Bir saat ustasının hikayesi
İşi, zamanı sabırla inşa etmek olan bir hız tutkununun çelişkili ve tutkulu hikayesi...
Yazı: Özge Dinç
IWC Saat Atölyesi'nin yöneticisi Christian Bresser, mutat olduğu üzere geçen ay, bir hafta boyunca saatçilik atölyesi düzenlemek için İstanbul'a geldi. Bu bir saat süren atölyede önünüze bir saat ustasının ihtiyaç duyacağı araç gereçler ve IWC'nin basit bir saat mekanizması konuyor. Bresser, saat mekanizmasının parçalarını anlatırken size saati sökmeyi ve yeniden çalıştırmayı öğretiyor. Ben de Bresser'in üç yıl önceki atölyelerinden birine katılmış, bu basit mekanizmayı tekrar çalıştırabildiğim için gülünç bir şekilde kendimle gurur duymuştum. Önünüzde duran obje, tamamen mekanik; yani bütün gücünü kendi mekanizmasından alıyor. Bu sebeple bu durmuş objeyi yeniden canlılığına kavuşturabildiğinizde heyecanlanmamanız elde değil.
Benimki ya da o atölyeye katılan diğer misafirlerinki bir yetenek değil, oysa karşımızda çok yetenekli bir saat ustası var. Sektörün en genç saat ustalarından biri olan 43 yaşındaki Bresser'le üç yıl sonra bu kez saat ustası olmak hakkında sohbet etmek üzere bir araya geliyoruz. Bütün gün anlatmaktan yorgun, ama gülümsemeye devam ediyor. Ben de yorgun haliyle ona sorular soracağım için kendimi biraz suçlu hissediyorum. Ama laf arasında saatçilik atölyelerine artık katılmayacağını, bu atölyeleri başka bir ismin sürdüreceğini öğrenince pişmanlığım kendiliğinden geçiyor: Şimdi gelmesem bir daha ne zaman onunla konuşabilirdim ki?
Bresser'in çocuğu gibi gördüğü saatlerden biri: IWC Pilot Double Chronograph Top Gun
Bresser'e ilk sorum, bu saatçilik atölyelerini neden düzenledikleri oluyor. Saatçilikle ilgilenenler için muazzam bir deneyim olduğu kesin; ancak markanın atölyeleri düzenlemekteki amacı ne? "Ben kendi düşüncemi söyleyebilirim ancak," diyor Bresser. "Yapmak istediğim şey, insanlara saat ustalarının nasıl çalıştığını göstermek, yaptığımız işi anlatmak. Biz bu atölyelere, saatçilik dünyasındaki büyük rekabetin içinde insanlarda IWC için farkındalık yaratabilmek, insanlara iyi vakit geçirtmek için başlamıştık; çoğu marka da bizi takip etti, bununla da gurur duymadan edemiyoruz ama bu atölyeleri bu içerikle düzenleyen tek markayız hâlâ. Benim işim asla saat satmak değil, yalnızca yaptığımız işi öğretmek; tutkumu insanlarla paylaşmak. Ama markayla ilgili çok hoş dönüşler de oluyor elbette."
Bresser, işini heyecanla anlatıyor, ama onun hayat hikâyesi İsviçreliler gibi saat ustası olma hayaliyle başlamamış. Çocukken bir savaş pilotu olmak istiyormuş. "Niye ki?" diyorum; tamamen sessiz bir ortamda, yıllarca, gözle zor görülen parçalarla çalışan bir saat ustası için çelişki sayılabilecek bir yanıtla, "Çünkü hızlı," diyor. "Hızı seviyorum. Otomobil, uçak, hız botu; hangisi olursa olsun hız yapmayı severim. Hafta sonları hızlı sürüşler yapıyorum." Dünyanın en tehlikeli motor yarışlarından Nurburging Nordschleife'e dahi katılmış.
Fotoğrafçı, çekeceği fotoğraflar için jestlerini biraz abartmasını talep edince espri yapmadan edemiyor Bresser: "Tamam, çalışırken de ellerimi kullanıyorum, ama araç gereçlerim olmayınca ellerimi nereye koyacağımı bilemiyorum." Sonra İtalya'da insanların ellerini çok kullandığından, Kuzey'de ise insanların daha rahat, daha sakin olduğundan söz ediyor. "Ya İstanbul?" diyorum, gülümsüyor. "İstanbul, iyi bir karışım; hem rahat hem hızlı. Ancak taksi şoförlerini düşünecek olursak pek de rahat olduklarını söyleyemeyiz." Hızlı sürüşlerini gerçekleştiremediği tek metropol de trafikten ötürü İstanbul'muş. "Ama olsun," diyor. "Sürüş, sürüştür."
