Teoman: Kendini cover'layan adam
Teoman’la, kendi 23 yıllık külliyatından seçtiği şarkıları yeniden yorumladığı, bir nevi kendini cover’ladığı albümü ‘Koyu’yu konuşmak istediğimizde, “Şarkı sözlerinden konuşursak olur,” dedi. Biz de memleketin en sıkı rock şairinin sözlerinden, hayatla müziğin kesiştiği noktadan yola çıkıp, şarkıdan hayata, hayattan şarkıya açılan koridorda derin bir sohbet ‘koyu’lttuk...
- Info
- Cuma 10:21 | 30 Mart 2018
Röportaj: Göksan Göktaş
Fotoğraflar: Charles Richards
Koyu, kopkoyu bir albüm… Demli… 23 yıldır, şehir yorgunlarının iç âlemine tercüman olan 'rock şairi', bir nevi kent ozanı Teoman; kendi külliyatından seçtiği şarkıları cover'lıyor, yeni albümü 'Koyu'da. Bu kez dinleyenin, nasıl anlattığından çok ne anlattığına odaklanmasını talep ediyor; şarkı sözlerini ön plana çıkardığı buğulu, sisli, puslu sakin bir vokalle… Yer yer Cohen'vari bir mırıldanmayla, sesinin sınırlarını zorlamadan, hatta 'konuşurmuş gibi'ye yakın bir söyleyiş tarzıyla anlatıyor hikâyelerini.
Sesinin sınırlarını zorlamıyor dedik ama bu kez de ruhunun sınırlarını zorluyor, Teoman. İnsanın defalarca okuduğu bir romanda her yaş dönümünde yeni tatlara, yeni keşiflere yelken açması gibi kendi şarkılarına 50 yaşının olgunluğuyla yeniden bakıyor, dinleyene de yeni bir duyuş öneriyor. Yormayan düzenlemeler, en sert tonda bile naifliğini kaybetmeyen gitarlar, içe doğru akan, içe doğru coşan yaylılar, sözün önüne geçmeyen bir davul; 'önden buyurun' diyor sanki Teoman'ın vokaline bu albümde...
Teoman'a 'Koyu' albümü ile ilgili bir röportaj önerdiğimizde; "Şarkı sözlerinden konuşalım," dedi, biz de kabul ettik. "Nasıl olsa," dedik, "Şarkılardan hayata, hayattan şarkılara açılan bir koridordan geçip sohbeti koyulturuz." Öyle de oldu...
'Koyu' lafı, kavramı albümün her yerine sızmış. Hem sizin demlenmiş vokalinize hem düzenlemelere… Vokaliniz de, düzenlemeler de fikir açan, içte yolculuklar yaptıran bir derinliğe sahip. Hatta 'saykodelik' diyebileceğimiz yapılar var. 'Koyu' teması bütün bu söylediklerim ekseninde ne ifade ediyor, hayatınızın bu dönemi ve bu albümümünüz için?
Bu albümü, sanki uzun bir hikâyeyi anlatmak için yaptım. Saydım, 23 yıl boyunca yaptığım şarkıların arasından seçmişim bu şarkıları. Aslında ben 100'e yakın şarkı yaptım ama seçtiğim bu şarkılar birbirini tamamlayan şarkılar. Bir bütün olarak dinlenebilecek gibiler. İçeriklerine baktığınızda koyu şarkılar bunlar. Bahsettiğiniz 'saykodelik' sound'unu da içerikle bir bütün olsunlar diye ekibimle beraber özellikle seçtik. Bu sound ayrıca, benim şu dönemimde en çok sevdiğim sound. Kendimle ilgili her beğenimi bütünlemek istedim. En çok beğendiğim şarkılar, en çok beğendiğim sound'la birleşsinler diye. 'Koyu' teması buradan geliyor.
Bir anlamda kendinizi cover'ladınız bu albümde. Bu nasıl bir his? Nasıl karar verdiniz; yeniden, yeni bir bakışla, duyuşla söyleyeceğiniz şarkılara? Ve şarkılarınıza yeni bir yorum, yeni bir duyuş, bakış getirmek nasıl bir süreçti sizin için?
