Kızı Shannon, Bruce Lee’yi Anlatıyor
Bu ay, Bruce Lee'nin dövüş sanatının başyapıtı 50. yılını kutluyor. Kızı Shannon, Hollywood ve tabii ki ailesi için her şeyi değiştiren filmi, meraklıları için bir kez daha anlatıyor.
Yazı Eric Francisco / Çeviri: Ece Büyükçolpan
Bruce Lee, bir dönem herkesin, özellikle de erkeklerin idolüydü. İmkânsız görünen bir güce, karizmaya ve enerjiye sahip olduğu gibi bütün bunları gelecek nesiller için bir de selüloide sığdırdı. Enter the Dragon, 1973 yılının Ağustos ayında vizyona girdiğinde aksiyon sinemasını sonsuza dek değiştirdi — film bununla da yetinmeyip bir de başrol oyuncusu Lee'nin her daim güncel kalmayı başaran gizemine katkıda bulunan bir yapım oldu. Ne yazık ki Bruce Lee, namını kendinden sonraki nesillere taşıyacak bu filmin vizyona girmesine bir aya kala, henüz 32 yaşındayken, beyninde oluşan ödem sebebiyle hayata veda etti. Beyazperdeyle buluşmasının üzerinden 50 yıl geçmesine rağmen, Enter the Dragon, sinema severleri –özellikle de bana bu filmi dinlemeyi sevdiğini söyleyen, Bruce Lee'nin kızı Shannon'ı– büyülemeye devam ediyor.
Yakın zamanda Shannon ile gerçekleştirdiğiniz görüntülü görüşmede Shannon, "Filmdeki kendi sesi," diyor ve "Sırf babamla bağlantı kurabilmemden dolayı bu film kalbimde özel bir yere sahip," diye ekliyor. Bruce Lee'nin diğer hit filmleri Fist of Fury, The Game of Death ve The Way of the Dragon'ın –tüm zamanların en büyük Bruce Lee x Chuck Norris çekişmesi– aksine Enter the Dragon'daki yüzünün "babasıyla ilgili en iyi hatırladığı şey" olduğunu belirtiyor.
50. yılını kutlayan Enter the Dragon'ın dünyanın dört bir yanında sinemalarda yeniden gösterime girmesinin üzerine Shannon, film üzerinden düşüncelere dalıyor, "Kulağa bencilce gelebilir ancak bana kalırsa bu film, Bruce Lee sayesinde böylesine olağanüstü bir yapım oldu," diyor; onun gözünde babasının performansı 70'lerin o yozlaşmış funk kültürünün arasından zamansız bir yorumla sıyrılıyor. "Ekranı canlandırıp onu coşturan havası şimdilerde bile izleyiciye geçmeyi başarıyor. Zaten eğlenceli olan bir filme daha da eğlence katıyor."
17 Ağustos 1973'te beyazperdeyle buluşan Enter the Dragon, yılın en büyük hasılat yapan filmlerinden biri olmayı başararak rakiplerini deyim yerindeyse alt etti.
17 Ağustos 1973'te beyazperdeyle buluşmasının ardından rakiplerini geride bırakarak yılın en büyük hasılatını yapan film olarak tarihe geçen Enter the Dragon, bir James Bond macerası tadındaki senaryosuyla, Lee'nin dövüş sanatını casus teması ile birleştiriyor. Bruce Lee, filmde bir suç dehasını devirmek için egzotik bir adada dövüş sanatları turnuvasının içine sızan casusu canlandırıyor. Dönemin enflasyon oranına göre bütçesi ayarlanan Enter the Dragon, 1973 yılında tam 150 milyon dolar hasılat elde etmesiyle biliniyor. Enter the Dragon'ın, aynı dönemde Westworld, American Graffiti, The Sting ve The Exorcist gibi diğer sinema başyapıtlarıyla kafa kafaya yarıştığı göz önünde bulundurulduğunda filmin başarısının büyüklüğü de anlaşılıyor.
