Esquire Türkiye Temmuz-Ağustos 2018'de neler var?
Esquire Türkiye'nin Temmuz-Ağustos sayısında sizleri neler mi bekliyor?
BENICIO DEL TORO
HOLLYWOOD'UN SERT ÇOCUĞU
30 yıldan uzun bir süre ve 40'tan fazla film. Benicio Del Toro, kendi döneminin en heyecan verici aktörlerinden biri olarak ünlendi ve eski Hollywood yıldızları neslinin varisi olarak bir kariyer yaptı: Yoğun, tahmin edilemez ve son derece havalı. Yeni filmi 'Sicario 2: Soldado' ile hem CIA'den hem de kartellerden kaçan bir tetikçiyi oynuyor. Esquire, bu başına buyruk yıldızın zirvedeki haline tanık oldu.
RÖPORTAJ ALEX BILMES
FOTOĞRAFLAR SIMON EMMETT
DERLEME ERKİN ÇAM
Büyük bir adam o, güçlü ama adının aksine boğa gibi değil. Onda bir hüner, bir incelik var. Hafif adımlarla yürüyor, hızlı hareket etse de acele ediyormuş gibi görünmüyor. Biraz önce buradaysa, şimdi şurada duruyor. Bunu nasıl yapıyor? Arkadan geliyor, yanınızda beliriyor, aynı geldiği gibi neredeyse yok olurcasına gidiyor. Bu yazı için Nisan ayında, Los Angeles'ta, üç gün üst üste onunla her buluştuğumda nerdeyse rüzgâr gibi geldi ve yine rüzgâr gibi geçti gitti. Nereden geliyordu, nereye gitti? Söylemek zor.
Benicio Del Toro, gençliğinde iyi seviyede basketbol oynadı. Ergenliğinde Porto Riko, Miramar'daki odasının duvarını en sevdiği basketbol oyuncularının posterleri süslüyordu. Hatta bir ara profesyonel bir basketbol kariyerini düşünebileceği kadar yetenekli olduğu ortaya çıktı. Oyunu çok bilmeseniz bile çok sinir bozucu bir rakip olacağını görebiliyorsunuz; sahanın görülmeyen kısımlarında oraya çıkan, aniden harekete dâhil olan, yetenekleriyle kendisine hayran bırakan – fark ettirmeden pas veren, bir anda şut çeken – ve sayı kazanıldıktan sonra yeniden ortadan kaybolan bir rakip.
Basketbol konusunda bir kariyer yapmak yerine oyuncu olmaya karar verdi ve cıva gibi, sürekli şekil değiştiren performanslar ortaya koydu. Dramatik girişler hiç de ona göre değil. Konuya yandan, fark ettirmeden giriyor, ilk başta fark edilmiyor, sahnenin köşesinde oluyor. Sonra bir numara yapıyor ve basketbolda dedikleri gibi: Sayı!
Beyazperdede 30 yılı aşkın sürede, az konuşan ve kararlı hareket eden adamları oynadı – yoğun, sıkılgan, gizemli adamlar. Yumuşak bir biçimde konuşan ve büyük silahlar taşıyan adamlar… Che Guevara ve Pablo Escobar oldu. Geçmişi karanlık sert adamları; uyuşturucu işine bulaşmış veya uyuşturucu ile 'savaşan' sorunlu polisler ve suçluları (bazen ikisi birden) canlandırdı. Ona bir bakın: Aşırı süslü bir düğün planlayıcı veya nazik bir masör olarak düşünebiliyor musunuz onu? Aslında insanlar onu bunlardan biri (veya ikisi de) olarak görmek için iyi para verebilirdi.
