Bir keşif ve arınma hikâyesi: İlker Kaleli

Hakkında net bir yorumunuz olmasa da çoğunluğun katıldığı gibi ‘cool’ tanımını sonuna kadar hak ediyor. Kararlı duruşu, sakin tavrı ve muzip bakışları bunu destekleyen diğer başlıca özellikleri. Bu aralar gözlerin aradığı İlker Kaleli’den bahsediyorum… Kendi deyimiyle şu sıralar ‘devre arası’nda olan Kaleli ile kendini keşfetme çağını konuştuk.

Giriş Tarihi: 29.09.2018 12:00 Güncelleme Tarihi: 29.09.2018 12:01

"Bir sabah bir kalkıyorsun; çevrendeki herkes mavi gözlü, beyaz tenli ve sarışın. Hava öğleden sonra saat 15.00'te zifiri karanlık oluyor ve günde 12 saat bedenen, üstelik İngilizce çalışmak durumundasın. Bak bu da çok ilginç… Hem çok istediğin bir şeyi başarıyorsun hem de esas meselenin istediğin şeyi elde ettikten sonra başladığını görüyorsun. Londra şehir olarak da insanlarıyla da bana çok şey kattı. Okulu başka, insanı başka, şehri başka mevzu idi. Benim orada hem şansım hem de şanssızlığım; yabancı öğrencilerin çok nadir kabul edildiği bir ortamda olmamdı. Yedi göbek İngilizlerle bir aradaydım; her ne kadar İstanbul'dan da gitsem, bir kültür şoku yaşanıyor. Öteki olmanın, azınlık olmanın tadını orada dolu dolu alıyorsun. Şimdi düşünüyorum da belki de hayatlarımızda şanssızlık olarak gördüğümüz şeyler zaman geçtikçe anlam değiştirerek bir şansa dönüşebiliyor. Mesela, en başta konuştuğumuz anne-baba meselesi. Daha 13 yaşından itibaren birey olarak ayakta durmayı öğrenmeme neden olmuştu. O zamanlar ergenliğe yeni girmiş bir çocuk için üzücü ama bu olay Londra'da herkesin birey olarak kabul edildiği bir ortamda anlam değiştirdi tabii, daha kolay adapte olmamı sağladı. Ama öte taraftan da bu ülkeyi kısa bir süreliğine de olsa terk etmeden göremeyeceğin konfor alanlarımız var burada. Bakkala gidip ekmek almak gibi… Ya da otomobilinin lastiği patladığında mutlaka birinin yardım edeceğini bilmen gibi… Bu konforların hiçbiri yok Londra'da. Ölecek kadar hasta da olsan, tek başınasın. İşte az önce konuşmamızın başında söylediğim gibi insanlar orada kedi gibi sosyalleşiyor. Onun da handikapı öyle yaşamaya alıştıktan sonra buraya döndüğünde iş yapma şeklinde bile bir terslik olduğunu görmek oluyor."

Böylesine bir okulda okuyan birinin yerli ve yabancı oyunculardan birçok idolü olabileceğini düşünüyorum… Fikrimi, elbette oyuncu olarak çok beğendiği isimler olduğunu ancak tek tek isim vermenin ayıp olacağı için doğru olmadığını söyleyerek destekliyor. Ve sanatçı olmanın aslında bir bakıma 'farklı' olmak anlamına geldiğine değiniyor: "Sanatın herhangi bir dalı içinde bu ayrım yapılmamalı bence. Sanatçı dediğin insanın zaten herkes gibi olmaması gerekiyor. Mesela, herkesin sevdiği ve bireyselde de bayıldığı bir 'sanatçının' ne kadar sanatçılık yaptığı bir soru işareti. Nasıl ki bir 'bilim insanı' dediğimiz insan, insanlığa yeni bir bilgi kazandırmak için çalışır, sanatçının görevi de benzer aslında. Onun da yaşamın içindeki formlar, biçimler, ilişkiler üzerine daha önce olmayan bir şeyi ortaya koyması gerekir. Zaten var olan, kabul gören ya da genelgeçer tabuları yıkması gerekir. Zor tiptir yani sanatçı dediğimiz. Arar, araştırır, sorgular, beğenmez. Çok basit şeylere takılabilir, çok büyük şeyleri hiç umursamaz; gıcık edebilir insanı."

Yine son zamanlarda tartışılan bir konuya değiniyorum bu kez; sanatçı kimliği taşıyan insanların 'snob' halleri gerekli midir?

"Asla! O çok başka bir durum. Snob'luk kendine güvenmeyen adamda olur. Vardır bir derdi; onu kapatmak için 'snob'muş gibi davranıyordur. Gerçekten cool olan bir adam; yaşayan, tadan, gören ve bütün bunları sindirip herhangi bir olumsuz durum karşısında herkes paniklerken sakinliğini bozmayandır."

gömlek (İlker Kaleli'ye ait.), pantolon VAKKO

BİZE ULAŞIN