Vizyonerlerin Devrim Çağı

Moda artık iyi çizim yapan veya dikişten anlayan tasarımcıların değil, fikir sahibi olan kreatif direktörlerin elinde. Ve bu kahramanlar, modayı bir tekstil canavarı olmaktan çıkarıp ; limitli sayıda üretimle özüne, yeniden bir fikre ve ideolojiye kavuşmasını sağlıyorlar. Bu değişimde erkek giyim kültürü kadın modasına örnek olabilir mi, inceliyoruz.

Giriş Tarihi: 15.11.2019 13:29

Yazı Güneş Uysalefe

Moda, bir hatıralar denizi. Gidilen bir konserden alınan tişörtün taşıdığı değeri düşünün; kiminle gidilmişti, kaç senesiydi, hangi şarkıda eğlenilmişti... Hepsi o kumaş parçasıyla bir anda gözler önüne gelebilir, giyilerek o duygular yeniden yaşanabilir. Modayı güçlü yapan da işte bu; safi vücudu örtmekle görevli kıyafetler değil, başka anlamlar da içeriyor ve iletiyor olması. Toplumsal gündemde özellikle müzik, moda ve modern giyim alışkanlıkları üzerinde zaten hep büyük önem taşıdı. 1920'ler Jazz yıllarındaki gangster usulü siyah-beyaz mokasenlerden 70'lerin hippi jenerasyonu ve İspanyol paça pantolonlarına, bu fenomen türlü örnekle çeşitlendirilebilir.

80'ler ve sonrasında olacaklardan ise tabii kimsenin haberi yoktu; tüketim kültürü, internet ve küreselleşme, müzik piyasasını dijitalleşme ile yıkıma ve akabinde devrime uğratacak, modayı ise kapitalizmin melek yüzlü şeytanına çevirecekti. Ne zamanki MTV kanalını izleyen gençler Madonna gibi giyinerek sokağa çıktılar, işte geleneksel modaevleri o gün ezeli rakipleri ve ortaklarıyla tanıştılar; celebrity'ler.

"Ne onlarla, ne de onlarsız" olarak özetlenebilecek ilişkileri, şöhret konsepti karşısında zevkten titreyen toplumun paparazzi fotoğraflarıyla beslenmesiyle şişmanladı. Kırmızı halı için reklam anlaşmalarıyla giydirilen ünlüler, sosyal medyada takipçi sayısının başarı ölçütü olduğu Instagram gibi platformlar... Bugün geldiğimiz noktada moda artık kendi plastik atıklarının yüzdüğü bir 'kötü' hatıralar denizine dönüştü, müzik piyasasının kalitesi ise tartışılır. Bu yokuş aşağı ilerleyişte, bazı roller de el değiştirdi; markalaşmayı başaran, başı müzisyenlerin çektiği ünlülerden oluşan bir grup, moda sektöründe bir konser tişörtünden aslında çok daha büyük bir paya sahip oluşlarını değerlendirir oldular. Böylece ilahlaştırılan saygıdeğer moda tasarımcıları, karşılarında Paris Hilton ve arkadaşlarını bul dular. Ancak önceleri burun kıvrılan ve hatta alay konusu olan celebrity markalarından bazıları, eleştirmenleri haksız çıkarmayı başardı ve günümüzde modayı ve hatta dünyayı kurtarma görevini dahi moda tasarımcılarının tekelinden almış oldular.

