Neden vintage?

Fark edelim ya da etmeyelim; 'vintage' veya 'retro' etki bizi hemen kendisine çekiyor. Peki, eski dönemler neden bu kadar hoşumuza gidiyor?

Yazı: Özge DİNÇ

Esquire The Big Black Book'un editörü Serhat Şengül, "Özge, vintage konusunu sen yazarsın diye düşündüm," dediğinde "Neden eskiyi çağrıştıran konularda aklına hep ben geliyorum, Serhat?" diye çıkıştım. Ama içten içte niye aklına geldiğimi de biliyordum: 60'lara ait kurmalı bir saat takan; eski kitaplara, kalemlere, filmlere, müziklere düşkün birisinin çok da uzak olduğu bir konu değildi, vintage. Ama yalnızca benim mi, aslında neredeyse bütün dünyanın yakınlaştığı bir akımdı artık. Zaten yazının konusu da bu olmalıydı: Vintage, çevremizi nasıl ve ne yollarla bu kadar sardı ve neden ona bu kadar izin verdik?

Mutlaka sizin de ilginizi çekmiştir; gittiğimiz konsept kafeler ve üçüncü dalga kahveciler fi kren yeni olabilir ama büyük çoğunluğu retro tasarımlı afi şler kullanıyor, web sitelerinde retro izler kullanmayı tercih ediyor. Yeni bir eşyanın yanına mutlaka 60'lı, 70'li yılların en meşhur sandalyeleri, daktiloları ve eski sandıklar iliştiriliyor. Volkswagen'in kaplumbağasına, hippi otobüsü T2'ye hâlâ bayılıyor, özel günlerde onları kiralıyor; nerede görsek yanlarında fotoğraf çekiliyoruz. 'Hippi'den doğan 'hipster' en sık kullandığımız tanımlamalardan biri. Eski stil, elle tabela yapan bir genç görmek bizi şaşırtmıyor. Eskilerdeki gibi 'el yapımı' en sihirli isim tamlaması bizim için. Pin-up kızları her yerde: En ünlüleri de Katy Perry! Dita von Teese, her zaman 40'lı yıllardan fırlamış gibi giyiniyor. Yani kaynağını geçmişte bir döneme dayandıran hiçbir şey başarısız olmuyor gibi. Yerli ve yabancı müzisyenlerin son yıllarda sürekli adaptasyon (cover) yapmaları, bizde en ünlü şarkıcıların bile yeni albümler yapmak yerine eski şarkılarından birer saygı albümü çıkarmayı seçmesi tesadüf olabilir mi?

Vintage düşkünlüğünü en çok gördüğümüz yer, elbette sinema ve TV dünyası. 'Muhteşem Gatsby'yi sevmemizin en büyük nedeni, Fitzgerald'ın ilgimizin hiç azalmayacağı hikâyesi şüphesiz; ama filmi sevmemizde giysilerden yaşama 'caz çağı'nın yeniden canlandırılmasının hiç etkisi yok muydu? Keira Knightley nerdeyse bütün hayatını klasik dönem filmlerinden kazanıyor. Belki çok da gerekmediği halde 'Carol'da 50'li yılların kıyafetleri ve makyajıyla görülen Cate Blanchett ve 'Jackie'deki Natalie Portman hepimizin gözüne hoş görünüyor, filmi dikkatimizi çekiyor; yine 60'lı yıllarda New York'un en prestijli reklam ajanslarından birinde yaşananları anlatan 'Mad Men' dizisi dönem giysileriyle bütün moda dergilerini süslüyor, hatta dünyaca ünlü vintage butiklerine göre vintage giysi tutkusunu da artırıyor. Eski filmlere gönderme yapan yeni filmler gişe rekorları kırıyor. Filmlerde dönem giysileri kullanılmasa bile onların doygun, sıcak, sepya renklerinin arttığını görmek mümkün. En sevilen fotoğraf filtreleri, eskiyi hatırlatanlar. Hatta ünlü fotoğraf filtreleme uygulamasının adı bile 'Retrica'. Nokia, 3310'u yeniden üretirken adına 'retro' diyor, en sevilen fotoğraf makinesi markalarından Leica, 'retro' modellerini piyasaya sunuyor. Umarım abarttığımı düşünmezsiniz: Nobel Edebiyat Ödülü'nün de çağdaş yazarlardan biri yerine Beat Kuşağı'nın en büyük temsilcisi Bob Dylan'a verilmesinin özünde bile bu 'geçmişi arama, en değerlinin geçmişteki olduğunu düşünme' meselesine rastlanabiliyor.

