Burak Unan
Raffles İstanbul Otel Müdürü Burak Unan iş hayatı, stili, hobileri ve favori destinasyonlarını anlatıyor.
Röportaj Derin Övgü Öğün
Fotoğraf Şeref Yılmaz
Raffles İstanbul 10. senesiyle birlikte siz de Raffles İstanbul'da çalışmanızın 10. senesini kutluyorsunuz. Yollarınız marka ile nasıl kesişti?
Raffles ile yolumun kesişmesi, kaderin güzel bir oyunu… Turizmci bir ailede büyüdüm. Üç kuşaktır bu işi yapıyoruz. Dedemiz cruise gemisi kaptanıydı; babam, ağabeyim ve bense otelciyiz. Kendimi bildim bileli seyahat ve oteller benim için bir tutkudur.
Üniversite yıllarımda Singapur'a gitmiştik. Raffles markası ile orada tanıştım. Otelin kapısında araçtan inerken üniformasıyla doorman'in bizi karşılaması, lobide bizi karşılayan hostesin sıcakkanlı yaklaşımı, bize Long Bar'a kadar eşlik eden bir başka çalışanın kısacık sürede bize otel ile ilgili verdiği bilgiler… Her şey o kadar profesyonel, o kadar akıcı ve özeldi ki… O akşam kendi kendime "Umarım bir gün ben de böyle bir otelde çalışabilirim" demiştim. Yıllar sonra bir gün telefonum çaldı ve hattın öbür ucundaki ses bana Raffles'taki iş fırsatından bahsetti. Cevabım coşkulu bir "evet" oldu.
Onuncu yılımızı kutlarken dünyanın "en iyiler" listelerinde her zaman yer bulmamız; Raffles'ın eşsiz hizmet anlayışı ve Türk misafirperverliğinin ortaya çıkardığı sinerjiyi çok net olarak gösteriyor. Bu başarının sahibi olan ekibimizle gurur duyuyorum.
Raffles İstanbul'u rakiplerinden ayıran ne gibi özelliklerden bahsedebilirsiniz?
Eşsiz olduğunu düşündüğüm temel bir özelliği konumu iken diğeri de hizmet yaklaşımı. İstanbul'un tam kalbinde, lüks alışveriş, yeme-içme ve kültür sanatı birleştirerek benzersiz bir yaşam alanı yaratan Zorlu Center'ın bir parçası olmak büyük bir ayrıcalık. Üstelik Raffles İstanbul bence şehrin en güzel panoramik manzarasına sahip. Boğaz'ı seyredebilir, şehrin dinamizmini bu eşsiz konumdan gözlemleyebilirsiniz. Bir diğeri ise efsaneleşen Butler hizmeti. Üstelik bu hizmeti her oda ve süit için sunabilmemiz, Raffles İstanbul'u benzersiz kılan bir özellik.
İş ve kişisel hayatınıza gelelim. Pazartesileriniz bir yoğunlukla mı başlar, yoksa daha farklı bir düzeniniz mi var?
Bir otelde çalışmanın güzel yanı pazartesi sendromu yaşamıyorsunuz, zor yanı ise her gün temponuz yüksek oluyor. Bu tempoyu ve yoğunluğu spor rutinimle dengeliyorum. Güne spor salonunda sıkı bir antrenman başlıyorum. Gün ortasına doğru mutlaka kendimle baş başa bir kahve ya da açık havada kısa bir yürüyüş için zaman ayırmaya çalışıyorum.
Söz konusu stiliniz olduğunda, rahatlık mı şıklık mı öne çıkıyor? Giyim tarzınıza dair neler söyleyebilirsiniz?
Söz konusu giyim tarzı olduğunda iki farklı Burak olduğunu söyleyebilirim: Biri iş hayatındayken diğeri ise ailesi ve arkadaşlarıyla vakit geçirirken gardırobundan seçimler yapan Burak. Otelde hayatımda takım elbiseler, klasik ayakkabılar, gömlekler ve kravatlar var. Takım elbiselerin "bespoke" olmasına özen gösteriyorum. Beni yansıtan detayları taşımayı sevdiğim gibi bedenime en uygun ölçü ve kesimlere göre yaptırabildiğim düzenlemelerde çok daha rahat ediyorum. Sosyal hayatta ise kesinlikle tercihim rahatlıktan yana. Şık, renkli ve enerjisi yüksek bir tarzım olduğunu söyleyebilirim.
Koleksiyonunu yaptığınız bir obje var mı?
Çocukluğumdan bu yana müziğe ilgim hep olmuştur. Raffles İstanbul'daki "Long Live" konseptinin yaratılmasında bu şahsi tutkumun da payı var. Farklı tarzda müzikleri dinlemekten zevk alıyorum. Her ne kadar teknolojiyi çok sevsem de söz konusu müzik olunca plakların yeri bende çok ayrı. O sebeple hem ailemden kalan hem de seyahatlerimde satın aldığım plakları biriktiriyorum.
Seyahat etmenin kilit bileşenlerinden konaklama sektörünün içerisinden birisi olarak sizin nerelere seyahat etmeyi sevdiğinizi merak ediyoruz.
Bu benim için en zor soru, zira 40'ın üzerinde ülkeye ya iş ya da tatil amacıyla seyahat ettim. Bunların içinden üç destinasyon seçecek olsam Mexico City, New York ve Shanghai'ı sayabilirim.
Mexico City'nin bende yarattığı hissi "aidiyet" olarak tanımlayabilirim. Şehri ilk ziyaret ettiğimde, sanki o sokaklarda daha önce yürümüş, o şehrin insanlarıyla yaşamış gibi hissetmiştim. Hafızamda, bu büyük şehrin insanlarının inanılmaz derecede sıcakkanlı ve güler yüzlü oldukları kaldı. Bu sayede pek çok insanla tanışıp çok eğlendiğim bir seyahat olduğunu anımsıyorum, enfes lezzetlerinden bahsetmiyorum bile!
New York kulağa klişe gelebilir ama benim hâlâ seyahat etmekten en çok zevk aldığım yerlerden biridir. Ama bir turist olarak, iş için değil! Pek çok insanın gözünün önüne Manhattan'daki yüksek kuleler, Times Meydanı ve 5th Avenue'da alışveriş gelse de benim için New York'u ziyaret etmek demek MOMA ve MET müzelerini tekrar tekrar keşfetmek, Public Library'de keyifli zaman geçirmek, bahar aylarında Central Park'ta uzun yürüyüşler yapmak ve de Brooklyn ve Soho sokaklarında kaybolmak demek. Her noktasında sizi şaşırtacak bir şey görme ihtimaliniz New York'u benim için çok heyecan verici bir destinasyon haline getiriyor. Dünyanın buluşma noktasında ve o dinamizmin içinde bir turist olarak sakin ve akışta geçirdiğim günlerden çok keyif alıyorum.
Son olarak Shanghai! Shanghai'da beni en çok etkileyen, şehrin insana yaşattığı kontrast. Hem çok Çinli hem de çok Batılı. Şehrin ortasından geçen nehrin bir tarafında koloniyel döneme ait mimari yapılar varken diğer tarafında dünyanın en yüksek binalarından bazıları var. Bir tarafta tuktuk'a binerek bir yerden bir yere gidebilirken diğer tarafta dünyanın en hızlı treni maglev sizi havaalanına götürebiliyor. Ayrıca rengârenk gece hayatı ile birbirinden başarılı restoranları da bu şehri benim için ilginç kılıyor.