Kendimi cover'lamam -bazı müzik yazarları kendi tribute albümümü yaptığımı söylemiş, ki düşününce doğru galiba- benim açımdan çok tatmin edici oldu. Zaman geçince insanın zevkleri de değişiyor. 1993 yılında yazdığım bir şarkıyı kumaş olarak değerlendirirsek, aynı kumaşı farklı bir zevkle tekrardan dikip yeni bir elbise yaratmış gibi hissediyorum.
Kendini cover'lamak fikri günlük hayatta bir yerlere oturabilir mi? Sonuçta biz aynı biziz. Değişsek de, gelişsek de… İnsan günlük hayatta da kendini cover'lar mı? Davranışıyla, yaşayışıyla? Hayatımız hep aynı devam etse, bir anlamda kendi kendimizin karikatürü oluyoruz, ama kendimizi cover'lamak sanki daha farklı hayatta… Ne dersiniz?
Şu sıralar bahsettiğiniz şeyi düşünüyorum sık sık. Kendimi yenilemek, değiştirmek, bakış açımı farklılaştırmak peşindeyim. Eski perspektifim bana eski tatminimi vermiyor çünkü. Madem öyle, insan kendini değiştirmenin peşine düşmeli.
SAHİP OLMA TUZAĞI
'Tuzak' şarkınızda sahip olma duygusunun tuzaklarından bahsediyorsunuz. Bizim sandığımız pek çok şey aslında tuzak mı? Ev, otomobil, eş, çoluk çocuk ve pek çok şey… İnsanın her şeyin sahibi olduğunu düşünmesinin nasıl handikapları var? Sahip olduğumuzu sandıklarımız bize mi sahip oluyor bir süre sonra?
'Sahip olmak ve olmamak' meselesinin açmazları var. Sahip olmadığınızda tutunacak dallardan da yoksun bırakıyorsunuz kendinizi. Sahip olduğunuzda da, özgürlüğünüz elinizden gidiyor. Bir buzdolabı taksidi bile sizin yaşamınıza etki edebiliyor. Bu konudaki ikilemleri çözebilen insanları gözlemliyorum. Pozitif perspektiflere sahip, hayatı hafife alan insanlar bunlar. Benim de kıskandığım insanlar. 'Tuzak' kavramına benim kadar negatif yaklaşmıyorlar, hayatın zevkini çıkarıyorlar. Onları beğeniyorum.
Yalnızlık teması da şarkılarınızda özel bir yer tutuyor. Tek çocuk olduğunuzu biliyoruz. Yalnızlık duygusunu, özellikle size göre yalnızlık kavramını nasıl tarif edersiniz? Şarkınızdaki gibi "Her şey yalnızlıktan mı?" Nasıl?
Yalnızlık teması benim hayatımı gerçekten çok etkiledi. Belki de biraz ürkek yetiştirildik ve insanlardan korkmak, kaçmak üzerine şartladık kendimizi. Dünyanın tehlikelerle dolu olduğunu ve okuduğumuz, öğrendiğimiz şeylerden insanların kötülüklerinin sınırsız oluşunu bilmek bizleri korkuttu, içe döndük. Bu bir tür korkaklık aynı zamanda. Ben öyle hissetsem de, o hislerin -hissettiğim ölçüde- doğru olduğunu düşünmüyorum. Daha nötr bakmalı hayata.
ÖLÜMDEN ÖDÜM KOPAR
Ölüm teması (Güzel bir gün ölmek için… vb.), şarkılarınızda sık geçiyor. Hep son sözünü söyleyip gitmeye, ortadan kaybolmaya meyyal bir adamın sözleri bazı sözleriniz. İçsel bir alınganlık, demli bir yorgunluk var sanki. Nedir bunun sebebi?
Gelecekten korku. Kendimi didiklediğimde, bir sürü şikâyetimin altında o korkuyu buldum ben. Gelecekte neler olacağının belirsizliği, bizleri büyük üzüntülerin beklediği hissi, canımızın çok sıkılacağı fikri filan beni korkutuyormuş çok. Yoksa, 'ölüm' temasını çok kullanmama rağmen, ölümden ödüm kopar benim.
"Eminim tanrı var bugün," diyorsunuz 'Bugün'de… Hangi anlar sizde bu kesinlik duygusuna vesile oluyor?
