Keşif peşinde bir dâhi; Tom Ford
O olmasaydı, 90’lar modası bu kadar provokatif olabilir miydi? Ya da lüks rekabette yerini almasaydı… Tom Ford, dünya modasına yön veren dâhi tasarımcılardan biri olmakla kalmadı. Endüstriyi yeniden şekillendirdi de.
Yazı: Türkan DOĞAN
Tom Ford (56) ile aramdaki bağ, bir filmle; 'Tek Başına Bir Adam' (A Single Man) ile başladı. O gün sinemaya çok sevdiğim bir romanın uyarlamasını izlemek için gidecektim. Tasarımcı Tom Ford, 2009 yılında, Christopher Isherwood'un enfes romanı 'Tek Başına Bir Adam'ı sinemaya uyarlamıştı. Bu ilk yönetmenlik denemeseydi, ama ziyanı yoktu. Derdim Isherwood'un kelimelerinin salondaki yankılanmasıylaydı. Sonra başka bir şey oldu.
Tom Ford, döneminin yabancısı bir adamın; yaşadığı kaybın acısını çeken George Falconer'ın bir gününü ondan başka hiç kimsenin anlatamayacağı gibi anlatıyordu. Perdedeki hüzün, ışık, renk, kadraj, kostüm ve mekânla size de geçiyordu. Güzel kadınlar, yakışıklı erkekler, mükemmel oyunculuklar, enfes müzikler, akıp giden bir senaryo ve her şeyi bütünleyen bir estetik…
Eşcinsel bir İngiliz profesör olan George'un 16 yıl birlikte olduğu sevgilisi Jim'i bir trafik kazasında kaybettikten sonra girdiği bunalım, bir şiire ya da çok güzel bir tabloya benziyordu.
Aslına bakarsanız Tom Ford'un modadaki yolculuğunun takipçileri için bu başarı sürpriz değildi. Modanın provokatör dahisinin aksini yapması da düşünülemezdi. Bir film çekene kadar yaptığı her işin hakkını vermişti. Tasarımcı olduğu kadar, pazarlama uzmanı, model ve fotoğrafçıydı da. 2011 yılında Time Dergisi'nin 'En Etkili 100 Kişi' listesine girmekle pek ilgilenmeyip kâh öldüğü düşünülen bir markayı tekrar arzu nesnesine dönüştürüyor kâh kendine yeni bir yol çizip milyar dolarlık bir marka yaratıyordu. Tüm bunları yaparken merkeze hep kendini koyuyordu. (Narsist olduğunu söylemiş miydim?) Texas'ta başlayan bir hikâye önce Paris'e oradan da Milano'ya uzansa da Ford'un Texas'lı ruhu her şeye sirayet ediyordu.
İsterseniz gelin filmi biraz daha başa; hatta en başa saralım.
Ford'un hikâyesi 1961 yılında, Texas'ta başlar. Emlakçılık yapan bir çiftin o yaz, adını Thomas Carlyle Ford koyacakları çocukları doğar. Thomas, çocukluğunun büyük bir kısmını büyükbabası ve büyükannesinin yanında geçirir. Daha sonra bir röportajında en sevdiği çocukluk anısının havuz başında uzanmak olduğunu anlatacak ve çocukluk yıllarından itibaren sanata ve resme ilgi duyacaktır. "Görsellik ve tasarım çocukluktan beri hep ilgimi çekti," diyecektir. Gerçekten de öyledir.
Annesi ve babası akşam yemeği için dışarı çıkıp eve döndüklerinde salon mobilyalarının yeniden yerleştirildiğine defalarca tanık olurlar. Salon Tom'un ilk oyun alanıdır. Annesi ve büyükannesi ise erken çocukluk döneminin ilk rol modeli olur. Babaannesi stil sahibi bir kadındır ve her şeyinde bir Texas ruhu vardır. Otomobilinden mücevherine kadar hemen her şeyi dikkat çekici ve gösterişlidir. Ford, yıllar sonra bu gösterişli Texas ruhunu Gucci tasarımlarına da yansıtacaktır.
