Sıfırlar ve birler

Sıfır da bir başlangıçtır, bir de... Les Benjamins’in yeni konsept mağazasının açılışı için İstanbul’a gelen Carrots ve Represent markalarının kurucuları ve elbette Bünyamin Aydın’la, dünya modasının gerçekte ne olduğunu konuştum.

Yazı Sıla GÜVEN
Fotoğraf Şeref YILMAZ
Soho House İstanbul otelde, tam ortasında dev bir ayna odanın daha bulunduğu Play Room adındaki odadayız. Büyük L tipi koltukta Les Benjamins markasının kurucusu Bünyamin Aydın, Los Angeleslı Carrots isimli markanın yaratıcısı Anwar Carrots ve Represent'in kurucuları Heaton Kardeşler'den George oturuyor. İçeri girdiğimde, sıcak mı yoksa soğuk mu olup olmadığını anlamadığım, aslında çok da uzak olmayan bir zamandan hatırladığım bir "Ah, hey... Selam..." kapabiliyorum ancak. Herkes telefonuyla ilgilenmeye devam ediyor.

"Zaman çok hızlı geçiyor," diye düşünüyorum... Zaman değiştikçe her şeyin anlamı değişiyor.

Yine de onları rahatsız edip, etraflarını kuşatan auralarından elimi içeri uzatıp, tokalaşmaya yelteniyorum. Elime bakmalarından ve şaşırmalarından anlıyorum ki sadece sakince bir "Hey, selam..." demem yeterli olurmuş aslında. "Acaba 'yeterli'nin yeni anlamı 'cool' mu?" diye soruyorum sonra kendime…

Karşımda son dönemin en etkileyici, en sinsi - iyi anlamda - trendini temsil eden, son derece zeki, 30 yaş altı üç genç adam var. İçinde bulunduğumuz oda, farklı bir şekilde adının hakkını veriyor ve 'oyuna' başlıyoruz: Yaratıcılık denen şey, zaman ve yer kavramları içerisinde nerededir? 10 yıl sonra ne yapıyor olacağımızı ise sormayın, bilmiyoruz. Ve inanın bu hiç, hem de hiç önemli değil!

Yaşadığımız bu zaman içinde insanın yaratıcılığı sahici tutması bana zormuş gibi geliyor. Siz ne düşünüyorsunuz merak ediyorum.

George Heaton: Kesinlikle. Yani markanızın hem yaratıcı direktörü hem de patronuysanız ikisinin arasında gidip gelmek yorucu oluyor.

Anwar Carrots: Ben buna "Hayır, zor değil." cevabını vereceğim çünkü sahip olduğumuz bilgisayarlarla ve hatta akıllı telefonlarla bir işi yönetmek çok kolay! Evin içinde çocuğumla uğraşırken bile bir iş anlaşmasını kapatabiliyorum. Çoğu zaman işimi evden yapıyorum, kucağımda kızımla!

O halde bu durum sana bir özgürlük mü sağlıyor?

A.C.: Kesinlikle! İstediğim yere gidip ilham alıyorum, beni kısıtlayan bir ofis yok ve istediğim her şeyi yapabiliyorum.

Dediğini anlıyorum Anwar ama aslında söylemek istediğim, şu an her şey o kadar kolay ki herkes her şeyi yapabiliyor. Aslında sormaya çalıştığım; her şey bu kadar kolay yaratılabiliyor ve beğendirilebiliyorken, diğerlerinden ayrı bir yerde durabilmek ve daha çok beğenilmeye çalışmak zor değil mi?

A.C.: Ah! Tamam! O şekilde düşününce tabii ki öyle! Ama bu bir odaklanma meselesi. Kordonunu kafanın arkasına bağlamalı ve odağını hep aynı şeye vererek durmalısın, bunun başka bir yolu yok! Kim olduğunu, ne yapmak istediğini asla unutmamalı ve hep hatırlamalısın. Sadece umursayanlara ve sana inananlara odaklanmalı ve diğerlerinin ne düşündüğüyle ilgili endişelenmemelisin.

Bu arada lojistiğini nasıl hallediyorsun?

A.C.: Tabii ki sadece ben değilim. Bir avukatım, lojistik müdürüm ve başka çalışan insanlar da var. Ama yine de küçük bir ekibiz.