Tanrı konusunda başkalarıyla konuşmayı çok sevmem. Hemen rasyonel argümanlar girer işin içine ve inanç meselesinin konuşulacağı bir alan değildir o alan. Bu konunun, insanın kendi içinde çözmesi ve karara varması gereken bir şey olduğunu düşünürüm. Ama çocukluktan beridir konuştuğum biridir, Tanrı ve özellikle çok kötü zamanlarımda ona ihtiyaç duyarım. Yapayalnız bir dünyada O'na ihtiyacım var benim. Ama başta da belirttiğim gibi, kimseyle bu konuda tartışmam. Herkesin yolu kendine.
Modern hayatın getirdiği yalnızlık, tamamlanma duygusunu hep başka insanlarda, şarkılarınızda sık geçen kelimeyle 'başka vücutlar'da arama hissiyatı bir yorgunluk ve hayal kırıklığı getiriyor mu günümüz şehirli insanı için?
Ben sorumsuz, 'light' tabir edilen ilişkilerin eninde sonunda boşluk duygusunu getirdiğini biliyorum. Ama çözümü de bilmiyorum, tersi ilişkileri öneremem. Yine de etrafımdaki güzel ve uzun örneklere baktığımda, uzun yıllara dayanan sevgi ve saygılı ilişkiler görüyorum. Bu noktada, insanların nasıl kişiler olduğu daha önemli oluyor.
Kendini unutmak, kaybolmak, her anlamda sarhoş olmak, varoluş ağırlığından kurtulmak hissi var sözlerinizde… İnsan olmak, varoluş nasıl bir ağırlık ve sorumluluk sizde ve bu müziğinize nasıl yansıyor?
Yukarıdaki bazı cevaplarımdan anlamışsınızdır; ben, çekingen ve içe kapanık yetiştim/yetiştirildim. Bu gereğinden fazla içe dönüklük, dünyayla gerçekçi ilişkiler kurmanızı engelleyebiliyor. Sadece kendim için konuşmuyorum, birçok kişi tanıyorum bana benzeyen. Sürekli kafanız karışık oluyor ve fikirleriniz, duygularınız da değişip duruyor. Bir hedef koyuyorsunuz, ulaşıyorsunuz, tatmin olmadığınızı hissedince moraliniz daha da bozuluyor. Başka bir tarafa bakmak, yeni bir perspektif kurmaya çalışmak zorunda kalıyorsunuz. Geçen yıllarla beraber de, eski hislerinizi kaybettiğinizi görüyorsunuz. Hem hayatımızı değiştirmek istiyoruz hem de neyi istediğimizden pek emin değiliz. Bu işten aşırı drama yapmadan kurtulmanın yolu; kabullenmek. Hayat, öyle de, böyle de; geçecek. İş, bize kalıyor.
"Dikkat et sadığımdır, sadece kendime" diyor şarkınız… Kendinize sadık mısınız? Kendinize verdiğinizi sözler olur mu, onları tutar mısınız? Ezcümle, nedir insanın kendine sadık olması?
'Kendine sadakat', çetrefilli bir konu, biz de değişip duruyoruz çünkü. Sorunuza gelirsek, kendime verdiğim sözleri pek fazla tutamıyorum, fikirlerim başkalaşıyor hep. Ama yine de planlar yapmaktan, geleceği düşünmekten vazgeçmiyorum. Diğer türlü hayata bağlanamıyor insan.
İSTANBUL'A BAĞLIYIM
İstanbul teması da şarkılarınızda geçiyor sık sık. İstanbul hayatınızın farklı dönemlerinde sizin için ne ifade etti, şu anda ne ifade ediyor?
İstanbul'u kendimi bildim bileli çok sevdim. Ama insan İstanbul deyince, hep aynı şeyi anlamıyor tabii ki. Ben, İstanbul dediğimde; evimi, sevdiğim kişileri, sevdiğim yerleri düşünüyorum. Yoksa keşmekeşinden, sinirleri gitgide bozulan insanlarından, trafikteki büyük problemlerden şikâyetçiyim tabii ki. Yine de, "Artık İstanbul'a dayanamıyorum," diyenlerden değilim. Burada kendimi evimde hissediyorum, çünkü başka yerde yabancıyım. Buraya bağlıyım.
Bu kez direkt sizin sözünüzle soralım; "Bir şey sevmeye değerse ölmeye de değir mi?" Hayatta 'ölümüne' bağlı olduğunuz şeyler, insanlar var mı?
