Ebru Baybara Demir ile Hayattan Ne Öğrendim?

Şef ve sosyal girişimci Ebru Baybara Demir ile hayattan ne öğrendiğini konuştuk...

Giriş Tarihi: 28.01.2019 09:45
Röportaj Seda KARAN
Fotoğraf Betül YAZICIOĞLU

Şef, Sosyal Girişimci, 42

Aslında
şu anda güçlü bir şekilde işlerime sarılıyor ve ayakta duruyorsam bunu başarmayı ailem sayesinde öğrendim. Biz Mardinli bir aileyiz, evin üçüncü kızı olarak dünyaya gelmemden sonra anneme ve babama oğulları olmuyor diye çok baskı kurulmuş. Babam da üç kızını da erkek gibi yetiştireceğim diye tası tarağı toplayıp İstanbul'a yerleşmiş. Şartlar ne olursa olsun mücadele etmeyi annem ve babamdan öğrendim.

Marmara Üniversitesi turizm ve otelcilik bölümü mezunuyum. 1998 yılında İzmirli bir meslektaşımla evlendim ve bir yıl sonra Mardin'e gittiğimizde şartlar çok zorlayıcıydı, özellikle de eğitim seviyesinin bu kadar düşük olduğu bir yerde. Maalesef insanlara bir şeyler yapabilmek istiyorsanız önce göstermeniz gerekiyor. Ben o dönem hayallerimi çok anlattım ama gerçekte anlatamadım. 2000 yılında tesadüfen bir Alman turist grubuna verdiğim davetteki yemeklerin çok beğenilmesi üzerine Mardinli kadınlarla bir sistem kurdum ve yemek organize işlerine başladım. Büyük mücadeleler ve çabalar sonucunda 23 yaşında, boşanmış genç bir kadın olarak Mardin'deki Cercis Murat'ı kurdum. Küçük bir restorandan yola çıkarak Mardin'de turizme yatırım yapmaya başladım. Bu hayatta yaşadıklarım bana inandığım şeylerden asla vazgeçmemem gerektiğini öğretti.

Eğer fikrinize ve hayallerinize gerçekten yüreğinizi koyarsanız en olmaz dediğiniz anda bile inancınız size yol gösterir. Halen devam etmekte olduğumuz hem mülteci konusu hem toprak iyileştirme ve hem tarım konusu yurt dışında ülke tarafından izleniyor. Geçenlerde Kanada'daki bir üniversite ile partnerlik anlaşması yaptık. Hem mültecilerin hem de Türkiye'nin gıda güvenliği açısından çok önemli bir proje. Amerikan Dış İşleri Bakanlığı desteği ile ABD'de bir eğitim projesine dahil edildim. Tarım, dünya çapında önemli bir konu artık, bunun için de sonuna kadar çalışmayı öğrendim. Kişinin kendini ait hissettiği yerde olmasından aldığı gücü de anladım. Bu kadar zamanda aştığım her zorluğu kendi topraklarımdan aldığım güçle yaptım. Hikâyem, bugün Mardin'de birçok kadının kendi ayakları üzerinde durmasını sağlıyor.

Kendinizi ait hissettiğiniz yerde olursanız mücadele motivasyonunuz daha güçlenir. Bu aidiyeti büyük bir şehirde veya küçük bir köyde hissedebilirsiniz fark etmez; yeter ki size verdiği gücü hissedin.

20 yıldır bu topraklarda yemek pişiriyorum. Sofradaki lezzetlerin, yaşamları ve toplumları geliştirmek ve dönüştürmek için önemli bir değer olduğunu gördüm. Bugün Mardin'de ve bölgede yaptığımız projelerin temelinde bu yer alıyor. Ancak şimdi sofraya gelen lezzeti korumak için çalışmalıyız.

"Ne ekersen onu biçersin." sözünün özünde anlamının ne kadar değerli ve gerçek olduğunu anladım. Biz bu topraklara ne ekersek onu biçeriz! Bu yüzden de "Bir şefin işi tabakta değil toprakta başlamalı." diyerek aileme, çocuklarıma, topluma, gelecek nesillere ve toprağa artık bu gözle bakıyorum.

Bunca yıldır yaşadıklarımla ve geride bıraktığım zorluklarla artık dünyaya niye geldiğimi biliyorum. Ben kadınlarla beraber çalışmak, onlara yol göstermek, onların rol modeli olup hayatlarını yoluna koymalarına destek olmak benim dünyaya geliş sebebim. Sanırım benim bu hayattaki en önemli misyonum bu. Toprakta da çalışsam, mutfakta da hayatıma bugüne kadar her zaman zorluk içinde olan kadınlar girdi.