Birlikte üç film çektiği Sean Penn, onu 'sanatında önemli bir usta' olarak tanımlıyor, 'muhtemelen bir karakter oluşturma konusunda onun kadar yaratıcı olan kimse yok.' Repliklerini kırpmasıyla, kendisine yeni replikler eklenmesini değil repliklerini kesip atmasıyla, konuşmasından çok aktörlüğüyle, karakterlerini vücut diliyle oluşturmasıyla, kendisini en az ses kadar jestleriyle de ifade edebilmesiyle tanınıyor. En ünlü performanslarında konuşmaya başladığında da ya İspanyolca (Traffic, Che) ya da kendi uydurduğu bir dilde (Olağan Şüpheliler) konuşuyor. Önemli değil. Bir kelime bile etmese bile niyetini anlıyorsunuz.
Gerçek hayatta da kesinlikle az ve öz konuşuyor. Ama ketum biri değil. Doğru ruh halinde ise gayet konuşkan olabiliyor: Düşünceli, sıcak ve komik. Ayrıca tam da tahmin edeceğiniz gibi karizmatik.
Bu yazı için onunla çeşitli yerlerde sohbet ettik: Batı Hollywood'daki Sunset Marquis Oteli'nin palmiye ağaçlarıyla korunan, yer yer güneşli, yer yer gölgeli bir köşesinde, Batı Los Angeles'ta evinin yakınında sık gittiği eski moda bir mahalle restoranında Cajun soslu tavuk ve vitaminli meyve suyu ile öğle yemeğinde ve Esquire için fotoğraf çekimlerinin de yapıldığı bir Hollywood stüdyosunda, çekim aralarında.
Bunların hiç biri Del Toro ile ilk buluşmam değildi. İlk buluşmamız, 17 yıl önceydi; 2001 yazında onunla New York'ta bir röportaj yapmış, Four Seasons Oteli'nin barında votka ve yaban mersini suyu içmiştim. O zaman da yükselişteydi, Steven Soderbergh'in Traffic filminde zor durumda kalan bir Meksika polisi performansı ile kazandığı Oscar için tebrikleri kabul ediyordu (hatta şık takım elbiseli, İtalyan asıllı ABD'li ağır abilerin oturduğu bir masa o geçerken alkışlamış, biri kalkıp Del Toro'nun elini sıkmıştı – "Muhteşem bir işti," demişti. Bu adam, E Street Band'in gitaristi ve The Sopranos'un yıldızı Steven Van Zandt'tı.)
Bu uzun zaman önceydi ve o günden sonra çok şey oldu. Dünya değişti. Ama bazı şeyler aynı kaldı. Ben hâlâ film yıldızları ile röportaj yapıyorum. O da hâlâ ABD-Meksika sınırındaki uyuşturucu savaşının ortasında kalan duygulu, çelişkiler yaşayan adamları canlandırıyor. 2015 yılının yürek yakan hit filmi Sicario'nun devam filmi olan Sicario 2: Soldado'da kartel patronunun emriyle karısını ve kızını öldürenlerden intikam almaya kararlı bir katili oynuyor.
Kapak röportajının tamamı Esquire Türkiye Temmuz-Ağustos 2018 sayısında…
KELLY SLATER
DALGALARIN SONSUZ DÖNGÜSÜ
Zen felsefesini sporla bütünleştirmesiyle bilinen sörfün ilahı Kelly Slater, milyonlarca dolar harcayarak önceleri yaratılması imkânsız olarak görülen 'mükemmel dalgayı' yapay yollarla var etmek için gizlice bir mekanizma inşa etti. Lewis Samuels'e düşen de Slater'ı Kaliforniya kırsalında bulunan 'Surf Ranch' isimli kompleksinde ziyaret ederek sporcunun yarattığı bu makineyle ilgili akıllara takılan şu sorunun cevabını aramak oldu: Bu makine profesyonel sörfün kurtarıcısı mı olacaktı; yoksa tam aksine sörfün ruhunu mu çürütecekti?
YAZI LEWIS SAMUELS
FOTOĞRAF BJORN IOOSS
DERLEME KAAN SANCAR
Bir çatırtı duyuyorum. Sonrasında ise gittikçe yükselen bir anons sesi: "Son bir dakika!"