Neden lüks devi LVMH, bünyesindeki Fendi veya Celine gibi markaların yanına Rihanna ve markası Fenty'yi ekliyor? İşte, giyimin aslında o sezonki bir trend veya hatasız kumaş işçiliğinden daha fazlası olduğunu kanıtlayan ve hatırlatan bir örnek. Moda, bir yaşam tarzı. Bugün Rihanna sosyal medyadaki nüfuz gücüyle ciddi bir 'modacı' olarak görülüyorsa, ona bu yolu açan aslında bir erkekti. 1970'lerde Amerikalı milyoner Gloria Vanderbilt'in jean markası ve 1980'lerde Monaco Prensesi Stéphanie'nin mayo tasarım girişimi dışında, kendisi bir marka olduğu için bu işe atılan ve başarılı olan ilk isim Puff Daddy'ydi. Rap şarkıcısı, hızlı arabalar, güzel kadınlar ve pahalı saatler ile müzik videolarında yansıttığı estetik anlayışını, yarattığı Sean John markası ile ulaşılabilir kıldı. Kapüşonlu sweatshirt'lerden kürk paltolara, P. Diddy'nin girişimi yüzlerce milyon dolarlık
bir sermayeye ulaştı ve ilk çıktığında küçümsenen marka geçtiğimiz yıl 20. yaşını kutladı. Böylece, ele kalem kağıt alınmadan bir moda markası yaratılabileceği, kreatif direktör konseptinin ilk somut örneğiyle gerçeklik kazandı.


Sean John markasının yaratıcısı P. Diddy defile backstage'inde.

Eski Spice Girl Victoria Beckham ile çocuk oyuncular Mary Kate ve Ashley Olsen'ın markası The Row, bu kategoriyi kadınlar kulvarında başarıyla yürütebildiler. Ancak erkek giyiminde henüz bir Sean John daha çıkmadı; Justin Timberlake'in kareli gömlek ve jean'leri başrole koyduğu bir Americana örneği olan William Rast küllerinden doğma çabasında, Kanye West'in Yeezy girişimi ise her sezon hezeyanla sonuçlanmaya devam ediyor. Şimdilik bu işi başarıyla götüren isim Pharrell Williams, ancak o da kendi markasını kurmak yerine işbirlikleriyle adından söz ettiriyor.

Chanel ve Adidas'ın yer aldığı iş arkadaşları arasında, özellikle G-Star ile yürüttüğü, okyanuslardan toplanan atık plastikten üretilen ipliklerle dokunan jean projesi pek çok moda devine örnek teşkil ediyor.

Müziğin doğal etkisi dışında, farklı alanlardan modaya kayan nüfuzlu isimleri de gördük. David Beckham, önce markaların yüzü, sonra işbirlikçisi oldu ve Kent & Curwen adlı erkek giyim markasının günümüzdeki ortağı. Cristiano Ronaldo da onun yolundan ilerledi ve şu an kendisinin bizzat çırçıplak yer aldığı iç çamaşırı reklamlarını gördüğümüz CR7 markasını kurdu. Ancak şimdiye kadar saydığımız tüm bu celebrity markaları; etki alanları ve satışlarıyla başarılı olsalar da olmasalar da kapitalizmin doğal birer uzantısı olmanın ötesine geçemediler. Belki özgün ve caziptiler ama moda tarihine bir fikir üretiminde bulunmadılar.


Virgil Abloh tasarımı Sonbahar/Kış 2019/20 koleksiyonundan bir aksesuar detayı.

Entertainment endüstrisinden şarkıcı ve futbolcuların yapamadığı, yine güzel sanatlara meyilli bünyelere kalmış gibi duruyor. Virgil Abloh, mimarlık eğitimi almış bir DJ; Off-White markasıyla getirdiği konseptüel spor giyim felsefesi ve sürrealist René Magritte-vari göndermeleriyle son yılların en büyük çıkışını yakalayan kişi. Öyle ki, kendisi İlkbahar/Yaz 2019 sezonu itibariyle Louis Vuitton erkek koleksiyonlarının da kreatif direktörü.


Vintage kumaşların şekil verdiği Bode Sonbahar/ Kış 2019/20 siluetlerinden biri.

