'Günler'in ardından...
Ahmet Doğu İpek, Türkiye çağdaş sanat alanının öne çıkan, en başarılı isimlerinden. Sanatçı ile çok beğenilen, Galata Rum Okulu'ndaki son sergisi 'Günler'den sonra buluştuk ve merak ettiklerimizi sorduk.
Röportaj: Türkan DOĞAN
Fotoğraf: Canan Yetişti SATKIN
ESQUIRE: Resim yapmaya nasıl başladınız?
AHMET DOĞU İPEK: Doğduğum ve yetiştiğim yerde herkes her işini kendi yapardı. Böyle bir ortamda her şey biraz oyun gibi başladı. Çünkü doğanın içinde bildiğimiz anlamda sanatın bir karşılığı yok. Lisede ise iyi bir resim öğretmenine denk gelmiştim. İyi kötü desen çizmenin, tonlama yapmanın detaylarını öğretmişti. Bana yol yordam gösterdi, giderken de kitaplarını bıraktı. O kitapları okuyarak kendi kendime çizgimi biraz daha iyileştirdim. Ve ilk defa o dönemde resimle ilgili bir eğitim almayı düşünmeye başladım.
ESQ: Marmara Üniversitesi Resim Öğretmenliği Bölümü mezunusunuz. Üniversitenin yetenek sınavlarına hangi duygularla girdiğinizi hatırlıyor musunuz? Başka bir şehirden gelen biri olarak İstanbul sizi ürkütmüş müydü?
A.D.İ: Evet, açıkçası her şey 'çok' gelmişti. Evler, binalar, insanlar, yollar… İnsan ölçeğinin uzağında ve ötesinde. Kente dâhil olmak için nereden başlayabileceğinizi bilemiyorsunuz. Kursa gitmediğim ve yetenek sınavlarına dair bir bilgim olmadığı için sınav da korkutmuştu. Ama sınavın ortalarına doğru o kadar da kötü olmadığımı anlamıştım.
ESQ: Öğretmenlik okurken öğretmen olmayacağınızı ilk ne zaman hissettiniz?
A.D.İ: Sosyalleştikçe ve geniş çevrelere girip çıktıkça ikinci sınıftan itibaren öğretmen olmayacağımı anladım. O dönemin ruhu da bambaşkaydı. 2000'li yılların başında, Beyoğlu'nun Beyoğlu olduğu; alternatif sanat kurumlarının var olduğu bir dönemdi. Okul yerine daha çok bu alanlara kaydım. O dönemde mimarlar ve tasarımcılardan etkilenmeye de başlamıştım. Onların sanatçılardan farklı olarak tasarıma bakış açılarından etkilendim. Neden-sonuç ilişkisi kurmaları ve problem çözmeleri bana çok şey kazandırdı. Çünkü sanatta tersi bir durum söz konusu; problem yaratarak ilerlersiniz. Bu süreçte bir şeyler hakkında enine boyuna düşünmek, konuşmak, eksiklerini gidermek gibi pratikler edindim. Ve kolektif çalışma yöntemini öğrendim. 'Construction Regime' isimli çalışmamın ilk filizlerini de bu yıllarda attım.
ESQ: Umutsuzluğa kapıldığınız oluyor muydu?
A.D.İ: Tabii, çok. Bu, bir yandan insanı diri de tutuyor. Sanatçı olacağım değil de hayatıma nasıl devam edeceğim diye düşünüyorsunuz. Bu, büyük bir soru. 2010 yılı, bu anlamda benim için bir kırılma noktasıydı. Sanat yapmaya zaman ve imkân yaratabilmek için sürekli başka işler yaptığım bir dönemdi. Bunu artık sürdürmek istemediğim için sürünmeyi de göze alarak her şeyi bir kenara ittim. Ne yapıp ne yapmak istediğimi düşündüm; notlarımı ve eskizlerimi gözden geçirdim. İlk sergim 'Çokluk', 2012 yılında, böyle bir ruh haliyle ortaya çıktı. Distopik, kasvetli ve o dönemki ruh halimi yansıtan siyah peyzajlar… Bu şekilde her şey biraz kendiliğinden gelişti ve yayıldı. Sanatın kendi kendine, neredeyse sanatçısından bağımsız yol alabildiğini; çeşitli duygulara ve noktalara temas edebildiğini bu çalışmayla gördüm. İş biraz benden çıktığı için yıllardır biriktirdiğim yük de üstümden kalkmış oldu. Ve işler bir şekilde dolaşıma girdi. Bu şekilde daha fazla tanınmaya başladım.
