İç huzuru ve kendine güveni tam: Seçkin Özdemir
Onu daha tanımadan, iki kelime ile tanımlamam istense, tereddütsüz bir şekilde “samimi ve iyi niyetli” derdim. En azından bende bıraktığı ilk intiba bu şekildeydi. Sohbetimizin sonunda bu konuda yanılmadığımı anlamam uzun sürmedi gerçi. Bu aralar ATV’deki ‘Can Kırıkları’ dizisi ve ‘Bücür’ adlı filmle karşımıza çıkan Seçkin Özdemir, işine bağlı olduğu gibi hayatla bir ‘derdi’ de olan bir adam aynı zamanda.
Tüm bunları konuşurken, kapak çekimi karelerine baktığımızda fotoğrafçı arkadaşımız Ömer'e "Ben yakışıklılık peşinde değilim, fotoğrafların bir derdim olduğunu anlatmasını tercih ediyorum." dediğini hatırlıyorum. Gerçekte Seçkin'in 'derdi' nedir peki?
"Benim asıl derdim; huzurlu ve mutlu yaşamak, vicdanımın ve içimin rahat olması… Mesleğim oyunculuk ve oyunculukta da başarılı olmak istiyorum. Kendimi geliştirmeye çalışıyorum, geliştirmek için de elimden geldiğince uğraşıyorum. Stabil kalmayı sevmiyorum; o yüzden olabildiğince gelişmeye, geliştirmeye ve daha iyi şeyler yapmaya çalışıyorum."
Seçkin Özdemir hakkında araştırma yaptığım sırada Ekşi Sözlük'te gördüğüm yorumlardan biri de şuydu: "Tipinden dolayı değil de hayattaki duruşuyla ilgili yazmak istiyorum; kendisini tanımasam da yer aldığı birkaç programdaki tavrıyla farklı bir yerlerde olduğunu gösterdi." Bunun için neler söylemek isterdi?
"Öncelikle teşekkür ederim, kim yazmışsa… Yani 'farklı' bir yerde durmak amacıyla hareket etmiyorum."
Ama zaten öylesin bence…
"Zaten öyle miyim, onu da bilmiyorum. Ben tamamen varlığımın bir amacı olsun, bir işe yarayayım, birilerine bir şey ifade edeyim istiyorum. Birilerine bir şeyler verebiliyorsam ne mutlu, birilerinden de bir şeyler alabiliyorsam yine ne mutlu! Ben alışverişi seviyorum." Hayatta kendi için, birileri için bir işe yarıyor olmaya çalışmak… Seçkin, emek harcayarak kazanmanın derdinde; ne güzel!
Genel anlamda hayatı sorgulayan ve bir şeyleri dert edinen bir adam olup olmadığını merak ediyorum. Her şeyi artık öyle çok sorgulamadığını belirtiyor: "Kendinizi çözdükçe aslında hayatınızda sorguladığınız şeyler de çözülmeye başlıyor. Hayatı çok sorgulamam; hayattaki duruşumu, hayatıma nasıl devam etmek istediğimi, kendimi nasıl iyi hissettiğimi biliyorum. O yüzden hayatımda benim için çok önemli ve kritik olan şeyleri dert ederim ve sorgularım. Bunları düzeltmek, iyiye çevirmek ya da kendi hatamı bulmak benim için önemli."
Bunun üzerine kaderci olup olmadığını soruyorum. "Sadece kaderciyim, diyemem. Öncelikle benim yapmam gereken şeyler var; önce kendin yapacaksın, buna inanıyorum. Kendini geliştireceksin, yaptığın işle alakalı ne kadar verebiliyorsun, eksiklerin nedir bunları ortaya koyacaksın, hayatında eksiklerin için neler yapabiliyorsun, insanları dinliyor musun, insanların söylediği doğru eleştirileri alabiliyor musun, bunlar önemli. Ben kendi adıma gerekeni yaptıktan sonra başıma gelen hayatın akışı ve kaderdir; böyle düşünüyorum."
Kendisiyle çok kavga edip etmediğini merak ediyorum bu sözlerinin üzerine… Kendisiyle barışık bir adam olduğunu, kendisiyle anlaşabildiğini ancak çok fazla tartıştığını belirtiyor samimi bir şekilde.
37 yaşında genç bir adam olarak 40'larına doğru yaş almakla ilgili bir kaygısı, derdi olup olmadığını merak ediyorum. Yaş almakla hiçbir derdi olmadığını, şu andaki halinden gayet memnun olduğunu öğreniyorum: "Her geçen yaş insanı olgunlaştırıyor. Bundan 10 sene öncesine baktığında düşündüğün şeylerle şimdi düşündüklerin daha farklı tabii. İnsan gelişiyor, olgunlaşıyor; fikirleri daha bir demlenip oturuyor, yenileniyor, dönüşüyor, zaten en önemlisi de dönüşebilmek bence. Yoksa kimse her şeyiyle mükemmel, dört dörtlük değil. Kişinin hatalarını görebilmesi ve kendisini düzeltip geliştirebilmesi önemli olan."