Ailesi New Mexico'daki Santa Fe'ye taşındığında Ford'un prestijli Santa Fe Koleji günleri başlar. 1979 yılında, Ford henüz 17'sindeyken sanat tarihi okuması için New York Üniversitesi'ne kaydı yaptırılır. Ancak, gece kulüplerinde çok fazla zaman geçirince bir yıl sonra Los Angeles'a taşınır ve televizyon reklamlarında oynamaya başlar. Birkaç yıl içinde New York'a geri döner ve Parsons School of Design'da mimarlık okur. Parsons'ın Paris'teki kampüsüne geçiş yaptığında ise mimarlık eğitimindeki birinci yılı dolmadan asıl istediği şeyin moda olduğuna karar verir. Yıllar sonra o günleri şöyle hatırlayacaktır: "Bir sabah kalktım ve düşündüm: 'Ne yapıyorum?' Mimarlık bunun yollarından sadece biriydi. Her yaptığım mimarlık projesi bir şekilde kıyafet tasarlamak gibiydi. Modanın benim için sanat ile alışveriş arasında bir yerde olduğunu anladım."
Ford 1985 yılında Parsons'tan mezun olduğunda spor giyim alanında tasarım yapan ve döneminin önde gelen tasarımcısı Cathy Hardwick'in peşine düşer. Bir ay boyunca Hardwick'in ofisini her gün arar. Hardwick, en sonunda telefonu açar ve sırf kurtulmak için telefonun ucundaki Ford'a sorar: "Ne kadar sürede buraya gelebilirsin?" Sadece iki dakika sonra Ford, Hardwick'in ofisindedir. Çünkü zaten Ford, tüm aramalarını lobiden yapıyordur. Hardwick, o günleri şöyle anlatacaktır: "Ona hiç umut vermedim. Ona en sevdiği Avrupalı tasarımcıyı sordum. 'Armani ve Chanel,' dedi. Birkaç ay sonra neden o cevabı verdiğini sorduğumda bana, 'Çünkü üzerinizde Armani vardı,' demişti. Bu tanışma, Ford'a iki yıl boyunca Hardwick'a tasarım asistanlığı yapmanın kapısını aralar.
1990 yılına geldiğinde ise Ford, kariyerindeki en önemli sıçrayışı yaşar. Ford, artık Milano'da, Gucci'nin kadın bölümünün tasarımcılarındandır. Yalnız bir sorun vardır. Gucci, ne trendleri yakalayabiliyordur ne de eski parlak günlerini yaşıyordur. Aranan taze kan Ford olur. 1992'de önce tasarım bölümünün başına; 94'de ise tüm kreatif bölümün başına getirilir. Ford, Gucci'nin imajını modernize eder ve ölmekte olan Gucci'y diriltir. Markanın retro görüntüsüne seksi bir hava katar. Spor giyim bölümünden gece kıyafetlerine kadar hemen her şeyi elden geçirir ve skalayı genişletir. Sonuç mucizevidir. Gucci küllerinden yeniden doğmuştur. 1995 yılında Madonna MTV Müzik Ödülleri'nde Ford'un tasarladığı korse tarzı bir gömleği giydiğinde Gucci'nin satışları %100 artar. Gömlek satışa çıktığı anda tükenir. Çünkü Ford, bu gömlekle dönemin kadınının kodlarını yeniden yazmıştır: Seksi, modern ve feminen. Ford adını artık tüm moda dünyası ezberlemiştir. Ford'un alamet-i farikası bunlarla sınırlı kalmaz. Ford, Gucci'nin 'seksi kırmızılar'ının yaratmak dışında; 'smokey-eye' makyajını podyumda ilk defa kullanan tasarımcı olur. Ford'un 10 yıllık Gucci macerasında markanın yıllık satışları 230 milyon dolardan 3 milyar dolara çıkar. Gucci'nin alt markası Yves Saint Laurent'ın başına getirildiğinde ise Ford, bir kez daha bir markayı daha yıldızlaştırır. Dört yıllık süre boyunca her iki marka için de tasarımlar yapar ve bu durum Ford'un dehası karşısında herkesin şapka çıkarmasına neden olur.