Saatçilik üzerine yazılmış bir kitapta Bresser'in Jamaika'da doğduğu, Miami ve Florida'da büyüdüğü belirtiliyordu. Bresser, Jamaika günlerini doğruluyor; 13 yaşında annesi yeniden evlenince Almanya'ya taşındığını, eğitim hayatını orada tamamladığını da ekliyor. Çocukluğundan bugüne hobilerinden birinin oyuncak maket yapmak olduğunu söylediğimde epey şaşırıyor ve bizi güldüren yorumu yapıyor: "Anlatmama gerek yok, sen benim hakkımda benden daha çok şey biliyorsun." Savaş pilotu olmak bir çocukluk hayaliymiş, ona göre her çocuk bu türden hayaller kurar. Savaş pilotu olma isteğiyle uçak maketleri yapmaya başlamış. Bugün bile bir uçağa bakıp onunla aynı özelliklerde bir maket yapabileceğini anlatıyor.
Nasıl saat ustası olduğunu sorduğumda ise "Tamamıyla tesadüf," diyor. Askerden sonra uzun süre iş aramış; elmas işlemeciliğinden diş teknolojisine kadar her işi yapabileceğini düşünüyormuş. Sonra bir saat firmasında iş bulmuş ve üç ayda işe âşık olmuş. Eğer saat firmasında iş bulamasaydı bu işe olan yeteneğini ve ilgisini hiçbir zaman fark edemeyecekti belki de.
Sonrasında Almanya'da, tüm gün süren bir okulda ("İsviçreliler gibi," diye de ekliyor.) üç yıl saatçilik eğitimi almış. Bu eğitimi almasının sebebi "İşinde çalışacağı markayı seçebilecek kadar iyi olmak"mış. Okulla beraber Rolex, Zenith, Omega ve IWC'yi gezdikleri bir etkinlikte IWC'de çalışmayı kafasına koymuş. "IWC'de sizi çeken neydi?" diye soruyorum, "O yıllarda henüz ufak; büyümekte olan bir markaydı, sektör dışındakiler ismini henüz bilmiyordu, ama aynı zamanda tarihi de güçlüydü," diye anlatmaya başlıyor. "Büyümekte olan bir markanın bir parçası olma fikri beni heyecanlandırdı. Orada bir aileydik. Herkes bir markanın bir numarası olmak ister, biz ise bir ailenin üyeleri olmak istedik. Aynı zamanda markanın mirasının yürütücüsü olmak istedik elbette." IWC'nin bugünkü konumu ise hepinizce malum; o zaman 500 kişinin çalıştığı markada bugün 1.000 kişi çalışıyor ve artık ismini bilmeyen yok.
Bresser'in bir başka söyleşisinde ilk saatlerini çocukları gibi gördüğünü okuduğumu söylüyorum. IWC'de üzerinde çalıştığı ilk saatler, yani ilk çocukları hangileriydi? Bana ilk saatlerinin Portofino ve Mark XV gibi en çok satan, komplike olmayan saatler olduğunu anlatıyor. Onun çocuğu gibi gördüğü saatler ise Komplikasyon Bölümü'nün yöneticisi olduğunda üzerinde çalışmaya başladığı seramik çift kronograflı saatler. Yine dalış için üretilen titanyum Aquatimer'ı sayıyor. Peki bu saatleri birinin kolunda gördüğünde ne hissediyor? "Bu mekanizmalar çok özel; çünkü örneğin bazı limitli sayıdaki saatlerden dünyada yalnızca 50 tane var. Bu saatleri birinin kolunda gördüğümde çok duygulanıyorum, gördüğüme çok mutlu oluyorum." Hız tutkusunu hatırlatıp "Belki saatler size sabırlı olmayı öğretmiştir," dediğimde karşı çıkıyor. "Sabrı çok daha önceleri öğrenmiştim. Maket yapmak da çok sabır gerektiren bir uğraştır." Peki saatler ona neler öğretti? "Jamaika'da katı, âdeta askeri tarzda eğitim veren bir okulda okudum. Orada bize hep şöyle derlerdi: 'Her işi, çok iyi olduğun iş gibi yap.' İnsanın hata yapması normal, ama mükemmeli araması lazım. Maket yapmayı