Çocuğunuz olduğunda, hayat prensipleri, bakış açısı tepetaklak oluyor. Ben şu anda kendimi düşündüğümde, en önemli işimin 'babalık' olduğunu biliyorum. Günü geçirmek için yaptığım her şey, aslında hayatı doldurmak ve can sıkıntısından kaçmak adına. 'Ölmeye değer' meselesini daha pozitif bir hale getirirsek; sorumluluklarımız bizim hayatımızı yaşamaya değer kılıyor.
Zihninizi açan, ilham veren, şarkı sözlerinize bile çaktırmadan karışan, yön veren şairleriniz kimler? Şarkı yazarlığıyla şairlik arasında nasıl bir bağ var?
Ben şairleri, şiiri çok takdir eden biriyim. Bütün hayatlarını, maddi karşılığını önemsemeden şiir gibi bir edebi dala adayan insanları çok beğenirim. Edebiyatçılar -sadece şairler de değil yani- beni çocukluğumdan beri çok etkiler. Şarkı yazarlığı şiirle karşılaştırıldığında, onun kadar sanat piramidinde yukarıda değil bana göre. Ama ben yine de şarkı yazarlığımda, o çok takdir ettiğim edebiyat gibi majör bir alana mümkün olduğunca yaklaşmak istedim.
'Yalnız Kalpler', rumuzla sevgili bulmaya çalışan birini anlatıyor. Olmayan sevgili, hayaldeki sevgili... Bugün sosyal medya bu işlevi görüyor. İlişmeden ilişki, hayalde yaratılan kişiler… Kendimizi bile sosyal medyada yeniden şekillendirip yeniden yaratıyor orada. Olduğumuzla olmak istediğimiz arasında bir yerde… Olduğumuzla olmak istediğimiz gerilimi şehir hayatına, günlük hayata, 'aşk meşk' dahil her tür ilişkiye nasıl yansıyor?
Bu konu benim çok kafamı karıştırıyor, büyük değişikliklerin farkındayım ama tam da çözemiyorum. Bir analiz yapmayayım şimdi ama benim çok dikkatimi çeken bir şeyi dile getireyim sadece. Sosyal medyanın olmadığı zamanlarda yetişen biri olarak, kendimizi daha uzun koşullarda var ederdik. Yavaş olurdu her şey, uğraşırdık onun için. Şimdi bir sosyal medya hesabı ve iyi bir PR çalışması kişinin kendisini var etmesini çok kolaylaştırdı. Sizin bir şey olmanıza gerek kalmadı, hesabınız iyi yönetiliyorsa 'ünlü' olabilirsiniz hemen. Ünlü olacak bir konunuzun da olması gerekmiyor. 'Ünlü olduğu için ünlü'ler var artık. Ve hayatta 'ünlü olmak', en önemli şey oldu. Konu önemli değil.
Şarkınızdaki gibi soralım: Alkol hâlâ hayatınızda 'yaşam destek ünitesi' gibi mi? Zaman içinde alkol üzerine düşündünüz mü? Sizin için alkol, bir müzisyen, bir şarkı yazarı olarak ne ifade ediyor? Dün ve bugün bu konuda fikirlerinizde, bakışınızda değişiklikler oldu mu?
Alkol eskiden beri hayatımdaydı. Yaşam tarzımın bir yan ürünüydü; müzisyendim, gece hayatı benim gerçek dünyamı anlatıyordu. İçki de bunun tamamlayıcısı gibiydi. Bir konuyu açıklamak isterim, ben alkolün avukatı değilim; zira insana fiziksel olarak da, psikolojik olarak da büyük zararları olduğunu düşünüyorum.
KÖTÜLÜK ARTIK AYIP DEĞİL
"Terlemeden ayaküstü sevişmek, acıkmadan yemek," gibi sözleriniz var… Yaşadığımız, modern doyumsuzluk çağı mı?
Modern topluma yönelik değil bu krizler, her yerde var. Belki de bu krizler dediğimiz şey, insanlık durumudur. Çünkü binlerce yıllık eserlerde de görüyoruz aynı problemleri. Ben şarkıma döneyim; etrafımdaki hissizlik beni rahatsız eden, o dizeleri yazdıran. Sanki insanlar gittikçe daha da hissizleşiyor, kötüleşiyorlarmış gibi geliyor bana. Kötülük 'norm' olarak kabul edilmeye başlandı. Artık neredeyse 'ayıp' bile değil.