2004 yılında ise beklenmedik şeyler olur: Ford'un Gucci'deki hikâyesi sona erer. Ford, bu tatsız ayrılık için 10 milyon dolarlık bir tazminat alır. Ne yapsa olay olan Ford'un bu ayrılığı Financial Times'tan Wall Street Journal'a; New York Times'tan Le Monde'a kadar dünyanın tüm saygın gazetelerinde haber olur.
Gucci ile yollarını ayırdıktan sonra ise uzunca bir süre Ford için işler yolunda gitmez. Herkes onun ne yapacağını merakla beklerken o bir şey yapmak istemez. Bu depresif dönemini şöyle anlatacaktır: "Her zaman daha iyisini yapmaya çalıştım. Ancak aniden bir panik yaşadım. 'Peki ben kimim?' dediğim noktaya geldim." Ford bunları düşündükten üç ay sonra çalışmamaktan nefret ettiğini hatırlar ve kendi markasını kurmak için yola çıkar.
Ford yeni markası için kolları sıvarken üzerindeki muhteşem Gucci takım elbiseyle her an bir partide, seksi bir provokatör olarak parlamayı sürdürür. Tüm ortamların yıldızıdır. Tüm bu yıllar içinse aslında sahnede olmayı hiç istemediğini anlatır.
Ve beklenen haber gelir: Tom Ford, kendi markasını kurmuştur. Erkek giyim, gözlük ve bakım ürünleri, Ford'un yeni markasının segmentlerini oluşturur. Ford, bir kez daha provokatör kimliğini konuşturur. Ünlü dergi Vanity Fair'de, çıplak Scarlett Johansson ve Keira Knightley ile bizlere gülümser. Ford'un New York ve Milano'da kendi adıyla açtığı butiklerin sayısı birkaç yıl içerisinde 20'yi bulur.
Buraya kadar her şey normal. Moda dünyasının yıldız çocuğu istemeden küllerinden doğurduğu markalarından istemeden ayrılır ve kendisine yeni bir marka yaratır. Bahsettiğimiz tasarımcı, 90'lar kadınını yeniden tanımlayan adamdır. Ancak 2000'ler bitmek üzereyken bir planı daha vardır.
Ford, Christopher Isherwood'un romanı Tek Başına Bir Adam'ını henüz 20'lerinin başında, Los Angeles'ta bir reklamdan diğerine koşturup oyunculuk yaparken okur. Kitabın kahramanı George Falconer'ın acısı ve kederi onu yakalamıştır. Ve günün birinde Isherwood'un hüzünlü kahramanı George Falconer'ı ete kemiğe büründürecektir. Ford, hikâyeyi yazar, filmi yönetir ve filmin yapımcılığını da üstlenir. Ve ortaya her bakımdan bağımsız ve kişisel bir iş çıkar. Bir ilk filmin bu kadar iyi olması şaşırtıcıdır. Filmde, ünlü yönetmenler Pedro Almodóvar ve Wong Kar-wai'nin dehasına benzer bir ruh vardır. (Filmde Wong Kar-wai filmlerinin müziklerini yapan kompozör Shigeru Umebayashi ile çalışır.) Modern gay edebiyatının sinemaya uyarlamasının bu kadar iyi olması herkesi şaşırtır. Ford'un George Falconer'ı Isherwood'unkinden biraz daha sosyaldir ancak daha zarif giyinir ve detaylara önem verir. (Tabii ki Tom Ford giyiyordur.) O artık Ford'un George Falconer'ıdır. Tom Ford, bir röportajında şöyle der: "Hala güzel şeyleri sevmeye devam ediyorum. Filmde onlara bir perspektif kattım." Bir büyük alkış da Colin Firth ve Julianne Moore'e gider. Colin Firth, büyük bir şiirsellikle oynadığı George Falconer rolüyle Oscar'a aday olur ancak büyük ödülü BAFTA'da kazanır. 'Tek Başına Bir Adam' ile Bafta Ödülleri'nde 'en iyi erkek oyuncu' ödülü'nün sahibi olur. Artık herkesin kesin olarak bildiği bir şey vardır: Ford'un dehası modayla sınırlı değildir.