2012 yılında 5,5 yaşındaki kızım beyin tümöründen ameliyat oldu. Ameliyatı son derece iyi ve başarılı geçse de ebeveyn olarak "Niye benim çocuğum?" diye sorguladım ister istemez. Bunu doktorumuzla paylaştığımızda ise artık bu ameliyatlara günde beş altı kez girdiklerini ve sorunun temelinin yediğimiz içtiğimiz her şeyin hammaddelerinin bozuk olması olduğunu söyledi.

Mardin'e geri döndüğümüzde gözümün önündeki Mezopotamya Ovası'ndaki toprakların ne kadar sağlıklı olduğunu düşünürken aslında öyle olmadığını fark ettim. Önce araştırmaya başladım, yurt dışı kaynaklı bir dolu şey okurken aslında nasıl bir zehirli dünyanın içinde yaşadığımızı öğrendiğimde dehşete kapıldım. Ve yönümü toprağa çevirdim. Daha önce Mardin'de kadınlarla birlikte çok büyük işler çıkarıp bir değişim yaratmıştık.

2017 yılında yapmış olduğum Harran Gastronomi Okulu projesi, hem yerel hem de mülteci kadınların yerel mutfak lezzetlerini entegre ederek bir ekonomi yaratabilmek için bu mutfağa aslında bir enstrüman olarak nasıl kullanabileceklerini amaçlamıştık. Proje geleneksel aile işçisi olarak çalışan kadınların hayatlarında daha Urfa'yı bile görmeden İstanbul'daki Eataly ile anlaşıp bir pop-up restoranda çalışmalarını kapsıyordu. 160 öğrenciden 12 öğrencim üç ay boyunca Şef Claudio ile çalıştı. Ardından dünyanın en büyük gastronomi fuarının İstanbul ayağı SİRHA bizi Lion ve ardından da Paris'e davet etti. Bu proje sayesinde hayatta hayalini bile kuramayacağımız şeylerin gerçek olabileceğini öğrendim.

Projenin büyük ortağı Birleşmiş Milletler Yüksek Mülteci Komiserliğiydi. SİRHA beni dünyanın en prestijli mutfak şeflerinin yarıştığı bir yarışmaya aday gösterdi. Burada yaptığı tabağı toplumsal bir faydaya dönüştürebilen şefler ödüllendirilecekti. Aslında şu anda dünyadaki trend şu; siz dünyanın en iyi yemeğini yapabilirsiniz ama bunu toplumsal bir faydaya dönüştürmediğiniz takdirde hiçbir şey ifade etmiyor. Artık dünyanın gıda kaynakları azalıyor, insanlar göç halindeler, sürekli bir karmaşa mevcut gıda kaynaklarımızla ilgili… Dolayısıyla şeflerin mutlaka bu işe el atması ve önayak olması gerektiğini savunan bir düşünce aslında. Dünya çapında 30 ülkeden yarışan 110 şefin arasında 10. olduk. Böylece ilk defa Güney Doğu'dan bir kadın şef dünyanın ilk 10 şefi sıralamasına girmiş oldu. Birleşmiş Milletler bunun ardından beni tebrik edip yeniden çağırdı. Proje kapsamında 108 kişi istihdam edildi, AFAD kampları ve çevre yemekhanelerde, devlet okulu yemekhanelerinde bu insanlara iş verildi.

Türkiye'de maalesef Ankara'nın doğusundan itibaren kadın mühendisler kabul görmüyor. Çünkü kadınlara iş bilmez ve topraktan onlara hiçbir fayda gelmez gözüyle bakıyorlar. Ben de birisi bir otelin kasiyerliğini yapan bir diğeri başka bir iş yapan dört kadın mühendis buldum. Hatta, içlerinden biri okul birincisiydi. Onlara iş teklifinde bulundum ve kabul ettiler. Dört mühendis ve ben atladık Mardin'in en eski buğdaylarının dokümantasyonlarını istedik. Saha araştırmasına girdik ve iş yapamayan köylülere ulaştık. Sonra beş çeşit buğdayı bulduk Birleşmiş Milletler'e de özel bir tarım yapabilmek için çalışma izni istedik. Benim bu projede en sevindiğim ve gurur duyduğum nokta; yarısı Suriyeli yarısı da Türk olmak üzere 70 kadınla birlikte çalıştık. Bugün Güney Doğu genelinde ya da Türkiye'de birçok insan Suriyeli mülteci lafını dahi duymak istemeyip kulaklarını kapatıyorlar. Ben her zaman şuna inandım; eğer bir krizin içerisindeyseniz bu krizi iyi yönetmek zorundasınız.

BİZE ULAŞIN