Sonbahar/Kış 2019/20 için streetwear ile klasik terziliği buluşturduğu, erkeğin rolünü sorgulayan, logomania'yı ele aldığı çarpıcı bir koleksiyon hazırladı. Belki de erkek giyimin üstlendiği bu devrimci rol, daha yapılacak çok şeyin, yıkılacak pek çok kuralın mevcut olmasındandır; ne de olsa şimdiye dek yaratıcıların oyun alanı kadın modasıydı ve yeni bir fikirle çıkagelen Vetements gibilerin sayısı gittikçe azaldı. El yapımı, kişiye özel takım elbise ve gömlekleriyle erkek giyim kültürü, az ama öz olan, dayanıklı, küçük işletmeleri değerli kılan anlayışıyla, terzilik geleneğinden vazgeçen ve fastfashion tüketime kendini kaptıran kadınlara örnek teşkil ediyor olabilir mi? Örneğin Parsons'da moda tasarımıyla beraber Eugene Lang College'da felsefe eğitimi alan Emily Adams Bode, antika kumaşları değerlendirerek hazırladığı erkek siluetleriyle hem atık tekstili hem de naif çizgisiyle maskülen giyimi sorguluyor.


Parfüm markası Byredo'nun kurucusu Ben Gorham, sneaker ve takım elbise tasarımlarıyla İlkbahar/Yaz 2020'de karşımızda olacak

Erkek giyime ve dolayısıyla moda endüstrisine heyecan verici iki gelişme ise yine başka kulvarlardan geldi. Parfüm gibi kokmayan parfümlerin yaratıcısı Ben Gorham, markası Byredo'yu kült statüsüne taşıdıktan sonra, geçtiğimiz Paris Moda Haftası'nda 10 parçalık made to order takım elbise ve deri spor ayakkabı tasarımlarını sundu. Bu 180 derece farklı bir gelişmeydi; bir moda markası parfüm çıkarırdı ancak bir parfüm markasının kıyafete geçtiği hiç görülmemişti. Byredo, hatıra ve duyguları ürün ve deneyimlere çevirmeyi hedefleyerek kurulmuştu ve işte, elle tutulamayan bazı değerler Gorham'ın basketbol ilhamlı normcore'u çağrıştıran takım elbiselerinde şekil almışlardı. Peki, parfüm gibi geliri ve prestiji yüksek bir alandan modaya geçmek niye? Ciddi oranda çevre kirliliğine ve insan hakları ihlaline yol açtıktan sonra, moda hatalarından ders almaya ve bedel ödemeye razı, yeniden özüne, bir ideolojiyi temsile dönüyor. Şimdilerde, sosyal medya üzerindeki etkileşim gücüyle insanların hayatına dokunmayı, bir değişiklik getirmeyi arzulayan yaratıcıları da modayı herhangi bir medyum olarak kullanıyorlar.


Sanatçı Sterling Ruby'nin ilk kreasyonları, tuvallerini çağrıştırıyor

Moda amaç olmaktan çıkıp, tekrar araç oluyor. Şu sıralar dünyanın dört bir yanında açılan sergiler arasında en çok ziyaret edilenler moda üzerine olanlar ve sergilerde yer alan parçalar bir fikre katkıda bulunmuş olanlar. Bu da bizi diğer dikkate değer gelişmeye getiriyor. Raf Simons'la yaptığı işbirliklerinden sonra Sterling Ruby, kendi giyim koleksiyonuyla karşımıza çıktı. Floransa'daki Pitti Uomo'da S.R. Studio L.A. C.A. adlı markasını sunan sanatçı, kanvastaki soyut stilini kumaşlara yansıtmıştı ve yarattığı eserlerin sokakta yaşayacak, eskiyecek olmasından çok memnnundu. Ruby'nin kendi eliyle hazırladığı parçalardan birer adet, ekibiyle atölyede hazırladıkları ise limitli sayıda üretilecek. Geleneksel lüks markalar ve moda okullarını düşünmeye sevk edecek, farklı bir giyim anlayışıyla karşı karşıyayız. Daha ilkokul çağında doğayı savunmak için protesto yürüyüşü
düzenleyen bir jenerasyona hitap etmek isteyenlerin, yerleşik düzene ayak uydurmak ve kısa yoldan köşeyi dönmek yerine, vizyonerlerin elçisi olduğu ilham verici yaşam tarzlarına göre güncellenmeleri, kalıcı ve sürdürülebilir miraslar tasarlamaları gerekecek.

BİZE ULAŞIN