanıp bir şeyler yapmanın beni mahzunlaştırdığını, bazen de sertleştirdiğini fark ettim. Mimarlıksa bir takım çalışması, hatta çoklukla çatışması ve böylesi daha keyifli. Hukuk ve spor dalları gibi kazananla kaybedenin kesin çizgilerle ayrıldığı meslekler vardır. Mimarlıkta ise "kazan-kazan durumu" söz konusudur. Kazanırken kaybetmiş veya kaybettiğinizi düşünürken kazanmışsınızdır.

HAYATIMIZDA PEK ÇOK NOKTA VAR. Noktaları birleştirirsek ortaya çıkandan, yani benden söz ediyorsak, önce "innate" denilen bir yetenek DNA'sından söz edebiliriz. Bu var mı bende? Var galiba. Sonra niyetten söz edebiliriz. Ama bu, çalışmakla ve pratikle ilerliyor. Mimarlık; teknik, mühendislik ve bilim içerdiği kadar kurmaca, bilmece de içeriyor. Ev ödevi bitmeyen bir meslek, çok katmanlı bir analitik düşünme metodu. Özetle, altından sürekli öğrenme ve risk alma, denemeye açık olma gibi şeyler çıkar.

MİMARLIK BİR YERE KADAR KENDİNDEN SÖZ ETTİRİR, ama başta şehircilik ve mühendislik, müteahhitlik sınıfta kaldı. Diyeceksiniz ki, "Hadi ötekilerini anladık, müteahhitlik neden, üstelik dünyada her yerde şu kadar milyon dolar iş yapıyor." İyi de niye kendi ülkelerinde bu kadar kötüler? Tarihte mimar çok yönlü bir sanatçıydı, ayrıca şehirciydi ve mühendisti. Bir binanın her şeyini hesaplar yapardı. Sonra mitoz bölünme oldu, diğerleri mimardan rol çaldı. Ama dijital teknoloji geliştikçe tekrar eskisi gibi olacak, hepsi birden eriyip yeni bir etkin kişilik ortaya çıkacak. Geleceğe dönüş.

DİJİTAL ÇAĞDA DÜŞÜNDÜĞÜNÜZÜ İNŞA EDEBİLİRSİNİZ. Üç boyutlu araçlar ve robotlar geleceğin binalarını inşa edecek. Böylece daha az iş kazası ve işçilik hatası olacak. Daha sağlıklı malzemeler ve daha bilinçli bir çevre olacak gelecekte.

BEN VAKIF KURDUM, bu düşünceden yola çıkan bir okul yapmayı çok istiyorum. Şu aralar vakıfta hocam Alpaslan Ataman'la birlikte müfredat üzerine çalışıyoruz. Dünyanın değişik okullarından topluca ya da bireysel, her yıl 50 stajyer geliyor. Aralarından işe yarar ya bir kişi çıkıyor ya da iki. Bu sayı artsın istiyoruz. Onları kendi yazılımlarını, kendi araçlarını yapar hale getirmek istiyoruz. Biz de ilerde onların başarılarını görünce ağlayıp kıskançlıktan çatlarız.

YURTDIŞINDA PROJELER YAPMAK BANA GLOBAL DÜŞÜNEBİLME PRATİĞİNİ KAZANDIRDI. Bence stajyerler üçe ayrılıyor: Global, global-lokal, lokal. Yani bazı işler her yerde geçer, bazı işler kaynağında büyüyüp dünyaya yayılır, bazı işler ise sadece membaında olabilir. Şu an Montenegro, Moskova, Budapeşte, Kazan gibi şehirlerde otel, müze, hastane, konut projelerimiz var. Irak'ta bir şehrin bir bölümünün tasarımını yapıyoruz. Heyecan yaratan projeler üzerine çalışıyoruz ve bu heyecanı yaratan şey, projeyi isteyen kişi ve kurumlarla çok alakalı. Bazıları çok negatif enerji yüklü oluyor ve zevkli bir projeyi çalışılması zor hale getiriyorlar. Bazı gruplarda ise projeden proje doğuyor. Herhangi bir iş değil bu. Dünyaya bir şey ekliyorsunuz ve dersinizi iyi çalışmanız lazım ki, rakipleriniz satamazken ya da adından söz ettiremezken siz başarıyı göğüsleyin.

ESKİ BİR KATLI OTOPARK SAHİBİ GRUP, asansörlü sistem Türk insanının sabrına hitap etmediği için her şeyi söküp bize verdi. "Yapıyı kiralık ofislere dönüştürürüz." dedik, ama baktık ki Nişantaşı'nın ortasında New York'ta bulabileceğiniz tarzda loft duygusu veren bir yer ve otomobil taşıyacak diye yapıldığından İstanbul'un en sağlam binası… "Biz niye ofisimizi buraya taşımayalım? Hem de böylece gören gelir, diğer yerleri kiralar." diye düşündük. Her yer hemen tutuldu. Maalesef hata yapıp kendimize az yer ayırmışız.

YARATICILIĞIMI BENİ HIRSLANDIRACAK ŞEYLERLE BESLERİM. Poh poh sevmem, boş konuşma ruhumu daraltır. Ama kuru eleştiriden de uzak dururum.

ALDIĞIM ÖDÜLLER birlikte çalıştığımız insanları onları motive ediyor. Ama daha binaları görmeden verilen ödüller furyası oluştu. Bu, beni başından beri rahatsız ediyor. En makbul ödül, tüm çalışmalarınız için verilen ödül türü bence. Ondan da daha almadım, yaşım tutmuyor daha!

SOSYAL PROJELER YAPMAYI DAHA ÇOK SEVİYORUM. 20. yüzyılda yetişmiş bir mimar olarak elbette modern Türkiye fikriyle eğitildim. Şimdi 21. yüzyıl içindeyiz ve 1999 Marmara Depremi ve sonrası benim kırılma, değişme noktalarım. Çağdaş mimariyi, Kuzey yaklaşımı ve Güney yaklaşımı diye ikiye ayırıyoruz. Ben binayı nerede inşa edersem edeyim Güneyliyim; daha yumuşak ve daha duyarlıyım. Exploded House, Esma Sultan bunların ilk anlamlı işaretleriydi. One & Ortaköy de çok yönlü vurgusuyla önemli bir basamaktır.

ESMA SULTAN BİNASI YENİDEN AÇILDIKTAN SONRA, işi beğenen biri tarafından yeni bir eventspace işi teklifi aldım. Biliyorsunuz, 200 yıllık tarihi ama hayalet gibi duran bu yıkılmış güzelliğin içine –ki "ruin beauty" deriz biz ona– camdan, yokmuş gibi duran ve dışındaki masif yapıyla harika bir tezat oluşturan ikinci bir bina yerleştirmiştik. Adam telefonda aynı binayı nasıl istediğini heyecanla anlatıyordu. O konuştukça kafamda başka kurgular uçuşup durdu. Biraz uzayan bir sohbetten sonra dedi ki, "Anlamıyorsunuz Gökhan Bey, ben aynısı derken her şeyiyle aynı; yani dışı öyle eskimiş tuğlalar, içi cam bina istiyorum". Dedim ki, "Olur, hemen başlayalım. Yalnız bir ayrıntı var, aynısını yapmak iki yüzyıl sürer."

Bu web sitesinde çerezler kullanılmaktadır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

"Tamam" ı tıklayarak, çerezlerin yerleştirilmesine izin vermektesiniz.