Dev bir havuzun ortasında sörf tahtamın üzerinde oturuyorum; 'popsicle' ismi verilen, buzlu dondurmalara benzetilebilecek şekilde tasarlanmış, nerdeyse yedi futbol sahası büyüklüğünde bir havuz. Suyun yüzeyi oldukça durgun ve karanlık. Adeta gökyüzünü yansıtan bir aynaya benziyor.
Aniden ölüm perisi 'Banshee'nin sesine benzer bir inleme duyuyorum. Bunun vinçle çekilen halatların sesi olduğunu anlıyorum, sonrasında. Birbiriyle bitiştirilmiş 150 tır lastiğinin oluşturacağı görüntüye benzeyen mavi bir düzenek, havuzun uzak köşesinde hızla havuzun içine doğru iniyor. Bir an tehlikeden uzaklaşma ve bu olaya sadece seyirci kalma isteği doğuyor içimde. Fakat bu aylardır beklediğim bir an, duruşumu koruyorum.
Birkaç metre ileride bir yanılsama beliriyor: Mükemmel dalga. Önce somut bir hal alıyor, sonrasında ise dağılmaya başlıyor. Kıvrak vücutlu, esmer, 46 yaşında bir sörfçü ayaklanıyor ve çaba harcamadan sürünürcesine bana doğru ilerliyor. Bu onun dalgası; yıllarca süren araştırma ve deneylerin, gizlice harcanan milyonlarca doların ürünü. Bu aynı zamanda onun sporu. Kelly Slater, Dünya Sörf Ligi'ndeki 11 şampiyonluğuyla sörfün tartışılmaz kralı. O ki, üstünlüğü, egemenliği ve dayanıklılığı ile birçok kişinin sadece gelmiş geçmiş en iyi sörfçü değil, gelmiş geçmiş en iyi atlet olarak tanımlayıp tanımlamama konusunda kararsız kalmasına neden olan biri. Tüm bunları kenara bıraksak bile, tüm hayatını başkalarının imkânsız olarak gördüğü şeyleri gerçekleştirmeye adayan biri karşımızdaki. Gelgelelim, Slater da bir insan. Ama orta yaşlı ve doktorunun tavsiyesinin aksine kırık bir ayakla bile sörf yapan biri. Ben bunları düşünürken Slater köpüren dalga ile birlikte sörf hareketini tamamlıyor ve kendini suda buluyor.
Yazının tamamı Esquire Türkiye Temmuz-Ağustos 2018 sayısında…
HAYATTAN NE ÖĞRENDİM?
MEHMET GÜRELİ
69, CİHANGİR
YAZAR, YÖNETMEN, MÜZİSYEN, RESSAM, OYUNCU
RÖPORTAJ ÖZGE DİNÇ
FOTOĞRAF KUTUP DALGAKIRAN
Ben beynimizin geçişli çalıştığını düşünüyorum; çok önemli bir şeyle ilgilendiğimiz sırada aklımızdan bambaşka bir şeyi geçirebiliriz. Ama hikâyeler böyle değildir; biz bu düşünce sistemini tam anlatamadığımız için çok düzgün hikâyeler anlatmaya çalışıyoruz.
Önyargı önümüzdeki en büyük engel ve ondan kolay kolay kurtulamıyoruz; onsuz bir şey düşündüğümüzü zannederken de aslında bizi o yönlendiriyor. Çıplak bakmayı, arınmayı öğrenmek önemli bir felsefedir. Bu sebeple çok az şeyle yaşayan Doğu filozoflarına ve Zen fikrine hep yatkın olmuşumdur. Çok fazla şey istemiyorum hayattan, olabilecek olan oluyor zaten.
Bir keresinde eşyamı azaltmak için kitaplarımı seçip dağıttım; sonraysa o kitapları yeniden bulmaya çalıştığımı itiraf edebilirim. Hâlâ o kitapları sahaflarda arıyorum.
