Sürücüsüz araçlar geliyor
Yıllarca süren çalışmalar, gelişen teknoloji ve artan finansal kaynaklar sonucu tekrar gündeme gelen sürücüsüz araçlar, bu sefer yakın zamanda sokaklarla buluşma vaadi ile karşımızda. Sürücüsüz araçların 2025 yılına kadar tam anlamı ile gelişerek yaşamımıza adapte olması beklentiler arasında. Peki bu değişim insanlık için ne anlama geliyor?
Yazı: Kaan SANCAR
Hatırlarsanız, bir zamanlar ekranlarda 'Jetgiller' adında fenomen bir çizgi film vardı. 1960'lı yıllar ve sonrasında 'geleceğin bir yansıması' niteliğinde ortaya çıkan dizi, döneminin çok ilerisini ekranlara taşıması ile kendinden epey söz ettirmişti. Geleceği doğru mu tahmin etti yoksa mucitlere yol mu gösterdi bilinmez ama yıllar geçti ve dizideki icatlar yavaş yavaş gerçek hayatta kendine yer edinmeye başladı. Akıllı saat, görüntülü telefon, akıllı televizyon ve temizlik robotu gibi örneklerini gösterebileceğimiz birçok 'Jetgiller' teknolojisi günümüzde artık gündelik hayatın bir parçası haline geldi. Fakat Jetgiller evreninin en çok dikkat çeken ögesi kuşkusuz sürücüsüz araçlardı ve her zaman hayatımıza ne zaman katılacağı bilinmeyen bir mit olarak kaldı. Ta ki şu ana kadar!
Geleceği şekillendirecek en önemli icatlardan biri olarak kabul edilen 'sürücüsüz araçlar' uzun yıllardır üzerinde çalışılan ve piyasaya çıkışı sürekli ertelenen bir teknoloji. Her ne kadar çalışma mekanizması yıllar önce tasarlanmış olsa da yazılım ve donanım alanındaki yetersizlikler konseptin hayata geçmesine hep engel oldu. Gelgelelim yıllar süren çalışmalar, gelişen teknoloji, yapay zekânın ortaya çıkışı ile artan fi nansal imkânlar bu konseptin yeniden gözden geçirilmesini sağladı ve sürücüsüz araçlar dünya gündemini tekrar meşgul etmeye başladı. Hem de bu sefer yakın zamanda piyasaya sürülmesi beklenen bir ürün olarak! Peki, hayatımızda birçok değişikliğe yol açacağı ön görülen bu araçlar nasıl çalışacak? Ne zaman piyasada olacak ve en önemlisi 'sürücüsüz araçların' insanlığa katkısı ne olacak?
"Neden şimdi?" diyecek olursanız bunun birkaç basit nedeni var. İlki ve en önemlisi yapay zekâ teknolojisinin kullanılmaya başlanması. Daha önceden araçların temel çalışma prensibi belli olmasına rağmen mühendislerin hayallerinin gerçekleşmesini engelleyen sorun, bilgisayar teknolojileriydi. Daha doğrusu yapay zekâ teknolojisinin henüz yeterli seviyede gelişmemiş olmasıydı. Bu nedenle konseptin ilk ortaya atıldığı 1920'li yıllarda sürücüsüz araçlar sadece bir mit olarak görülüyordu. Zaman geçtikçe kablosuz internetin ortaya çıkışı, çeşitli sensörlerin icadı, bilgisayar teknolojilerinin gelişmesi, enerji tasarrufu sağlayan küçük boyutlu işlemcilerin hayatımıza girmesi ve en önemlisi de yapay zekânın büyük ölçüde gelişmesi sayesinde bugün sürücüsüz araç konsepti hayata geçirilebilecek bir konuma erişti.
Uzun süreli bekleyişin ardından geçtiğimiz yıllarda ilk defa seri üretimi sağlanabilir vaziyetteki prototiplerin ortaya çıkması ile bekleyenlerini heyecanlandıran sürücüsüz araçlar bugünlerde yola çıkmak için gün sayıyor. Peki, ulaşım alanında radikal değişimlere yol açacağı ön görülen konseptin sürücüsüz olması dışında şu anda kullanılan araçlar ile arasında ne gibi farklar olacak?
Bünyesinde barındırdığı internet bağlantısı, kamera, GPS, radar Lidar, GPS ve odometri'nin yanı sıra bilgisayar sistemleri ve yazılımlarını kullanarak çevreyi algılayan sürücüsüz araçlar, sensörlerin topladığı verileri yorumlayan algoritmalara sahip. Araçlar bu sensörler sayesinde trafiğe çıktığında dünya üzerindeki konumlarını, çevresindeki engelleri ve diğer araçları algılayıp gidiş rotası ile hızını otomatik olarak ayarlayabiliyor. Bu sayede sürücüler, direksiyona dokunmalarına gerek kalmaksızın kendi araçları ile iki nokta arasında seyahat edebilecek.