Bünyamin Aydın: Bence içinde bulunduğumuz bu dijital çağda her şey avucunuzun içinde, tamam ama onu nasıl kullandığınız noktasında her şey değişiyor. Her şeyi hızlıca yapmak istiyorsanız ve kendinize güveniyorsanız; değişmek ve riskler almak çok kolay. Ama eğer etrafınıza duvarlar örüyorsanız, iş değişir... Yani bir de şöyle düşünüyorum, bazen her şeyi planlıyorsun ve olmuyor. Hatta şimdi çoğu zaman plan dışında hareket ettiğinde işler daha da güzel oluyor. Fotoğrafçı bir çocuk mesaj atıyor ve diyor ki, tasarımların fotoğrafını çekmek istiyorum. OK diyorsun ve "BAM!" Instagram çılgın bir şey!

Sanki zaman ve yer kavramlarının sözlükteki anlamları - ya da bizdeki anlamaları mı demeli - değişmiş gibi! Yani zaman ve yer dediğimiz şey nedir ki?!

G. H.: Ben artık, özellikle zaman diye bir şeyin olduğunu düşünmüyorum. Bir şeyleri istediğin gibi, istediğin zamanda yapabilirsin artık. Bir takvime oturtmana gerek yok bile neredeyse. Şimdi olay tamamen nerede ve ne zaman yaptığın değil; nasıl ve ne yaptığın.

A.C.: Zaman denen şeyi ancak bu hayatı terk ettikten sonra anlayacaksın, o kadar... O zamana kadar yapabileceğini en iyi şekilde yap, yeter.

G. H.: Zaman yok ama tabii teslim tarihlerini saymazsak! (Gülüyorlar.)

OK, tamam. Tüm bu zamansızlık ve yersizlik ve bu ikisinden doğan özgürlük hissi falan kulağa harika geliyor. Ama bunların hepsi, bu algı bir tür tuzak olabilir mi? Hiç böyle düşündünüz mü?

A. C.: Harika bir soru! Düşünmem lazım... Hayır çünkü eğer tuzağa düşmüş gibi hissedersen durursun! (gülüyorlar

B. A.: Aslında biliyor musun? Bunu sorman çok komik oldu çünkü bazen insanlara bakıyorum ve çok fazla sorumlulukları olmadığını ve sadece öyle 'takıldıklarını' görüyorum. Ama sonra düşünüyorum ki, onları ben öyle görüyorum. Belki o da doğru bir yaşayış şeklidir, belki yaşamak öyle bir şeydir! Yani aslında demek istediğim, ikisini de yapmak lazım sanırım. Sürekli çalışamazsın, bazen durmalısın. Her şey denge ile alakalı.

A. C.: Ve bu biraz nasıl bir aileye doğmuş olduğunla da ilgili. Bazı kişilerin 'takılma' özgürlükleri yok. Örneğin benim şu hayatta her şeyi ama her şeyi öğrenmem gerekti. Nasıl hayatta kalacağım da dahil.

G. H.: Evet, zaten bu da seni olduğun insana dönüştürüyor aslında.

A. C.: Ben şimdi Los Angeles'ta yaşıyorum. Bazen etrafıma bakıyorum ve diyorum ki, "Aman Tanrım, şunlara bak! Nasıl hiçbir iş yapmadan etrafta dolanabiliyorlar!" Yani öyle şaşalı bir yaşam tarzını hiç çalışmadan sürdüren insanlar var.

G. H.: Evet dostum ama bir düşünsene, onlar mutlu değiller. Hayatlarının bir anlamı yok. Yaşıyorlar ama anlamsızca.

A. C.: Aynen ama burada Bünyamin'in dediğine geliyoruz. Rahatsın, takılıyorsun, ama bu senin hayatının anlamı ve amacı olabilir! Öyle değil mi?

B. A.: Sanırım en önemlisi kim olduğunla barışık olmak. Ne yaptığının farkında olmak ki bu da zaman alan bir şey. Aslına bakarsanız bence yaratıcı olmak, tamamen kim olduğunun farkına varmak, aslında kim olduğunu anlamaya çalışırken ortaya çıkardıkların ya da çıkarış şeklin.

Şimdi soracağım soru bana bir şekilde aptalca geliyor çünkü bunun hâlâ konuşuluyor olmasına gerek yok. Ama yine de sormak istiyorum! Streetwear trendi sizce neden şu an çıldırmış durumda?