Cihangir'de büyüdüm; bütün hayatım iki sokak ve dört evde geçti. Büyüdüğüm evde dayım Salâh Birsel'le birlikte otururduk. Eve Behçet Necatigil, Sait Faik, Nermi Uygur gibi isimler gelirdi. O dönemin dünyasında bu işlerle uğraşanlar Beyoğlu'ndaydı. Sait Faik Burgazada'da yaşar, ama Beyoğlu'nda kimi, nerede bulacağını bilirdi. Biz de sonra bunu Çiçek Bar, Papirüs, Ece Bar'da sürdürmeye çalıştık, ama bu yavaş yavaş bitti. Birilerine rastlayacağım yerler olsa, özlediğim insanları görmeye yine giderdim.
Çok sevdiğim bazı yazarların hikâyelerini saklıyorum, hayatta sevdiğim bir şey kalmaz da sıkılırsam okumak için. Her şey canımı sıkabilecekmiş gibi geliyor. Mesela bir sinemacı ölünce diyorum ki, "Bir daha film çekemeyecek!" Bu benim canımı çok acıtıyor.
Röportajın tamamı Esquire Türkiye Temmuz-Ağustos 2018 sayısında…
DOSYA
İLKEL GÖRÜNÜMLÜ ÂLİMLER: DOGON KABİLESİ
Afrika'nın ıssız topraklarında yaşayan bir kabile düşünün. Aklınıza hemen kendilerine özgü gelenekleri, dilleri, etnik dansları ve ilkel yaşantıları ile kıtanın klasiklerini üzerinde toplayan bir topluluk geldi, değil mi? Ancak konu 'Dogonlar' olunca iş biraz değişiyor. Kimi araştırmacılara göre, konu 'Dogonlar' olduğunda bu tanımlamaya bir de 'astronomi bilgini' ifadesini eklemelisiniz.
YAZI KAAN SANCAR
'İlkel bir toplulukla karşılaştığınızı anlamanın en iyi yolu modernliği yeniden solumaktan geçiyormuş, sanırım. En azından benim için bu böyle oldu. Batı Afrika'da yer alan Mali Cumhuriyeti'nin doğu kesiminde yaşayan Dogon Topluluğu ile geçirdiğim bir haftanın ardından uçağa bindiğimde hiçbir şey aynı değildi, çünkü. Ekonomi sınıfında oturduğum koltuk bile aşırı derecede lüks ve rahat bir nesneydi o anda gözümde. Yolculuğumu tamamlayıp şehre geri döndüğümde ise... ' diyerek başlamak isterdim bu yazıya ben de. Fakat ne yazık ki bu yazıyı metropol İstanbul'da, gerek kapitalist yaşantının uğrak noktası ismini vermek istemediğim bir kafede gerekse kent trafiğinin merkezinde yer alan ofisimizde etnik içecekler yerine soğuk kahve çeşitleri eşliğinde yazdım. Ha yok, yanlış anlamayın. Bulduğum uçak biletlerinin tarihleri iş rutinimle uyuşmadı sadece. Yoksa Dogon Kabilesi'yle yüz yüze 'tanışamamamın' başka bir nedeni yok, tabii ki.
Şimdi, "Dogonlar mı? Nereden çıktı bu?" diyebilirsiniz. İsterseniz, Afrika'ya ve aralıklı olarak Sirius Yıldızı'na (Evet, yanlış okumadınız.) yapacağımız yolculuk öncesinde kısaca bahsedeyim. Mayıs ayının son günlerinde klasik bir bahar akşamıydı. Dogonlar'ın varlığından bihaber evde bir arkadaşımla oturmuş, az öncesinde arkadaşıma önerdiğim 'Lele Pons' isimli komedyenin videolarını arkadaşımın 'YouTube' hesabından TV'ye yansıtarak izliyorduk.