Shannon, babasının başyapıtının getirdiği yeniliği şöyle ifade ediyor: "Enter the Dragon'ı Enter the Dragon yapan şey, filmin Batı'nın henüz görmediği bir sanatla izleyiciyi tanıştırmasıydı. Batı, özellikle de Hollywood, Bruce Lee'den önce dövüş sanatlarına aşina değildi. Bruce Lee ile beraber Batı sineması, esnek ve çevik, ortaya konması imkânsız görülen insanüstü yeteneklerin sergilendiği, üstelik kült bir popülariteye erişen kung fu temasıyla tanıştı. Modern karma dövüş sanatlarının öncüsü olarak kabul edilen Jeet Kune Do'nun disiplinini ve felsefesini sanatına adapte eden Lee, Çin kung fu'sunun zarafetini sergilerken bir yandan da bu felsefenin gerçekçiliğini kameraya taşıyabilmek için çabaladı. Günümüzde John Wick'ten tutun Kaptan Amerika'ya kadar neredeyse tüm büyük aksiyon yapımları benzer biçimde gerçekçiliği ön plana çıkaran koreografilerle iftihar ediyor."
Onun gibisi görülmedi ve muhtemelen de bir daha görülmeyecek.
Shannon, "Westworld'e bir bakın!" diyor ve ekliyor: "Hepi topu altı tane avcı ve tırpancı… Çok kültürlü ve kültürel olarak farklı bir dile sahip filmlerde aksiyon ve hikâye anlatım bakımından farklı bir sanat anlayışını vurguluyor. Babam ise tüm dünyada aksiyon filmlerinin seyrini değiştirdi. Dövüş sanatlarının gücünü ve güzelliğini eğlenceli bir çerçevede göstermek isterken sinemada yeni bir tür icat etti."
Enter the Dragon'ın görünürdeki yönetmeni Robert Clouse. Ancak neredeyse bütün yönleriyle o bir Bruce Lee filmi. Film Bruce Lee'den o kadar çok parça taşıyordu ki, Lee filmin orijinal adı Blood and Steel'i değiştirmek için ısrar etti. Filmin, Hollywood'un kendisini yeniden tanıtmasının ve kendi sanatını yansıtmasının bir aracısı olmasını istedi çünkü bu başyapıtının çekilmesinden yıllar önce The Green Hornet adlı TV dizisi sona ermişti ve bunun üzerine Lee sektörden ayrılmıştı. Shannon, "Senaryoyu eline aldığı ilk anda, pek de iyi bir yapım olacağını düşünmemişti. Yine de, bu projenin, özgün tarafını göstermek için bir fırsat olduğunu biliyordu," diyor.
Enter the Dragon'ın setindeki problemlerin hepsinin iyice belgelendiği biliniyor. Büyük bir Warner Bros. Prodüksiyonunda başrolde olmasının baskısını üstünde hisseden Bruce Lee, kreatif anlaşmazlıklar sebebiyle çekimlerin ilk birkaç haftasında sete gelmeyi reddetti. Bu durum hakkında Shannon şöyle diyor: "Filmin yapımcıları ve yönetmeni onu bir nevi küçümsüyordu. Onu yaratıcı biri olarak gördüklerini pek sanmıyorum, daha ziyade harekete geçirebilecekleri biri olarak varsaydılar."
İnternet protokolünün yönettiği gişe rekortmeni filmlerin ve yenilmez görünmek isteyen ekran kahramanlarının kol gezdiği bir çağa kıyasla Bruce Lee, ölümsüzlüğünü kendi gücü ve yöntemleriyle elde etti.
1973 yılının Şubat ayında Enter the Dragon'ın çekimleri Hong Kong'da başladığında Shannon küçük bir çocuktu. Bu nedenle set ziyaretlerini pek hatırlamıyor, yalnızca, "Çok yoğun ve kaotik bir zamandı," diyor ve, "Bununla ilgili hatırladığım kadarıyla babam, film ekibine oranla daha fazla keyif alarak ve çok çalışmış," diye ekliyor. Babasının Hong Kong filmlerinin kamera arkasında genellikle unutulmayacak biçimde neşeli, aile sıcaklığında bir ortam olduğunu belirten Shannon, buna karşılık, "Enter the Dragon zor bir yapımdı ve zor şartlarda çekildi," diyor.