A.C.: Ben bunun içine doğdum. Urban Streetwear benim hayatımın içindeydi hep. Tüm bu şimdi bildiğimiz 'sokak markaları' hep vardı, bu bir kültürün parçası. Rapçilerin giydiği, sonra bunların moda olması... Ama elbette her şey bu kadar basit değil. Bu popüler kültürün bir parçası. Hep de öyleydi. Ve aslında bu trendin içinde kendi farklı tarzları olan stiller var. Örneğin alışveriş yerlerine takılanların tarzı farklıdır ama yine 'streatwear'dir. Yani senelerce aynı alışveriş merkezine aynı insanlarla gidiyorsun, aynı insanları görüyorsun, aynı şeyleri giyiyorsun... Şu anda da bu kültürün ürünlerine sahip olabilecek bir dönemde yaşıyoruz. İnternetten online alışverişle dünyanın herhangi bir yerindeki bir markanın bir ürününü satın alabiliyorsun. Yani birisi sana üzerindekini nereden aldığını söylediğinde artık ona "İnternetten." cevabını veriyorsun. Bu delice!

G. H.: Mesela Kanye West'i düşünelim. Dünyanın en büyük anlaşmalarından birine sahip. Ve Virgil'i (Abloh) düşünün, şimdi Louis Vuitton erkek koleksiyonunun başında. Bu adamlar işe streetwear ile başlayıp şimdi dünyanın en önemli iki işinin başındalar. Bu da zaten streetwear'i konuşulacak hale getirmeye yeter de artar bile.

A. C.: Ama bu şu da demek oluyor: Bu trend çok yüksek olabilir ama önceden başlayanlar yani bu işin doğuşunu ve gelişmesini önceden fark etmiş olanlar her zaman daha kazançlı ve özel olacak. Yani bu tamamen bir imparatorluk kurmakla alakalı ve hepimiz bunun bir parçasıyız.

B. A.: İnsanlar bir şeyleri damgalamayı seviyor. Ama bence streatwear öyle bir şey değil. İnsanların genelde gördüğünden çok daha fazlası olduğunu düşünüyorum. Diğer büyük markaların tasarımcılarının biraz fazla yıldızlaştırıldığını düşünüyorum. Fakat bizim janrımızdaki tasarımcıların ya da marka kurucularının tavır olarak daha rahat olduğuna inanıyorum.

A. C.: Bu bizim yaşam biçimimiz.

B. A.: Evet, bu bir yaşam tarzı ama aynı zamanda içinde arkadaşlık var. Bildiğimiz moda çok rekabetçi ve politik.

Ve hatta moda dünyası aslında hiç eğlenceli değil!

A. C.: Evet, bizim kurallarımız yok mesela.

B. A.: Bambaşka bir hareket bu ve onu sadece streatwear diye tanımlayıp geçmek, bence yanlış olacaktır. Bu başlı başına bir hareket gibi.

Evet o yüzden bence çok önemli çünkü modanın dönemleri nasıl tekrar tekrar kullandığını biliyoruz. 60'lar, 70'ler, 80'ler ve 90'lar… Ve aslında hep aynı şeyi izliyoruz. Fakat bu alanda başka bir şeyler oluyor...

A. C.: Az önce dediğim gibi; çünkü bu bir stil.

Evet o yüzden belki artık şimdi gerçekten ne olmak istediğimizi daha çok sorguladığımız bir dönemdeyiz ve bu da styling'in her şeyin önüne geçmişine neden oluyor.

A. C.: Şu açıdan da bakıyorum. Bu sektörde gerçekten sahici kalabilmek için bir 'hayran' olduğunuzu asla unutmamanız lazım. Mesela ben bir Virgil (Abloh) hayranıyım ve hep öyle de kalacağım.

B. A.: Bazen üniversitelere konuşmacı olarak çağırıyorlar. Neredeyse her konuşmamda öğrencilere hep söylediğim şey, "Tırmandığın merdiveni hep hatırla." söylemi. Bizden sonra gelen ve marka yaratmak isteyen gençleri aydınlatmalıyız. Onlarla çok sık vakit geçirip bugüne kadar ne hatalar yaptığımızı anlatmalıyız. İnsanlar genelde başarılarından bahsediyorlar ama asıl öğretici olan hatalardan ders çıkarmak. Bir ünlüyü giydirdin tamam ama bunu yapman ne kadar zaman aldı? Nasıl yaptın?


George Heaten:"Ben artık zaman diye bir şeyin olduğunu düşünmüyorum. Bir şeyleri istediğin zamanda yapabilirsin. Şimdi olay yaptığın nerede ve ne zaman yaptığın değil; nasıl ve ne yaptığı."