Ford, sanatın bir dalında daha rüştünü ispatladıktan sonra moda kariyerindeki yükselişini sürdürür. Parfümleri yok satar, gözlükleri çok beğenilir ve binlerce dolarlık Tom Ford markalı özel dikim takım elbiseler, erkekler için bir arzu nesnesine dönüşür. Dünyanın en hızlı ajanı James Bond bile tercihini Tom Ford'dan yana kullanmaya başlar. Tom Ford markası erkek dünyasının vazgeçilmezidir.
2001 yılında ise Ford, sessiz sedasız bir şekilde kadınlara bir sürpriz yapar. Bir gün, bir davetiye pek çok önemli editörün eline ulaşır. Davetiye Tom Ford'un Madison Avenue'deki butiğindeki bir kokteyli haber veriyordur. Ancak o akşam fotoğraf çekmek kesinlikle yasaktır. Hatta davetlilerden teminat için imza bile alınır. Davetliler o akşam Ford'un beklenmedik hamlesi karşısında şaşkına döner ve podyumda Ford'un ilham aldığı kadınları izlerler. Beyonce de Julianne Moore da podyumdadır. Ford, tıpkı Gucci'de yaptığını yapar ve kadın koleksiyonuyla artık kadınların da rüyalarını süsler. Tom Ford, 2000'li yıllarda da tıpkı 1990'larda olduğu gibi hep göz önünde oldu. 30 yıldır birlikte olduğu Vogue Hommes International'ın başındaki gazeteci Richard Buckley ile hayatını birleştirdi ve 2012 yılında taşıyıcı anne yardımıyla bir erkek çocuk sahibi oldu.
Geçtiğimiz yıl ise Ford bir sürpriz daha yaptı ve Austin Wright'ın Gece Hayvanları (Nocturnal Animals) isimli kitabını filme uyarladı. Ford, ikinci uzun metrajlı filminde bir kez daha Hollywood'un en parlak oyuncularını; Amy Adams ve Jake Gyllenhaal'ı bir araya getirdi. Eski kocasının kendisine adadığı romanı okurken geçmişiyle hesaplaşan bir kadının hikâyesini anlatan 'Gece Hayvanları', 'Tek Başına Bir Adam' kadar sarsıcı bir etki yaratmasa da Ford'un sanatsal dokunuşları filmi belirli bir eşiğe taşıdı. Sonuç: Ford, Altın Küre ödüllerinde En iyi Yönetmen ödülüne aday oldu.
Sayısız tasarım ödülü, yoktan yaratılan bir moda imparatorluğu ve daha ilk filmle izleyicisinin gönlünü çelen bir sinema kariyeri… Ford, yıllar boyunca hiç durmadı. Yeni koleksiyonlar yarattı, kendi markasının reklamlarında oynadı ve koleksiyonlarının fotoğraflarını yine kendisi çekti. Ancak herkes gibi Ford'un da mükemmel olmadığı zamanlar vardı. Örneğin 2012 yılındaki koleksiyonunun ardından gazeteler 'kâbus' başlıkları atmış; Ford, akabinde verdiği röportajda "Bu yaptığım en kötü koleksiyondu, haklılar," demişti. Ancak Gucci ile yolunu ayırdığı günde de kötü bir koleksiyon yaptığında da tekrar nasıl ayağa kalkacağını biliyordu.
Ford, bugün de tıpkı dünkü gibi yorulmak nedir bilmeden çalışmaya devam ediyor. Ancak Brad Pitt bile yaşlanmışken o mucizevi bir şekilde 56 yaşında olduğuna kimsenin inanmayacağı kadar genç görünüyor. Tenis oynuyor, pilates yapıyor ve bol bol yürüyor. Ona bakınca Tom Ford olmanın daima bir şey yaratmak, yeni bir şey inşa edip yükseltmek olduğunu anlıyoruz. En başa dönüp hep yeni bir hikâye yazmak; işte bu Ford'u var eden sır.