1973'te beyazperdeyle buluşturulduğunda Enter the Dragon, New York'tan Bombay ve Londra'ya kadar her şehirde sansasyon yarattı. Dönemin enflasyon oranına göre ayarlanan ve ömürlük brütü 2 milyar dolara ulaşan Enter the Dragon, kolaylıkla bir Hollywood franchise'ını başlatabilirdi; aslında teknik olarak bunun için tasarlanan bir yapımdı.
Shannon, Enter the Dragon'ın devam filmi için kesinleşen herhangi bir plandan haberdar olmadığını ancak babasının bir devam filmi yapma niyetinde olduğunu ifade ediyor: "Bunun James Bond markasına bir çeşit rakip olduğu düşüncesi vardı," diyor. Babasının kısaca "Lee" olarak adlandırılan karakteri, önceleri bir İngiliz casusu olarak hayal edildi. Lee ise bariz nedenlerden ötürü karakterin kökeni konusunda değişikliğe gidilmesi için ısrar etti. Shannon, "'Ben İngiliz ajanı olamam,' dedi. 'Ben Çinli bir erkeğim. Tamam, İngilizler adına oraya gideceğim ancak karakterim kökenime otantik bir biçimde hitap etmeli,' dedi." sözleriyle Bruce Lee'nin kökenini ortaya koymayı ne denli önemsediğini ifade ediyor ve "Elbette ki İngilizlerin başka bir görev için ihtiyaç duyduğu Shaolin keşişi de olabilirdi... Bu, gizli görevde olan bir ajan filmi. Bu Mission: Impossible. Veya James Bond. Burada orijinaliteyi ortaya koyan ve merak uyandıran unsur Bruce Lee'nin kendisi," diye ekliyor.
Shannon Lee, babasının Enter the Dragon'daki performansı hakkında "Ekranı canlandırıp onu coşturan havası şimdilerde bile izleyiciye geçmeyi başarıyor. Bu, zaten eğlenceli olan bir filme daha da eğlence katıyor," diyor.
Günümüzde yapay zekâ, Hollywood'un güncel bir sorunu ve endüstrinin sendikalı aktörleri, yapay zekânın geçim kaynaklarını yok edebilme konusundaki korkutucu potansiyeline dikkat çekiyor. Shannon bu konuda aktörlerden taraf olduğunu belirtiyor ve makinelerin babasının orijinalliğinin önüne geçip hünerlerini kopyalamasına izin vermiyor. Shannon, "Babamın imajını, sesini, benzerliğini, hareketlerini yeniden yaratmanın ve kolaylıkla da 'o' olduğunu söyleyebilmenin kimsenin hakkı olduğunu düşünmüyorum," diyor ve, "Stüdyoların veya şirketlerin, sanal bir vücuda sahip olması söz konusu olsa bile, birinin vücuduna, varlığına bu şekilde sahip olmasının gerekli olduğunu düşünmüyorum," diye ekliyor.
İnternet protokolünün yönettiği gişe rekortmeni filmlerin ve yenilmez görünmek isteyen ekran kahramanlarının kol gezdiği bir çağa kıyasla Bruce Lee, ölümsüzlüğünü kendi gücü ve yöntemleriyle elde etti. Enter the Dragon, sınırlı bir süreyle sinema salonlarına geri döndüğü gibi yepyeni bir dünya ile karşı karşıya. Hasılat rekortmeni Barbenheimer sinema salonlarını domine ederken sırada başka bir süper kahraman filmi daha bekliyor. Ancak Enter the Dragon'ın sahip olduğu – ve ihtiyacı olan- tek şey var: o da Bruce Lee.
Kızı Shannon, "Hiç kimse onun gibisini görmedi ve kimse de bir daha göremeyecek," diye düşünüyor ve "En mükemmel biçimde kendini ortaya koymakta o kadar iyiydi ki, babam sonsuza kadar Ejderha olarak kalacak," diyor.