Bir, iki, üç derken birkaç videoyu 'sonraki videoyu otomatik oynat' seçeneği açık vaziyette izledik. Birden 'The Unsolved Mystery of the Dogon' (Dogon'ların Çözülemeyen Sırrı) isimli bir video açıldı. Arkadaşım, "Ha, pardon. Bunu geçen gün izlemiştim. Değiştireyim hemen." dedi ve ben "Nedir bu?" diye sorunca ekledi, "Birkaç gün önce, Mali'nin Dogon ve Fulani isimli iki kabilesi arasında bir gerginlik çıkmış ve Mali devlet başkanı da bu olayların 'DAEŞ' ile ilgisi olduğunu ima eden açıklamalar yapmış. Yayınlanan haberlerin hepsinde de Dogonlar'ın da astronomi konusunda ilginç bir şekilde bilgili olduğundan da bahsetmişler. Bu nokta ilgimi çekti, ben de birkaç video izledim." Açıkçası, benim de ilgimi çeken kısım kabile savaşı değil bu nokta olmuştu.
Yazının tamamı Esquire Türkiye Temmuz-Ağustos 2018 sayısında…
İLETİŞİM HAPİSHANESİNDEN KAÇMAK MÜMKÜN MÜ?
Prada'nın 'Düşünce Makinesi' sergisi, bize büyük eserlerin ancak inzivada yaratılabileceğini düşündürüyor. Tabii eğer münzevi olabilecek kadar cesursak.
YAZI ÖZGE DİNÇ
İnziva yaratıcılığı besler mi? Ya da bir diğer deyişle kalabalıktaki bu harala gürele halimiz düşüncelerimizi susturuyor mu? Heidegger ve Wittgenstein gibi filozoflara bakılırsa susturmakla da kalmıyor, düşünme eyleminin kendisi ortadan kalkıyor.
Prada'nın 26 Mayıs'ta Venedik'teki Fondazione Prada binasında açtığı ve 26 Kasım'a dek sürecek 'Machines à Penser' (Düşünce Makinesi) adlı sergi, bize bunları düşündürüyor, hatta sonunda amaçladığı gibi hayhuy içindeki hayatlarımızı sorgulatıyor.
'Düşünce Makinesi', 20. yüzyılın öncü üç büyük filozofuna Adorno, Heidegger ve Wittgenstein'ın zorunlu ya da gönüllü sürgün hayatlarına, inziva arayışlarına, bu seçilmiş yalnızlık içindeki hayatın felsefe alanına katkılarına odaklanmış. Epey de düşündürücü şekilde: Aslen saray olan bir yapının içinde. (Gerçi sarayda da sürgün hayatı yaşanabilir; akla hemen V. Murat geliyor.)
Yazının tamamı Esquire Türkiye Temmuz-Ağustos 2018 sayısında…
MODA
RAHATLIĞIN ZİRVESİ
Bu yaz renklerin ve desenlerin hâkimiyeti baskın olsa da sakinliğini koruyan pastel tonlar da birçok tasarımda kendini gösterecek. Üstelik aşırı rahatlığı vadederek. Neredeyse pijama kategorisine girecek görünümde ve rahatlıktaki takım elbiselere, salaş bermudalara, 'oversize' üstlere kendinizi alıştırın deriz. Ne de olsa; şıklık biraz da farklılıklara ve sürprizlere açık olmayı gerektiriyor.
MODA EDİTÖRÜ DUYGU ALTIPARMAK
FOTOĞRAF ÖMER FARUK GÖKALP
Yazının tamamı Esquire Türkiye Temmuz-Ağustos 2018 sayısında…
SAAT
TOPRAK, SU, YAPRAK
İsviçreli saat markası Rado, doğaya adadığı bir koleksiyon üretti, sonra yolu görkemli İtalyan bahçelerine çıktı.
YAZI ÖZGE DİNÇ
Yazıya başlarken elimde İtalyanca bir kitap tutuyorum. İtalyanca bilmiyorum, bilmeme çok da gerek yok; çünkü Grandi Giardiani Italiani üst başlığındaki, The Italian Garden Guide 2018 altbaşlıklı kitabı, dünyaca ünlü İtalyan bahçelerinin cennet-esk fotoğrafları oluşturuyor.