Kabul etmek ve dürüst olmak gerek. Seçkin Özdemir bu toprakların kazandığı yakışıklı oyuncuların başında geliyor. Hatta onu Jude Law ve Andy Whitfield'a çok benzetiyorlar. Kendisini yakışıklı bulup bulmadığını soruyorum. Beni yanıtlıyor: "Açıkçası yakışıklı bir adam olma gibi dertlerim yok. Kendimi beğendiğim anlar da oluyor, beğenmediğim anlar da. Kendimi iyi hissediyorsam, iyi bir iş çıkardığımı düşünüyorsam ya da hayatım iyi gidiyorsa doğrudan kendimi 'iyi' hissetmeye başlıyorum. Ama kötü giden bir şeyler varsa ya kendimle ya da performansımla alakalı, modum çok yerinde değilse kendimi beğenmeyebiliyorum. Zaten 'Vay, çok yakışıklıyım' gibi bir iddiam da yok."
Hayranlarıyla nasıl bir ilişkisi olduğunu soruyorum bu kez de. Hayranlarının varlığının kendisine güç verdiğini söyleyerek devam ediyor: "Kendi içimdeki dünyadan bahsedecek olursam, çok yoğun, gerçekten kendime bile vakit kalmayacak bir yoğunlukta ve ağır tempoyla çalışıyoruz. Ve bu haldeyken onlardan gelen mesajlar, onların varlığı, onlardan gelen güzel enerji ve motivasyon insana kendini iyi hissettiriyor."
Ünlü olmakla arasının nasıl olduğunu sorduğumda ise, "Ünlü olmak benim için giderek normalleşmeye başladı. Mesleğe ilk başladığım dönemlere göre, evet realitede olsa da kendi içimde 'Ben ünlüyüm' hissine kapılmıyorum artık." diye yanıtlıyor beni. Bunun üzerine de rahat bir adam olup olmadığını merak ediyorum. Eskiden daha tedirgin ve izole yaşadığını, artık daha rahat ve açık olduğunu belirtiyor.
Hakkında yapılan yorumlardan biri de 'erken final yapan dizilerin demirbaşı' şeklindeydi. Bu konuda da rahat olup olmadığını merak ediyorum sözleri üzerine…
"Kısmet… Ben üstüme düşeni en iyi şekilde yapmaya, kendi karakterimi en iyi şekilde oynamaya çalışıyorum. Bunun dışında olan şeylere çok da diyebileceğim bir şey yok. Ben işimi iyi yapma derdindeyim."
Bir proje aniden yayından kaldırılınca hemen 'down' oluyor mu, insanda bir güvensizlik oluşturuyor mu? "Güvensizlikten çok şöyle bir şey oluyor; oynamayı çok sevdiğim, içime çok sinen, oynarken çok keyif aldığım karakterden bir anda kopmak iyi gelmiyor. O karakterle daha çok vakit geçirmek isterdim, diyebiliyorum bu tip durumlarda. Çünkü severek oynadığınız karakterler içsel olarak size büyük bir motivasyon sağlıyor. Hayata dair de ciddi anlamda keyif veriyor. Seyirci tarafından baktığınızda hani nasıl ki sevdiği dizi bir anda bittiğinde bir daha o dünyaya giremiyor, benim tarafımdan baktığımızda da bir daha o karakteri oynayamıyor olmak üzüyor diyebilirim."
Bu samimi sözleri üzerine canlandırdığı karakterlere hemen adapte olup olmadığını merak ediyorum. Setten sonra hemen gerçek Seçkin'e dönebiliyor mu mesela? Kimi oyuncu uzun bir süre girdiği rolden çıkamıyor çoğu zaman. Beni hemen yanıtlıyor: "Rahatlıkla dönerim. Ama şöyle bir şey de var; bu tamamen canlandırdığım karaktere içsel olarak ne hissettiğimle bağlantılı. Karaktere çok bağlandıysam sonradan onu çözmek ve normal hayata geçmek bazen daha zor ve yıpratıcı olabiliyor. Ama kimi karakterde de çok kolay olabiliyor. Önemli olan beni içsel olarak alması, gerisi kolay; çözeriz.
Genel anlamda göründüğü gibi sakin bir adam mıydı? Biraz düşündükten sonra sakin bir adam olduğunu ama yine de genel olarak bu tarz karakteristik sorular karşısında rahatsız olduğunu vurguluyor. Ben de fazla uzatmadan sabır konusundaki başarı grafiğinin ne durumda olduğunu sorarak konuyu farklı bir yöne götürüyorum…
"Eskiden daha sabırsızdım, şimdi daha sabırlıyım. Eskiden daha telaşlıydım, şimdi daha sakinim."
Koşmuyor, yürüyor yani.