severdim, saatçiliği de öyle yapmaya çalışıyorum. Çünkü tesadüf eseri girdiğim bu işe âşık oldum. Bir şeyler inşa etmek harika bir his. Maketler bitince evet güzel görünüyor, ama o kadar. Saatler için ise her zaman şunu söylerim: Ölü bir materyali eline alıp ona hayat veriyorsunuz. Buna ben 'Tanrı Kompleksi' diyorum, siz adına 'Frankenstein Kompleksi' de diyebilirsiniz. İnşa ettiğiniz şeye insanlar tutku duyuyor. Belki bin adet üretilen saatin insanlarda tutku yaratabileceğini biliyorsunuz. Sizin çocuğunuz gibi gördüğünüz saatler sizi duygulandırırken bir yandan insanlara da zevk alabilecekleri bir şey vermiş oluyorsunuz. İnsanlara haz vermenin verdiği tatminle hızlı sürüş yapılan motor yarışlarında duyulan heyecan arasında bir fark yok. Bir saat, onu alan kişiyle sonraki kuşaklara taşınıyor, onların da haz duyduğu bir obje haline geliyor. Saat ustası olmak beni bu sebeplerden ötürü bu kadar mutlu ediyor."
Onu markanın pazarlama kısmına yönlendiren de efsanevi saat ustası Kurt Klaus olmuş. "Sen," demiş, "iyi İngilizce konuşuyorsun; bildiklerini paylaşmayı, sohbet etmeyi, seyahat etmeyi de seviyorsun. Bu saatçilik atölyelerini sen yürütmelisin." O da bu öğütten sonra insanlarla saatçiliğe duyduğu tutkuyu paylaşmaya başlamış. Yıllardır yürüttüğü bu atölyelere bu aydan sonra ara vermek ve saat ustalığı görevine dönmek istediğini söylüyor, çünkü artık kendisini yüksek komplikasyonlar konusunda geliştirmek istiyor. En büyük hayali ise markaya yüksek saatçiliğin zirvesi olan büyük komplikasyonlu bir saat kazandırmak. "Daha önce komplike bir saat üretilmişti. (IWC Portugieser Grande Complication) Hedefim, 150. yaşında yine böyle bir saat yapmak." (Yani seneye; çünkü 1868 doğumlu IWC 2018'de 150. yaşını kutlayacak.)
Bresser'e şu an hangi saat üzerinde çalıştığını soruyorum, sır vermeyeceğini söyleyip kahkaha atıyor, ama beni meraklandırmayı da ihmal etmiyor: "Önümüzdeki sene duyurulacak bir saat üzerinde çalışıyorum; şimdiden herkesin ondan bahsedeceğini söyleyebilirim." Sonra da kendisinin saat üretimi işinin yalnızca bir parçası olduğunu ekliyor: "Fabrikanın bir bölümü kötü çalışsa orada sistem işlemez. Bu bir takım işi. Bu takım işini başardığınızda da ortaya muhteşem işler çıkacaktır."
Komplikasyonlardan bahsetmişken hangi komplikasyonun IWC'yi daha çok temsil ettiğini soruyorum. Yanıt olarak Kurt Klaus'un 1983'te marka için icat ettiği daimi takvimi söylüyor. "Bu daimi takvimli saatler, size günü, tarihi, yılı, yüzyılı, hatta binyılı haber veriyor." Gülerek ekliyor: "Aynı zamanda da saatin kaç olduğunu söylüyor tabii. Saat, cebinizdeki bir bilgisayar gibidir. Ama tamamıyla mekaniktir. Kurt Klaus bir toplantıda seyirciler karşısında daimi takvimi nasıl icat ettiğini anlattığında dinleyicilerle birlikte ben de bunun saatçiliğin ve IWC'nin dönüm noktalarından biri olduğunu düşünmüştüm."
Christian Bresser'in en hayranlık duyduğu saat ustası, tahmin edeceğiniz gibi Kurt Klaus. Onun dâhi bir saat ustası ve başarılı bir isim olmanın yanında çok iyi bir insan olduğunu söylüyor Bresser. Ona öğrettiği her şey için minnettar. "İlerleyen yaşına rağmen çok enerjik biri," diyor. "Resmen uyumuyor."