Yazının tamamı Esquire Türkiye Temmuz-Ağustos 2018 sayısında…
SEYAHAT
FAZLASIYLA NICE
Geçen ay Amalfi sahillerinde turluyorduk. Sıra dışı bir huzurdu, hissedilen; ardımıza bakmadan oralardan uzaklaşmak mümkün değildi. Akdeniz sevgisinden olsa gerek, rotamızı bu sefer batıya, Fransız Rivierası'na çevirdik. Nice, tam da orada; sağında solunda Cannes, Monaco ve Toulon var. Enfes bir hat ve fazlasıyla huzur, eğlence… Ama Nice, hem ilk hem de son durak bizim için.
YAZI TOGAN NOYAN
Fransız Rivierası veya Côte d'Azur adıyla bilinen bölgeyi bir hat olarak tanımlarsak, Toulon-Monaco arasına bir çizgi çekmemiz gerekir. Elbette bu çizgiyi düz bir şekilde baştan sona tamamlamak mümkün değil; zira elinizin titrediğini ve çizerken bolca hata yaptığınızı hayal edin.
Yazının tamamı Esquire Türkiye Temmuz-Ağustos 2018 sayısında…
YEMEK
ÖDÜLE DOYMAYAN TAYLANDLI: PERA THAI
Geleneksel Tayland yemeklerini bizzat yerinde olmasa da Tayland hükümeti tarafından ödüllendirilmiş bir adreste yemek isterseniz; yolunuzu mutlaka Şişhane'deki Pera Thai'ye çevirmenizde fayda var. Geçen ay 'İncili Gastronomi Rehberi' tarafından iki inciye layık görülen Pera Thai'yi yeni ev sahiplerinden dinledik.
YAZI SEDA KARAN
FOTOĞRAF İSA ARSLAN
Şişhane'den Asmalı Mescit'e uzanan Meşrutiyet Caddesi üzerinde konuşlanan Pera Thai, tam 17 yıldır aynı adresinde hizmet veriyor. Üstelik bugüne kadar 'En İyi Uzak Doğu Restoranı' gibi ödülleri ve çok az restoranın alabildiği Tayland Hükumeti tarafından da kazandığı kalite belgesi bile mevcut. Ancak bu aralar Pera Thai'de bir değişim söz konusu. Tam 17 yıl evi gibi gördüğü mekânını ödüllerle ayakta tutmayı başaran Neval Gürçay, bu sektöre veda edip Pera Thai'yi Fatma Güner Üstüner Pala ve eşine emanet etti. Biz de değişim bahanesiyle Pera Thai'yi ve değişimleri yeni ev sahiplerinden dinlemek üzere mekâna doğru yola çıktık.
Yazının tamamı Esquire Türkiye Temmuz-Ağustos 2018 sayısında…
INFO
TEK BAKIŞTA GELENEKSEL BİR TURNUVA: WIMBLEDON 2018
Tenisin en eski ve en prestijli organizasyonu Wimbledon, 132. kez şampiyonların kupa kaldıracağı o ana hazırlanıyor. Elbette biz de ona!
YAZI BARAN ALIŞKAN
Çim kort, beyaz kıyafetler, karşılıklı sallanan raketler ve yazılı olmayan kurallar… Tüm bu verileri bir arada bulabileceğiniz tek adrese, Wimbledon'a davetlisiniz.
Yazının tamamı Esquire Türkiye Temmuz-Ağustos 2018 sayısında…
TEKNOLOJİ
YAKIN TAKİP
İster planlı egzersizler vasıtasıyla olsun isterse günlük koşuşturma yoluyla, fiziksel aktiviteler hayatın değişmez parçalarından. Bu aktiviteler sırasında vücudumuzda gerçekleşen değişimi gözlemlemenin en 'şık' yolu ise aktivite takibi yapabilen akıllı saatler kullanmak.
YAZI KAAN SANCAR
Yazının tamamı Esquire Türkiye Temmuz-Ağustos 2018 sayısında…