Saat ve kalem endüstrisinde de durum aynı: Denebilir ki son beş senedir İsviçreli lüks saat markalarının en sık yaptıkları saatler, eski kült saatlerinin günümüz mekanizmasıyla yeniden üretimi. Basın bültenlerinde mutlaka "1958'de üretilen efsanevi modelle tamamen aynı görünümde, dönemin anlayışına göre üretildi." cümlesi geçiyor. Saat ve kalemlerde en sık görülen isim 'Heritage'. İlgi görülüyor ki üretilmeye, gazete ve dergilerde de sayfa sayfa yazılmaya devam ediyor. Onlara kayıtsız kalamıyoruz. Bizim özelimizde de durum aynı: Ayfer Tunç'un en çok satan kitabının 70'leri anlatan Bir Mâniniz Yoksa Annemler Size Gelecek olması, 80'ler ve ardından çıkan 90'larla ilgili kitapların çoksatanlar listesinde haftalarca kalması ve 'Seksenler' dizisinin sezonlarca sürmesi (ya da böyle bir dizi yapmaya ihtiyaç duyulması) eskilere yeniden dönmek konusunda dünya genelinden çok da farklı düşünmediğimizi kanıtlıyor.

50'lerin mobilyalarını anlattığı Mid-Century Modern: Furniture of the 1950s adlı kitabı kaleme alan ve çoksatanlar listesine giren Cara Greenberg, kitabın girişinde çok doğru bir tespitte bulunuyor: "Bazılarımız seviyor bazılarımız umursamıyor; ama hiç kimse 50'lerin geri döndüğünü inkâr edemez!" Kişisel olarak da geçmişe dönmek istediğimiz konusuna ikna olduktan sonra artık akla asıl merak etmemiz gereken soru geliyor: Geçmiş bize ne vadediyor da ondan çıkıp bugüne dönmek istemiyoruz ya da bugünden mutlaka çıkıp ona gitmek istiyoruz?

Vintage'la ilgili yazan biri blogunda bu soruyu şöyle yanıtlıyor: "Çünkü, o yılların ikonlarına erişerek aslında o yılların duygularına erişmek istiyoruz." Benim ve akranlarımın 90'lı yılların ikonik eşyasına, müzisyenlerine (Bildiğiniz gibi, 90'lar bir pop yıldız dönemiydi.), programlarına büyük ilgi duymamızın arkasında da bu var: Eski, güzel yıllarımıza duygusal olarak erişmek, onları hatırlayarak mutlu olmak ve bu duyguyu dönemdaşlarımızla paylaşarak artırmak isteği. Bu istek, hepimizde olduğu için listeler yapan çok popüler içerik websitelerinde de her gün geçmişe ilişkin birkaç başlık atılıyor.

Geçmişe ilgi duymamızın ardındaki ikinci sebep ise belki de en önemlisi: Muhtemelen yaşadığımız dönemden memnun değiliz ve geçmiş, mutlu olmak konusunda bize kolaylık sağlıyor. Bir hap ya da içinde haz duygusunu artıran maddeler olan hızlı tüketim abur cuburları gibi: Eskiyi kat ki haz duyayım. 50'lerde başlayan ve 60'larda zirveye ulaşan verimli sanat, moda hareketleri ve filmlerinin başına 'Yeni' eklenmesi, en özgür hareketin çiçekli kıyafetlerle anılması; savaş yıllarından kaçmak ve eskiyi hiç hatırlatmayacak yeni bir dünya inşa etmek içindi. Onlar geleceğe ve geleceğin getirebileceği umuda sığınıyor, bunun için de elini taşın altına koymayı tercih ediyordu. Bugün ise, hâlâ devam eden 'belirsiz şimdi'den çıkmak için elimizde ancak 'geçmiş' çözümü var.

Bir çelişki: Bir yandan yeni medya araçlarıyla dünyanın her yerinden haberdar oluyor ve kültürel çeşitliliği aracısız bulabiliyorken bir yandan da daha muhafazakâr liderlerle daha kapalı kültürlerden oluşan bir dünyaya dönüşüyoruz. Savaşlar, savaş ihtimalleri aklımızdan hiç çıkmıyor. Buna 2000'li yıllardan bu yana yaşanan ekonomik krizleri ve kapitalizmin katı kurallarını da eklerseniz tüketimin daha az olduğu, çok harcamak ve çok hırslı olmak zorunda olmadığımız 'eski günlerin' bize bir kurtarıcı gibi gelmesi de belki çok tuhaf karşılanmamalı. Eskinin süper kahraman etkisinde, onu günahı ve sevabıyla değil, eskiyi hatırladığımız her anımızdaki gibi 'sadece iyi' hatırlıyor olmamızın da büyük bir etkisi var.

Üçüncü sebep ise başta çok sarıldığımız; her sınıfın lükse erişebilmesini sağlayan (Örneğin artık Chanel giyemiyorsanız da Chanel parfüme erişebilirsiniz. Evinizde o logoyu görme ihtimaliniz eskisine oranla daha yüksek.) seri üretimin bize artık yetersiz gelmeye başlaması. Bunun için kendimce bir örneğim de var: Birkaç hafta önce bir kalem ustasında denediğim 1910 üretimi bir kalem öyle güzeldi ki bilmem kaç adet yeni ve değerli dolmakalemim olduğu halde "Şimdiye dek hiç dolmakalem kullanmamışım," demekten kendimi alamadım. Çünkü bugünkü hızlı ve çok üretim anlayışı, her şeyin elde yapıldığı, en kaliteli malzemenin tercih edildiği o günlerin ürünlerini üretmeye ve bulmamıza imkân vermiyordu. Bu sebeple eski kıyafetler bugünkünden daha kaliteli, parfümler daha kalıcı, kitaplar daha gösterişliydi. Çünkü 'kalite', o yıllarda kârın henüz önündeydi. Her şey 'herkes için' üretilmediğinden nadirdi, nadir olduğu için kaliteli ve pahalıydı o yıllarda. Düşünün ki, moda dünyası henüz polyester ve yapay ipekle tanışmamıştı bile. Biz ise vintage giysi, aksesuar ve eşyaya eriştiğimizde şimdiki lüksten daha ucuza, daha kaliteli ürünleri almış olduğumuzu fark etmiştik.

