Fatih Terim ve üç bölgeli oyun!
Danimarka maçının bir hazırlık maçı olduğunu sanırım Fatih Terim unuttu; çünkü hazırlık maçları pragmatik ve işlevci maçlar değil, daha çok deneyseldir.
- Spor
- Perşembe 10:29 | 04 Eylül 2014
Yeni bir fikrin icrası ya da rakip analizinden elde edilen bir sonucun uygulamalı olarak test edilmesi amacına yöneliktir. Aslında bu ülkede futbol aklı en az sorgulanan bir otorite olarak Fatih Terim'den beklenilende bu olmalıydı. Oysa hiç öyle bir görüntü çizilmedi Danimarka maçında.
Fatih Terim maça artık tedavülden kalkma zamanı çoktan gelmiş olan öç bölgeli klasik dizilişiyle başladı. Stratejik mevzilenmeniz buysa, topla ilişkiniz en başından arızalı hale gelir. Çünkü üç bölgeli oyun, topun olduğu bölgede ''yoğunlaşmayı'' güçleştirir. Oyuncu, oyunun talepleri ile kendi görevleri arasında sıkışır kalır.
Defans, orta saha ve hücum hattı arasında sınırlar çizen bu anlayış, doğal olarak oyun inisiyatifini rakibe bırakır. Maç, ''topun rakipte olma haline'' dönüşür ve oyuncular oynama arzularını yitirip rakibin ense traşı konusunda jüri üyeliğine terfi eder.
Özgün bir oyun oynamak yerine bütün gücüyle rakipten top çalma telaşına düşen oyuncu gurubu sadece demoralize olmaz, aynı zamanda maç ''kondisyonunun'' büyük bir bölümünü tüketmek zorunda kalır.
Danimarka maçının görünür en belirgin özelliği, Ulusal takımın açılış paslarından yoksun olduğuydu. Söz gelimi Gökhan gönül ile Burak Yılmaz arasındaki bağlantı için, yani topun bir ilişki sistematiği içinde Gökhan'dan Burak'a aktarılması için ''özgün yapı ve örüntüler'' öngörülmediği o kadar açıktı ki, kaleci Onur Kıvrak, her topa uzun vurmak zorunda kaldı.
Sol savunmacı ile sol hücumcu arasındaki ilişki neredeyse ''elverişli tesadüflere'' terk edilmişti. Sol çizgi hattında pozisyonun gereği olarak da üç oyuncu ve dört pasa şahit olamadık. Büyük çabalarla korner çizgisine taşınan toplar yine hedef gözetmeden ortaya kesildi.
Bu maçta gördüğümüz bütün sorunların oyuncuların yetenekleriyle bir ilgisi yoktu. Son tahlilde oyuncu, oynayan bir aktör değil, eyleyen bir ögedir. Eğer ona bir eyleme yol haritası çizilmemişse, ortaya çıkan sonuçtan onu sorumlu tutmak yanlış olur.
Yıl 2014 ve Fatih Terim futbol oyunu adına bize bir ''teklif'' de bulunmuyor. Geleneksel Türk tipi futbol oynama pratiğinde ısrar ediyor. Oyunu akli bir faaliyet değil, bedensel bir çaba olarak idrak ediyor.
Danimarka maçının 2-1 skorla kazanılmış olması hiç kimseyi aldatmasın. Bu maç 5-0 olarak kazanılmış olsaydı bile benim fikrim değişmezdi. Çünkü bu oyun anlayışından kendi gölgenle savaşmaktan başka da bir sonuç çıkmaz.
Özetle; Fatih Terim, üç bölgeli, geniş alanlı ve görevlendirmelerle sıkı sıkıya zincirlenmiş köhne bir oyunda ısrar ediyor. En trajik olanı da geniş alan oyununu hem üç bölgeli oynamak hem de örgülü gol atma planından yoksun olmaktır.
Türk futbolunun daha radikal, daha reformcu bir anlayışa ihtiyacı var. Oyunu başat yapan ve ''oyunun içinden skor arayan'' bir anlayışa ekmek su kadar ihtiyaç var. Ancak bir oyun inşa ederek adı top olan nesnenin üstünde bir egemenlik ve iktidar inşa edebilirsiniz.
Oyun; topla ilişkinizi bir şebekeye dönüştürmektir. Oyun, top için çeteleşmektir. Oyun, topun özgürlüğüne son vermek amacıyla örgüt kurmaktır. Bunun için Amerika'nın yeniden keşfedilmesine gerek yok, Avrupa katısıyla azıcık bakışmak yeterli.
Eğer sizi, kendi çıkarımı düşünmemin gerçekten sizin yararınıza olduğu konusunda ikna etmem gerekiyorsa bunu ancak kendi çıkarımı daha az gözeterek başarabilirim. Eğer benim çıkarlarım, gelişebilmek için sizin çıkarlarınızı dikkate almak zorunda ise, bu koşullarda çıkarlarımın sizin gereksinimleriniz temelinde yeniden tanımlanması gerekecek ve böylece çıkarlarımın salt kendi kendisiyle özdeşliği sona erecektir.
Fakat bu arada, sizin çıkarlarınız da, artık ancak benim çıkarlarımın genel matrisi içerisinde gözetlenebilir bir şekilde yeniden düzenlenmiş olduklarından kendi kendileriyle özdeşliklerini yitirmiş olacak. Bu sürecin en öğretici örneklerinden birisi hiç kuşku yok ki, futbol oyunudur.
Futbol oyununun basitçe bir top tepme eylemi olmadığı anlaşılır hale gelirse, herkesi birleştirecek bir ''oyun ve onun inşasına'' ihtiyaç olduğu apaçık ortaya çıkar. Çünkü oyun her şeyden önce bütün taraflara birliği dayatır.
Bir futbol 'dilencisi'' olarak önceliğimin skordan çok ve kesinlikle güzel oyunun olduğunu, bilmem, uzun uzadıya anlatmalı mıyım? Şu kadarının altını çizip geçiyorum. Skor hiçbir şeyi garanti etmez ama güzel oyunun her zaman skoru garanti etme ihtimali var.