Hayallerinin peşinde
Ayçin Bayraktaroğlu yoğun bir kurumsal hayatın ardından her şeyi bırakıp kendisini fotoğrafçılığa adayanlardan. Koşuşturmalı bir hayatı bir merceğin ardında bırakan Bayraktaroğlu’yla serüvenini konuştuk.
Emrah Saka
Esquire: Kurumsal hayattan fotoğraflı hayata geçiş nasıl oldu?
Ayçin Bayraktaroğlu: Profesyonel olarak çalıştığım dönemde gerek işim dolayısıyla gerekse tatil amaçlı seyahat etmek benim için bir tutku olduğundan birçok ülkeye yolculuk yapma şansım oldu. Bu dönemlerde elimde hep bir fotoğraf makinesi vardı, ama çektiğim fotoğraflar daha çok anı biriktirmek, yolculuklarımı belgelemek amacıyla çektiklerimdi. Böyle bir yolculuğu 2003 yılında Nepal'e de yaptım ve gördüğüm coğrafya, mistisizm ve renkli insanlar beni âdeta büyüledi. Döndüğümde elimde birçok portre vardı; bunları çevremle paylaştığımda herkes portrelerimin özel ve etkileyici olduğunu söyledi. Gerçek anlamda fotoğrafın muhteşem bir anlatım aracı olduğunu fark etmem ve özellikle insanlarla kurulan ilişki bağlamında bir ruh yolculuğu olduğunu düşünmem bu zamana rastlar. Sonrasında iş yaşamından artakalan zamanlarımı fotoğrafa ayırmaya, okumaya, öğrenmeye ve çekmeye başladım. Yaklaşık 4 yıl önce ise iş yaşamımı sonlandırarak artık benim için bir tutku olan fotoğrafla tam zamanlı uğraşmaya başladım.
ESQ: Fotoğraf eğitiminiz var mıydı?
A.B: Temel fotoğraf eğitimimi çalıştığım dönemde İFSAK'ta tamamladım. Ardından bazı atölye ve programlara da katıldım. Ancak bugün baktığımda söyleyebilirim ki ben aslında kendi kendine öğrenen gruptayım. Yıllara yayılan bir süreçte okuyarak, çok sayıda fotoğraf ve resme bakarak ama en çok da çok fotoğraf çekerek öğrendim. Gerek teknik fotoğraf gerekse estetik kuramlar bana göre ancak ve ancak çok sayıda fotoğraf çekerek pekişiyor ve gelişiyor. Henri Cartier-Bresson'un "İlk 10 bin fotoğrafınız en kötü fotoğraflarınızdır." sözü kesinlikle doğru. Makinenizle doğal bir bütünlük kurmanız, makinenin bir uzantınız haline dönüşmesi, vizörden gördüğünüz sahneyi nasıl yorumlayacağınız, doğru anda deklanşöre basma kararınız; özünde deneyim ve pratik ile edinebileceğiniz özellikler.
ESQ: Fotoğrafta daha çok hangi alana yoğunlaştınız?
A.B: Genelde portre ve sokak fotoğrafları çekiyorum. Portre fotoğrafçılığı özel bir alan ve ben de her zaman insanlıkla ilgili biri oldum. Gittiğim yerlerde insanların yaşamı, çevreleriyle kurdukları ilişki, günlük hayatın akışı her zaman coğrafyanın kendisinden daha çok ilgimi çekti. Portrelerini çektiğim insanların kişiliklerine dair ipuçları vermek ya da mekân-insan ilişkisini fotoğraflamak da yoğunlaştığım alanlar. İzleyicilerim bana 'ruh avcısı' diyor, benim yapmaya çalıştığım şey de tam olarak bu. Farklı ülkelerden portrelerle insanlığın evrenselliğine bir belge olmasını dilediğim çalışmalar yapıyorum. Bunların dışında son iki yıldır belgesel çalışmaları yapıyorum. Hindistan'da bazı özel etnik grup ve topluluklarını çalıştığım ve halen
devam eden bir belgeselim var. Ayrıca bu yıl ABD'li bir sivil toplum kuruluşuyla Nepal'de çocuk ve seks ticareti üzerine bir belgesel çektik.
ESQ: Uluslararası alanda bir yarışmaya katıldınız mı?
A.B: Evet, ilk belgeselim olan ve Hindistan'da kapalı ve özel bir topluluğu konu alan 'Üçüncü Tür'le 2015 yılında Fransa'da Visa pour l'Image Foto Muhabirliği Festivali'nde 'Coup de coeur' ödülünü aldım. 2016 yılında 'Gujarat Kabileleri' adlı çalışmam Moskova Uluslararası Fotoğraf Ödülleri'nde Onur Mansiyonu aldı. Bunların dışında İstanbul'la birlikte Fransa, Şili, Küba ve İtalya'da kişisel ve karma sergilerim oldu. Ayrıca geçtiğimiz aylarda Bursa FotoFest 2017'de bir çalışmamla yer aldım ve Fethiye FotoFest 2017'de bir söyleşi ile güzel insanlarla buluştum. Her biri keyifli ve mutluluk verici anlar benim için.
ESQ: Fotoğrafın videonun yaygınlaşmasından sonra değer kaybetmemesini nasıl açıklıyorsunuz?
A.B: Bana göre her ikisinin farklı dinamikleri var ve ikisini kıyaslamamak gerekiyor. Evet, hızlı tüketim çağında yaşıyoruz ve özellikle gençler her şeyin hızlı ve hareketli olanını tercih ediyor. Videolar bu anlamda belli noktalarda tatmin edici olabiliyor ama herhangi bir videoyu izlemek dahi zaman alıyor, en azından iyi ya da kötü bir video olup olmadığına karar vermeniz dahi bir zaman harcamanızı gerektiriyor. Fotoğraf ise 'an'ları sonsuzladığı için özel. Ayrıca gözünüzün önünde hazır; olduğu gibi duruyor, izlemek için bir saniye ya da bir saat harcayıp harcamamak tamamen size bağlı. İster ailenizle bir piknik, ister bir selfie, isterse profesyonel amaçlarla çekilmiş bir fotoğraf, mutlaka bir şey anlatmak, bir anı dondurmak, özel bulduğunuz bir durumu saklamak amacıyla çekilmiş olduğu için ve bu duyguları ve anları bize yeniden yeniden hatırlattığı ve yaşattığı için çok değerli.
ESQ: Vizörden farklı anlar görebilmek için ne gerekli?
A.B: Benim inandığım ve çeşitli platformlarda dillendirdiğim bir düşüncem var. Çektiğiniz fotoğraflar bir iç yolculuk, sizi yansıtan bir ayna ve aynı zamanda kim olduğunuza göre şekillenen bir çıktı. Bana göre okuduğunuz tüm kitaplar, izlediğiniz tüm filmler, gördüğünüz tüm resimler, heykeller, yaptığınız tüm yolculuklar, etrafınızdaki insanlar ve sevdiklerinizle ilişkileriniz ve sizi siz yapan her şey fotoğraflarınızı da biçimlendiriyor. O yüzden sanırım farklı görebilmek belli bir yere kadar zaten içinizde olan bir yeti ama gelişmesi için okumak, öğrenmek, durmaksızın denemek, sevmek, çekmek, yanılmak, dinlemek, izlemek, düşünmek, yaşamak lazım geliyor.