Sürücüsüz araçların çalışma mekanizması ise şöyle: Yolcunun gideceği adres bilgisini işaretlemesinin ardından araç gideceği rotayı belirledikten sonra harekete geçiyor. Aracın üzerindeki Lidar (Radar benzeri bir lazer sistemi) sürüş esnasında aracın çevresinin üç boyutlu bir haritasını oluşturuyor. Arka tekerleklerin birinde bulunan bir sensör aracın hangi yönde gittiğini hesaplıyor ve aracın hem ön hem de arkasındaki sistemler ise etraftaki araç ve engelleri algılayarak etrafa çarpmayı engelliyor. Bu işlemler için yapay zekâyı kullanacak olan araçlar GPS üzerinden bulundukları konum hakkında bilgi topluyor. Bu sayede araçlar, yoldaki hız sınırı, trafik ışıkları ve diğer levhalara dikkate alarak hareket ediyor. Varış noktasına ulaşıldığında ise araç, uygun bir noktaya kendini park ediyor.
Peki, ya tasarımdaki değişimler? Şimdiye kadar bilim kurgu filmleri ya da Black Mirror gibi füturistik dizilere ait bir teknoloji olarak düşünülen sürücüsüz araçların son sürümünde direksiyon, gaz, fren ve vites kolu gibi sürücü mekanizmalarının yer alması beklenmiyor. Azalan sürücü kontrol mekanizmaları sayesinde araçların hem iç hem de dış tasarımları daha esnek olabilecek. Ancak araçların şu anki sürümlerinde acil durumlarda mühendislerin kontrolü ele alabilmesi için direksiyon ve diğer araç içi kontroller de bulunuyor. Araçların dış dizaynı ise tamamen şirketlerin kendi inisiyatifi nde. Sürücüsüz araçların yeni bir tasarım anlayışı dışında vadettiği farklı unsurlar da var.
Akıllı araçlar olarak da adlandırabileceğimiz teknoloji öncelikle topladığı verileri sıfır hata ile işleyerek insanlığa kaza içermeyen bir ulaşım çözümü sunmayı hedefliyor. Birbirine yakın araçların, kendi aralarında iletişime geçmesi ve trafiğin belirli bir sisteme göre otomatik olarak düzenlenecek olması nedeniyle trafik ışıklarına ihtiyaç kalmaması da bu teknolojinin bir diğer faydası. Teknoloji ayrıca bu sayede yakıttan %30'a kadar tasarruf sağlayacak ve havayı daha az kirletecek. Çoğu kişinin korkulu rüyası olan park etme sorunu da bu teknoloji ile geride kalacak. Araçlar, kısa süreli olarak bir yerlere uğrayacak; böylece kullanıcılar için park etmeden blok etrafında kendi kendine dolaşma seçeneği de doğmuş olacak.
Ancak her teknolojik üründe olduğu gibi sürücüsüz araçlarda da birkaç olumsuz nokta var. Bu teknolojinin en büyük hassasiyeti; güvenlik açığı riski. Araçların kullandığı konum sistemlerine ulaşılması durumunda kişinin nerede olduğunun izlenebilmesi de bir başka dezavantaj. Ayrıca araçların ilk çıktığı dönemlerde aşırı pahalı olması da beklentiler dâhilinde. Sunduğu bazı özellikler çerçevesinde çevreyi daha fazla kirletme potansiyelinin olması da sürücüsüz araçların bir diğer olumsuz özelliği.
Tüm bu olumlu ve olumsuz özellikleri deneyimleyebileceğimiz ve tamamıyla sürücüsüz araçlara geçişin tarihinin ise 2025 olması bekleniyor. Şu anda sürücü destek sistemi adı altında gaza basmaksızın sabit hızla ilerleme, otomatik park etme ve şerit takip sistemi gibi özellikler sürücülerin hizmetinde. Şu anki sistem sürücülerin direksiyonu kavramasını gerektiriyor. 2018 yılına gelindiğinde ise araçların daha fazla akıllanarak sürücülerin üç dakikaya kadar direksiyona dokunmadan hareket etmelerine izin verir hale gelecek. 2021'de ise bu ihtiyacın sadece otoyollarda tamamen ortadan kalkacağı fakat otoyol dışı yollarda sürücünün kontrolü ele alabilmesi için araçlarda direksiyon gibi araç içi kontrol sistemlerinin bulunmaya devam edeceği ön görülüyor. Yıllar 2025'i gösterdiğinde ise bu ihtiyacın tamamen ortadan kalkacağı ve araçların tüm yollarda kendi başlarına 'sürücüsüz' olarak hareket edebilecek hale geleceği düşünülüyor. Direksiyon ve araç içi kontrol sistemlerinin ortadan kalkışının ise ancak 2025 yılından sonraki dönemde olacağı ön görülüyor. Araçların 2030 yılına kadar insan düşünce sistemini algılayıp ona göre davranmaya başlayacağı da beklentiler arasında.
Konsept üzerinde çalışan şirketler arasında Google, Tesla, Ford, Volkswagen Grup, Volvo ve BMW gibi otomotiv devi şirketler öncü durumda. Pilot bölgelerde test yapan şirketler araçlarını hem donanımsal hem de yazılımsal olarak seri üretime hazır hale getirmek için birbiri ile yarış içerisinde. Teknolojinin günlük hayata entegresi de ABD ve Singapur'daki pilot bölgelerde sürücüsüz taksi denemeleri ile başlamış durumda. Bir anda tamamen bu sisteme geçiş pek olası gözükmese de, bu gelişmeler sürücüsüz araçların yakın zamanda sokaklarda sıklıkla göreceğimiz bir teknoloji olduğunu kanıtlar nitelikte. Ne dersiniz, sizce bu teknoloji gelecekte otomobil sektörünü baştan aşağı değiştirir mi?