ESQ: Ürettiğiniz işler, Dubai, Singapur, Miami, Londra ve başka şehirlerdeki sanat fuarlarında sergilendi. Önemli ödülleriniz ve yurt dışında açılan sergileriniz var. Genel olarak hangi temalar üzerinde çalışıyorsunuz?
A.D.İ: Duygular, kentler, insanlar, hayvanlar ve doğa. Bu temaları konudan konuya göre değişebiliyor. Neredeyse beş altı yıldır yalnızca siyah- beyaz çalışıyorum. Teknik ve içerik olarak eksilte eksilte; geride tek bir şey bırakarak ilerliyorum. Elimde ne kaldıysa onları çoğaltıp bir şeye dönüştürmek üzerine bir üretim... Küçük bir şeyden büyük bir şeye nasıl ulaşırım ya da nasıl anlamlı bir şey yaratırım sorusu çerçevesinde düşünüyorum. İlişkiler ve yaşama bakışım da böyle. Basit yaşamak, fazlalıklardan arınmak, gerektiği kadarına sahip olmak… Dolayısıyla bu anlamda resimle hayatı birbirinden ayırmıyorum.
ESQ: Son serginiz 'Günler' çok beğenildi. Serginin ardından sanatçı Taner Ceylan "Mo- Ma'ya falan gitmeli eserleri. O kadar güzel ki… Son bir aydır uyku uyuyamıyorum kıskançlıktan." diye sizi tatlı tatlı sizi övmüştü. 'Günler'in hikâyesini sizden dinleyebilir miyiz?
A.D.İ: 'Günler', 200 parçalık bir seri. Sanat diye başlamadığım, fakat sonradan benim için çok anlamlı bir çalışmaya dönüşen bir üretim. Başlangıçta kendi kendimi oyaladığım, meditasyon amaçlı; her gün bir kâğıda suluboya damlatmamla ilerleyen bir çeşit günlük... O günkü ruh halimin bir resmi gibiydi. Bunu fark etmemle yaklaşık altı ay boyunca her gün bu seriye devam ettim.
ESQ: Peki, 200 günün sonunda iyileştiniz mi?
A.D.İ: Evet, sanat iyileştirir cümlesinin gerçek anlamda bir karşılığının olduğunu ve içe dönmek anlamında entelektüel cümleden bağımsız olarak bunun neye tekabül ettiğini gördüm. Karamsar bir dünyada her şeyle baş edemeyeceğimizi görüp içe dönmek gerektiğini hissettim. En azından benim öyle yapmam gerekiyormuş. 'Günler' serisi bittiğinde sergiye koyup koymamak anlamında da kafam karışıktı. Ama simsiyah kareleri insanlar çok anlamlı buldu. Bir çeşit zamanın ruhunun resme geçmesi gibiydi. Ursula K. Le Guin'in "Acıyla baş etmek için acının tam ortasından geçmek gerekiyor. Etrafından dolaşınca o acı kaybolmuyor." sözüne denk düşen bir durum.
ESQ: Genel olarak nasıl bir üretim süreciniz var?
A.D.İ: Hem emek hem de düşünce olarak yaptığım işlere çok fazla vakit harcıyorum. Ürettiğim işlerin sayısı, yılda beş altıyı geçmiyor. Bir işe odaklandığımda bir iki ay atölyeden çıkmadığım olabiliyor. Örneğin şu anda, iyi geçen bir serginin ardından ne yapabileceğimi bilmiyorum; ama kendimi zorlamıyorum ve nadasa bırakıyorum. Bir şeyler daha çok kendi geliyor. Ben sadece zemin hazırlıyorum.
ESQ: Bundan sonrası için neler planlıyorsunuz?
A.D.İ: Daha hikâyemin başındayım. Genç bir sanatçıyım ve henüz kendimi bir şey başarmış gibi hissetmiyorum. Sadece bir şeyler deniyorum ve oluyor. Bu da iyi hissettiriyor. Bundan sonraki süreçte de üretimim devam edecek. Onun dışında iki alana yoğunlaşacağım. Video değil ama kısa bir film gibi, hareketli görüntüler üzerinden bir şeyler deneyeceğim. Bunun dışında kâğıt üzerinde değil de sahaya inerek bir bina tasarlamak istiyorum.