Remake: İnsanlar cehenneminden kaçış
İlk zamanlar, bir şempanzeyle yaşamak sandığımdan daha zor oldu. Genetik olarak birbirimize çok yakın iki tür olduğumuz için özellikle hijyenik koşullara çok önem veriyordum. Her an, Sezai'den bir hastalık kapabilirdim. İşsizlik ve gelecek kaygısıyla mücadele ederken, bir yandan da adı sanı duyulmamış milyonda bir rastlanan bir hastalıkla cebelleşmek istemiyordum. Ne mutlu ki, Sezai kendisine çizilen sınırları zorlamıyordu. Eğer susadıysa, benim bardağımdaki suyu içmez, mutfağa gidip çeşitli hareketlerle susadığını belli etmeye çalışırdı.
Tuvaleti geldiyse, aynı şekilde tuvalet kapısının önünde belirirdi Sezai. Klozete oturmayı, sifonu çekmeyi ve hatta küçük tuvaletini yaparken klozetin kapağını kaldırmayı bile öğrenmişti tüylü dostum. Sadece, buzdolabındaki yiyeceklerle ilgili sorun yaşıyorduk. Buzdolabında kalan son çikolatayı, son elmayı veya son salam dilimini yediğini görünce çıldırıyordum. Buna da çözüm bulduk. Her şeyden iki tane alıyor, üzerine ismimizi yazıyorduk. Sezai'nin okuma yazması olmadığı için, Sezai yazmak yerine ozalitçide bastırdığım şempanze sticker'larını kullanıyordum. Benim yemeklerime bulaşmıyordu böylece.
Özel hayatıma da saygı gösteriyordu Sezai. Artık Aylin geldiğinde geceleri yatak odasının kapısını kapatabiliyorduk. Hatta üçümüz beraber fi lm izlerken, gözleri kapanıveriyordu bazen Sezai'nin. Eğer uyuklayan ben veya Aylin'den biriyse Sezai bizi dürtükleyip uyandırıyor, yatak odasının kapısında zıplamaya başlıyordu. Sanırım bu, onun lisanınca "Kalk da yerine yat." demekti.
Tabii zorlandığımız zamanlar da oldu. Parasız kaldığım dönemlerde – ki işsiz olduğum için hayatımızın çoğu böyle geçiyordu – eve muz girmiyordu. Muzlu puding, muzlu süt hatta muzlu gofret gibi suni, katkı maddeli gıdalarla Sezai'yi zehirlediğim için içim içimi yiyordu. Elimde bir salkım muzla eve girdiğimde, yüzümde muzaffer ve gururlu bir baba ifadesi oluyordu. Sezai, hem dostum hem arkadaşım hem de çocuğum gibiydi artık.
Günler günleri, aylar ayları, yıllar yılları kovaladı. Bir sabah, telefon sesiyle uyandım. Arayan babamdı. İşlerinin kötü gittiğini, bir yıllık kirayı denkleştirip ev sahibine yolladığını ancak önümüzdeki sene için umutsuz olduğunu söylüyordu. Sezai, durgun halimden bir şeylerin kötü gittiğini anlamıştı. Muzlu sütüne pipeti geçirip derin bir fırt çekti. Bir açıklama beklercesine yüzüme baktı. Sonra yatağın üzerine basıp hışımla masanın üzerine fırladı. Ehliyetimin üzerinde tepindi. "Otomobile mi binelim? Sezai bizim otomobilimiz yok ki?" dedim. Sinirlendi. Bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Sandalyenin üzerine astığım pantolonumu tutup havaya kaldırdı. "Ne oldu para mı istiyorsun Sezai? N'apacaksın parayı?" diye sorduysam da, elbette bir yanıt alamadım. Pantolonu sallayıp arka cebimdeki nüfus kağıdımı düşürdü. "Ehliyet? Nüfus kağıdı? Resmi evraklarla senin ne işin var Sezo? Delirdin iyice." dedim. Tam kafamı çeviriyordum ki, Sezai ilk sözlerini söyledi: "Kapesese".