Saatlerin üretim sürecini merak ediyorum, bu sürecin her saatte farklı işlediğini belirtiyor. Markanın koleksiyonlarında yalnızca bir komplikasyonun araştırma süresinin 10 yılı bulduğu saatler varmış. Araştırmaların neden bu kadar uzun sürebildiğini soruyorum; "Çünkü," diyor, "Her şey hesaplanıyor. Bir saatin tasarımı bir evredir, ama ondan sonra her parçayı baştan üretmek zorundasınız. Her şey, siyah bir mürekkeple beyaz kâğıdın üzerinde yaratılır." Saat üretiminde astronomi, matematik ve kimya gibi bilim dallarının en çok hangisine ihtiyaç duyulduğunu soruyorum, tereddütsüzce yanıtlıyor: "Matematik, sadece matematik."
Bir saat ustasının bugünkü teknoloji sayesinde üstesinden gelmesi gereken zorlukların geçmişe göre daha az olabileceği yorumunu yapıyorum. "Dünya çapında 100 ya da 200 saat ustası var," diye cevaplıyor Bresser. "Ama yapılan iş, geçmişten bugüne pek değişmedi. Ufak bir kasa içine zamanı koyuyorsunuz. Başarmak istediğiniz şey ise müşterilerinin hayal bile etmediği yenilikleri gerçekleştirmek, onlara beklediklerinden fazlasını sunmak."
Bir mekanik saat, matematik, kimya ve fizik gibi bilim dallarından faydalanarak ortaya çıkan bir 'ürün'; ancak bize bir ürün olmaktan fazlasını da veren, heyecanlandıran, duygulandıran, mutlu eden bir objedir. Ne de olsa Bresser'in dediği gibi içine zaman üflenmiş. Bu da hep tartışılan, pilli saat-mekanik saat karşılaştırması konusunda bir saat ustasının ne düşündüğünü öğrenmeye itiyor beni. "İnsanlar mekanik saati tercih etmeli," diyor Bresser, "Çünkü değerli. Quartz saatler hassasiyet konusunda çok iyidir, ama mekanizması hakkında hiçbir fikriniz yoktur; pili bitince saat de susar. Belki 1.000 ya da 2.000 avroyu bozulsa çöpe atacağınız bir ürüne verirsiniz. Ama bir mekanik saat; el yapımıdır, tutkudur, güzelliktir, tasarımdır; zamansızdır."
Yüzyıllar boyunca aile ağacımızın gölgesinde duracak mekanik saatlerin iyi durumda olması için ne yapmamız gerekir diye merak ediyorum, Bresser'in yarasına dokunduğumu ise sonradan anlıyorum. "Saatin ihtiyaç duyduğu şey, düzenli servis," diyor Bresser. "Ancak bu konuda şaşırdığım bir şey var. İnsanlar bir otomobil ya da jet aldığında onu düzenli olarak servise götürüyor ya da otomobili bozulduğunda zaman kaybetmeden çaresini arıyor. Ancak 7 gün 24 saat çalışan saatleri bozulduğunda sinirlenip kenara attıkları oluyor. Oysa hiçbir cihaz, saat gibi yaşamımızın her anında yanımızda değildir. Bir otomobil ve uçak yüzyıllarca yanınızda olamaz, kullanım zamanı kısıtlıdır. Bu sebeple anlayışımızı değiştirmemiz ve saatlerimize iyi bakmayı öğrenmemiz gerekiyor."
Christian Bresser, röportajın sonuna doğru çok yorulmuş olsa da gülümsemesini yüzünden eksik etmiyor. O, tesadüfle başlayan kariyeri sonunda dünyanın 200'den fazla olmayan saat ustasından biri oldu; ancak bu başarısının ardında kesinlikle saatçilik konusundaki yeteneği kadar iletişim yeteneği de var: İşi yıllarca sakin bir odada, tek başına çalışmak olan bir saat ustasıyla sohbet ederken bu kadar güleceğinizi düşünmezsiniz.
Bresser'i daha fazla yormamak için defterimdeki sorulardan geri kalanını es geçip en çok merak ettiğimi soruyorum. "Genç saat ustalarına neyi öğütlüyorsunuz?" Kolundaki saati bana verip şöyle diyor: "Kurt bana söylemişti, ben de genç meslektaşlarıma aynısını söylüyorum: 'Kendin ol. Kopyalama; olduğundan fazlasıymış gibi davranma. Sadece kendin ol.'"