Virgil Abloh'un sadece 'streatwear' diye genellediğimiz trend üzerinde değil, tasarımın neredeyse her alanında ne kadar ilham verici bir isim olduğu gündemde bir süredir. Hatta izin verilse, belki daha da çok konuşulacak... Sokağa ve kültürüne duyduğu büyük bir sorumlulukla yapıyor her şeyi. Ve hâlâ tüm bu yüke ve beraberinde gelen güce rağmen mütevazı ve sakin. Siz ne düşünüyorsunuz onunla ilgili?

G. H.: Streatwear ve lüks arasındaki köprü rolünü oynuyor şu an tam olarak. Bir sokak markanız vardır ama şimdi sokaktan çıkma şansınız var diyelim çünkü Virgil, streatwear için bu yolu açtı. İşte bu kadar önemli.

B. A.: İlk sergilediği Louis Vuitton defilesi bittiğinde selama çıktığında, ön sırada oturan Kanye Weat ile sarılmaları her şeyi anlatıyor aslında. Her şey o sarılma anında gizli.

A. C.: Daha dün arkadaşlarımla bunu konuşuyorduk. Kendi markaları olan birçok arkadaşım var. Ben bazılarının işlerini sevmiyorum ama sorun değil çünkü onlar da benimki sevmeyebilir! Ben bu insanları oldukları gibi seviyorum. Ne yaptıkları umurumda değil. Vizyonunu, nereye taşımak istediğini görüyorum ve buna saygı duyuyorum.

G. H.: İşte zaten bu da karakteri olan bir marka yaratmanın temelinde olmalı. Yani gerçek olmalısın. Bugün birçok markada, kreatif yöneticiler var ve insanlar artık onları takip ediyorlar, o markadan ne tasarımlar çıktığını değil. Baktıkları şey, bir kişilik özelliği olarak 'yaşam biçimi'.

A. C.: Yani şöyle düşünelim: Hepimiz şu an bu odada bir aradaysak, emin olun ortak bir noktamız vardır ve bizi bir araya getiren şey o ortak noktadır. Benzer dürtülere ve vizyonlara sahip, kim olduğuna dair gelecek planları bir şekilde benzer olan dört kişiyiz. Herkesin birbirinden etkilenmesi en doğalı.

B. A.: Bazen mağazalarda olduğumuz zaman gelen müşterilerle sohbet ediyorum, birbirimizi tanıyoruz. Bu çok önemli. Çünkü markanın bir 'insan' tarafından yaratıldığını görüyorlar ve daha iyi anlıyorlar. Zaten iletişiminiz iyi olursa sadık bir grubunuz olur.

G. H.: Biz de bir süre önce, dünyanın 10 yerinde satışımız olan ülkelere gitme ve oradaki müşterilerimizle iletişim kurma kararı aldık. Sadece birkaç dakikalığına sohbet etmemiz bile çok önemli çünkü neyi aldıklarını tam olarak bilmeleri lazım. Yani nasıl yapıldığını falan değil ama arkasında kimin olduğunu görmeliler. Aslında her şey bu değil mi? Yani bir şekilde bir bağ oluşturmak.

B. A.: Kendinizi 10 yıl sonra nerede gördüğünüzü merak ediyorum.

G. H.: Ben hemen söyleyeyim, hiçbir fikrim yok! Yani bundan iki yıl önce bugün burada olacağımı bilmiyordum. Biz beş yıl önce başladık tişörtlerimizi yapmaya. Üzerlerinde Biggie vardı.

B. A.: O zaman tişörtle başlamış olmasaydın şimdi olduğun yerde olmayacaktın ama.

G. H.: Kesinlikle!

B. A.: Ben de tişört yaparak başladım. Kolajlar yapıyordum ve onları tişörtlere basıp, arkadaşlarıma hediye ediyordum. Sonra arkadaşlarım neden bunları satmıyorsun dedi ve her şey öyle başladı. Şimdi dönüp baktığımda o tişörtlerle ben değilim ama o an evrimin bir parçası.

G. H.: Senin kıyafetlerini alanlar hikayeni de satın alıyor aslında, o yüzden bilmeleri çok önemli.

A. C.: Benim bir bloğum vardı ve her şey öyle başladı. Instagram'dan önce görseller buluyor ve onların altına bir şeyler yazıyordum. Aynı şimdiki 'caps'ler gibi. Ve benim harflerim de 140 karakterden fazla değildi!

Bu web sitesinde çerezler kullanılmaktadır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

"Tamam" ı tıklayarak, çerezlerin yerleştirilmesine izin vermektesiniz.