Yazımızın konusu 'güncel moda'da da durum farklı değil. 2000'den bu yana 'retro-vintage' akımına örnek oluşturabilecek öyle çok koleksiyona şahit olduk ki, medyanın en popüler konularından biri de "Vintage yeni trend mi?" başlığını taşır oldu. Çiçek deseni, puantiye, fosforlu renkler, bob kesimi saçlar her yerdeydi. Beatles dönemi İngiliz ayakkabıları, seri üretim yapan popüler markaların bile gözdesi haline geldi. Hatta yalnızca bir dönemi ele almakla yetinmez olduk; tam bir melez moda dönemindeydik: Bir yanda hippi modası bir yanda da caz çağının kruvaze takım elbiseleri…

Sözgelimi Gucci, İlkbahar-Yaz 2016 koleksiyonu ve kampanya fotoğrafl arında sarı camlı ve kemik çerçeveli gözlüklerden çiçek desenli takım elbise ve saç şekline dek retro bir tarz seçmişti. 2017'de de Marcelo Burlon, Gucci ve Prada, koleksiyonuna retro bir hava katmak için naylon ve parlak pantolonlar kullanmış; Robert Geller pop renkler ve volümlü saçlarla 80'lerin tarzını geri getirmişti. Birçok global markada retro etkisini, detayda ya da genelde, görür olduk. Yani bir yandan eski giysilere döndük bir yandan da eski yeniden üretilir oldu. Geçmişe dönmemizin ardındaki dördüncü sebep de bu: Geçmiş talebimiz, arzı getirdi. Arz da, çok tercih edildiği ve kâr edebildiği için 'retro'yu daha da köpürterek yeniden bize sunar hale geldi. "Seks, satar." gibi bir slogan üretmek mümkün: Geçmiş, satar.

Çok sık karşılaştığımız üç kavram iç içe geçer ve karışır oldu: En az yüzyıl önceki 'değerli' eşyaya 'antika', 1920'lerden günümüze üretilmiş ve üretildiği dönemin izini taşıyan eşyaya 'vintage' ve günümüzde üretilmesine rağmen belli bir dönemi yansıtmayı amaçlayan 'retro' bir arada kullanılıyor. İlk kez 1600'lerde kayıtlarda görülen ve Latince 'vinum'dan gelen (Aslında yıllanmış şarap anlamına geliyor.) 'vintage' ve torunu retro, gelecekte günümüzü tanımlamak için iki anahtar kelime haline bile gelebilir. Çünkü yalnızca tüketimde değil, günlük hayatımızda da retro var: Hindistan'da vintage düğünler yapılıyor, eski kitaplar aynı kapaklarla tıpkıbasım olarak yeniden üretiliyor, fotoğrafçılara göre önceden kimse 'eski' görünmek istemezken şimdi evlenenlerin %60'ı dönem fotoğrafları çektirmek istiyor.

Modadaki durum, geçmişe dönme arzumuzun beşinci sebebini de kapsıyor: Postmodernizmle birlikte büyük anlatılar yıkılıp bireysel kimliğin öne çıkmasıyla herkes kendisini özel hissedecek şekilde giyinmek ister oldu. Herkesin giydiğini giyersek kendimizi özel hissetmiyorduk. Ama her ne kadar arttıysa da eskilerdeki gibi sadece el yapımı ürünlerle yetinemezdik. Herkesin giydiği parçalar yerine özgün, kişisel tarzımızı bulmak önem kazandı. Bunun için de modern bir kombini vintage bir giysiyle tamamlayıp kişiselleştiriyorduk. "Anı yaşayın." mottosunun yaygınlığını, kadim mistik öğretileri yeniden üretme hevesimizi düşününce bugünde bulamadığımız şeyin bir fi kir, bir tarz olduğunu düşünmek ise çok mümkün.

Oysa milenyuma girerken umutlar başkaydı: Her yer fütüristik tasarımlarla donanmıştı. Kutsal filmimiz de 1999 yapımı 'Matrix'ti. Şimdi ise 'Cherbourg Şemsiyeleri' ve 'Singin' In The Rain' göndermeleri ve renkleriyle 'La La Land'. Geçmişin fikirleri, akımları, eserleri, ürünlerini hevesle tüketir ve yeniden üretirken ise aynanın karşısında sorabileceğimiz bir soru var: Ben yeni miyim?

Bu web sitesinde çerezler kullanılmaktadır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

"Tamam" ı tıklayarak, çerezlerin yerleştirilmesine izin vermektesiniz.