"Bir gün gelir de dünya tertemiz olursa/ İsyan etmem bundan sonra" diyorsunuz. Aradığınız, olmak istediğiniz âlem neresi? Öyle bir yer var mı? Olması için Tanrı'ya yalvardığınız hayalleriniz var mı hâlâ?
Ben o şarkıları eski hislerime gönderme yaparak yazmıştım. Dünyanın daha iyi bir yer olacağına dair umutlarımın olduğu zamanlarda… Dünyanın daha iyi bir yer filan olacağı yokmuş meğer, bu yüzden umutlarımızı kendi iç dünyamıza yönlendirmekte fayda var. Tanrıya yalvaracağımız şey, kendi iç dünyamızı huzura kavuşturmak olmalı bundan sonra. Çünkü dünya çok büyük bir kritik eşikte. İyi gözükmüyor sonu.
"Hücremdeyim, cezam müebbet" diyorsunuz… Bile isteye kendinizi kendi iç dünyanıza kilitlemiş gibi bir haliniz var. Orada olmaktan mı besleniyorsunuz? Bu gönüllü bir müebbet mi?
Hayır, benim istediğim bir yer değil; o, yalnızlık yeri. Bir de o şarkıyı, sadece kendi duygularım adına yazmadım. Birçok arkadaşımda, dostumda da gördüğüm bir şeydi bu. Hepimiz hayatlarımızı farklılaştırmanın, değiştirmenin peşindeydik, hâlâ da sürekli ona uğraşıyoruz. Birbirimizle gelecekte neler yapsak diye muhabbetler ediyoruz. Fakat pek de değiştiremiyoruz kendimizi. Sürekli aynı hayatı yaşamanın verdiği bir iç sıkıntısı da eşlik ediyor buna.
Albümün nispeten en neşeli, en huzurlu şarkısı 'Mavi'. Fakat onda da hüzünlü bir huzur var. Geçmişe, kayıplara duyulan özlem var… Geçmişle aranız nasıl, bugününüze nasıl yansıyor?
Ben geçmişe çok bağlı biriyim. Arkadaşlarımızla da toplanıp sürekli geçmişimizden bahsediyoruz zaten. 'Şu an', ilgimizi pek çekmiyor. Hatta biri geçenlerde; "İnsanın sadece anıları var, başka da bir şey yok." dedi. Hakikaten de, lisede, üniversitede filan yaşadığımız o komik ergen hikâyelerimizi seviyoruz biz. 'Şu an' sıkıcı geliyor.
KAFAMA GÖRE BİR OTOBİYOGRAFİ
Yakın dönemde bir kitabınız yayımlanacak… Neleri konu alıyor?
Genel bir açıklama yapayım; parçalı bir otobiyografi gibi düşünün. Kendini ciddiye almayan bir otobiyografi biçimi bu. Geçmişime, şimdiki yaşımla ve çok daha pozitif bir bakış açısıyla bakarak yazdım bu kitabı. Atlamalı hikâyeler var, pek de önemli bir şey olmuyor kitapta. Sonuçta, çocuksu bir rüyanın gerçekleşme hikâyesi. Benimle ilgilenen insanlar hem bana dair birazcık bilgi alsın hem de eğlensinler istedim. Kitabın arkasına da son 20 yılda yaptığım röportajlardan minik alıntılar ekledim.
"Acelen ne/Olacaklar olacak" diyorsunuz. Bu bakışa, bu olgunluğa gelmek için hangi yollardan yürüdünüz, nerelerden geçtiniz? Olacaklar oluyor mu hep?
'Ayna' şarkımdan almışsınız o bölümü. Ben insanın bunalım dönemlerinde ayakta kalmasına dair yazmıştım o şarkıyı. Çünkü hayat bazen bizleri kendinden çok bıktırıyor ve biz de kendimize zarar vermeye başlıyoruz. Ayrıca geleceğe dair korkular, endişeler de, bizi bu yanlış yollara itiyor. Şarkının son bölümlerinde, fikrimi söylüyorum zaten; "Yaşa! Seni sevenler var burada/ Yaşa! Sevdiklerin var burada hâlâ"