İyi insan olmanın sırrını keşfetmiş bir adam

Parasızlığın da, çok paraya sahip olmanın da ne olduğunu biliyor Ali Atay. Parayla düzeyli bir ilişkisi var. Belki de mantık evliliği yapmış demek daha doğru. Çok fazla parada gözü yok. Ama paranın gerekliliğini de inkâr etmiyor.

“Hiç yalan söylemeyeceğim, para şart. Paranın getirdiği rahatlık duygusuna ihtiyacı var insanın. Paran olacak, kendini iyi hissedebileceksin ki istediğin işi yapabilesin. O yüzden, para kazanmanın gerekli olduğuna inanıyorum ama doğru imkânlarla kazanabilirsek daha da iyi. Mesela ben reklam çekmeden para kazanabiliyorsam ne mutlu bana. Sırf sevdiğim işi yaparak para kazanabilsem… Ben bu işe başlayıp evden ayrılırken anneme dedim ki, ‘Anne sen yine de bana bir yer ayır yanında sürekli. Ne olacağı belli olmaz. Çok paralar kazanabilirim. Ama sonra hepsini kaybedebilirim de.’ Ben ikisine de alışkınım. Yokluğa da alışığım, çok fazla paraya da. Önemli değil benim için. Parasızken de şu an ne yaşıyorsam onu yaşıyordum. Para ile parasızlık arasındaki en büyük sıkıntı, istemediğin işleri yapmak zorunluluğu.”

Sevdiği iş, tiyatro. Berkun Oya’yla beraber kurdukları Krek Tiyatro Topluluğu ile 1999’dan 2010’a kadar da yapmış bu işi. Orayı ayakta tutabilmek için ikisi de farklı işlerde çalışmak zorunda kalmış. Hayatlarına televizyon girmiş. Berkun Oya’nın senaryosunu yazdığı, Ali Atay ve Müşfi k Kenter’in oynadığı ‘Şapkadan Babam Çıktı’ böyle ortaya çıkmış. 2003 yapımı dizi, izleyenlerin bugün hâlâ çok iyi andığı TV dramlarından biri.

“Berkun Oya ile televizyon için pek çok proje tasarladık. Gel gör ki hikâye biraz bizim düşündüğümüzün gerisindeymiş o zamanlar. O yüzden, hep bir yerlere tosladık, önümüze duvarlar çıktı.”

Ali Atay’ın televizyonla barış sağlayan, ‘Leyla ile Mecnun’ olmuş.

“Ben onun sayesinde televizyonun korkulduğu gibi bir şey olmadığını, orada istediğin gibi bir şeyin de yapılabileceğini anladım.”

Ali Atay’ın televizyondan hâlâ korktuğunu düşünenler olabilir pekâlâ. Çünkü ‘Leyla ile Mecnun’un en şaşaalı günlerinde bile onu herhangi bir TV programında konuk olarak görmedik.

“Televizyon programlarına çıkmayı sevmiyorum. Çünkü televizyon programına çıkmanın ne anlama geldiğini çözebilmiş değilim. Benim oradaki gerçek durumum nedir? Onun karşılığı yok bende. Ben PR, reklam tarzı şeylerden de hoşlanan biri değilim; becerebildiğim bir şey de değil bunlar benim. Olduğundan farklı gösterilmeye çalışılan her şeyin karşısındayım. O yüzden, o alan benim için çok fazla şey ifade etmiyor. Gazeteler, dergiler, röportajlar… O işlere girmek için gerçekten konuşulacak bir durumun olması lazım. O yüzden, saygısızlık etmeden uzak durmaya çalışıyorum.”

Aklınıza evinde televizyon olmayan, televizyonu hayatın dışından çıkarmış bir adam portresi gelmesin ama. Ali Atay, hayatının neresine, nasıl sokabileceğini bilemese de televizyon gerçeğini kabul ediyor ve televizyon seyrediyor. Annesiyle oturup sabah programlarını seyretmekten keyif alıyor mesela (Aman bunu okuyup onu programınıza çağırmayın. Zaten gelmez ya.). Seyretmediği tek şey, haber programları.

Televizyondan korkmasa da korktuğu bir şey var ama: magazin muhabirleri.

“Gerçek anlamda korkuyorum onlardan. Asılsız şeyler yazdıkları da oluyor. Bunlarla ilgili harekete geçmek de istemiyorum. Çünkü onu yapsam, aynı oyun alanına girmiş olacağım. Ama ben orada takılmak istemiyorum. Başlarda ne yapacağımı şaşırıyordum. Sonra kanıksamaya, görmezden gelmeye başladım. Annem telefon açıp bana soruyordu, ‘Doğru mu?’ diye. ‘Anne.’ diyordum, ‘Artık sen de inanıyorsan böyle şeylere, ben ne yapayım.’ Yapmadığın bir şey üzerinden seninle ilgili bir haber çıkarmaya, senin dahil olmadığın bir alanda seninle ilgili bir kimlik çıkarmaya çalışıyorlar. Misal, magazincilerdeki benimle ilgili algı şu: Ben, küfürbazım. Çünkü bir tanesi ağzımı bile açmamama rağmen, ona ana avrat küfürler saydırdığımı yazdı. Ben yalnızca, Taksim’deki olayları kastederek, ‘Burayı çekme, git yukarıda Taksim’de çek; orada olaylar oluyor asıl, benimle ne işin var.’ demiştim. Bilakis o bize küfürler saydırıp tehditler savurdu ama sonra gidip tam tersini yazdı.”

Bunun üzerine sormamak olmaz: Hiç küfür etmez misin sen peki?

“Çok ederim. Ama olur olmaz yerde etmem. Normal bir insan ne yaparsa ben de onu yaparım. Küfür etmeyeceğim diye kendimi sıkmam. Rahat olmaya çalışıyorum.”

Daha önce söyledim mi bilmiyorum ama asıl hikâyemiz Rize’de başlıyor. Ama o hikâyeyi tam olarak anlayabilmeniz için hikayenin esas oğlanını biraz tanımanız gerek. Onu tanımadan onun keşfettiği sırra vâkıf olmanız da mümkün değil sonra. Birazdan anlatacağım, asıl hikâyeyi; ama önce oyunculuk hakkında sormak istediklerim var, Ali Atay’a.

X
Sitelerimizde reklam ve pazarlama faaliyetlerinin yürütülmesi amaçları ile çerezler kullanılmaktadır.

Bu çerezler, kullanıcıların tarayıcı ve cihazlarını tanımlayarak çalışır.

İnternet sitemizin düzgün çalışması, kişiselleştirilmiş reklam deneyimi, internet sitemizi optimize edebilmemiz, ziyaret tercihlerinizi hatırlayabilmemiz için veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

Bu çerezlere izin vermeniz halinde sizlere özel kişiselleştirilmiş reklamlar sunabilir, sayfalarımızda sizlere daha iyi reklam deneyimi yaşatabiliriz. Bunu yaparken amacımızın size daha iyi reklam bir deneyimi sunmak olduğunu ve sizlere en iyi içerikleri sunabilmek adına elimizden gelen çabayı gösterdiğimizi ve bu noktada, reklamların maliyetlerimizi karşılamak noktasında tek gelir kalemimiz olduğunu sizlere hatırlatmak isteriz.